Kategori arşivi: Makalelerim

Sana Sonsuz SEVGİ Bırakıyorum.

Dingin daha dingin..
Duru daha duru..
Ruhunun şu anda deneyimlediği duygular, senin içsel zenginliğine bağlıdır.
Bir kişi geçmiş yaşamlarını ancak kendisini bir transa daldırarak veya meditasyon yoluyla hatırlayabilir.
Bunun için dingin daha dingin olmayı seçiyoruz..
Duru daha duru..
Varlığınızın her anının tadını çıkarın,
Kendinizi geliştirin ve yeni şeyler öğrenmeyi bırakmayın.
KAVGA ETMEDEN,BİRBİRİNİZİ YARGILAMADAN,HIRPALAMADAN,BÖLÜP PARÇALAMADAN..
Birbirinizi tanıyamıyorsanız işe elementleri tanımaktan başlayabilirsiniz.
Birbirinizi anlayamıyorsanız işe Dünyayı anlamaktan başlayabilirsiniz.
Dünyanın yaşam enerjisi ATEŞ, TOPRAK, AĞAÇ ( TAHTA ), SU ve METAL..
Bu elementler olmazsa Dünya olmaz..
Dünya olmazsa SEN olmazsın..
Bu yaşam enerjimizi kaybetmememiz için tek bir şeye ihtiyacımız var…
KALBİMİZDE Kİ BİRİKMİŞ SEVGİ ENERJİSİNİN SALINMASINA..
Sal gitsin karışsın ateşe,suya,metale,toprağa,ağaca,
Karışsın Akılda ki Eril enerjiler Kalpteki Dişil enerjilere …
Tabiat Ana Senden Bu Aşkı Yıllardır İstiyor ,
Aç Kalbinin Kapılarını Sana Sonsuz SEVGİ BIRAKIYORUM
Sakın kalbinde tutma…
Git dağıt,bulaştır bunu tüm Dünyaya .

Cansel Işık

Paylaş

Sevgi Her Şeye Dayanır Ve Sabırlıdır.

Hupomeno: kişinin koşullara, zorluklara karşı gösterdiği tepkiyi ifade eder.
Makrothumeo: kişinin başkalarından öç almadan, diğerlerinin provokasyonlarına, hatalarına karşı sabır göstermeyi ifade eder.
Sevgi bu nedenle insanlara karşı çok sabırlı olmasının dışında aynı zamanda koşullara karşı da büyük bir sabır örneği gösterir
O zorluklar karşısında yıkılmadan sabırla bekler.
Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolayca öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz.
Sevgi haksızlığa sevinmez, ama gerçek olanla sevinir.
Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi ümit eder, her şeye dayanır.
Her şeyden önce Allah’ın kutsal seçilmiş varlıkları olduğunuzu düşünüyorsanız yürekten sevecenliği, iyiliği, alçak gönüllülüğü, sabır ve yumuşaklığı üzerinize bir daha çıkartmamak üzere giyinmek zorundasınız.
Şayet birileri sizi bu konumda olmanıza rağmen sürekli aşağılıyor ,eziyor ve köle muamelesi yapıyor da varoluşunuzu destekleyerek,size katkıda bulunmuyorsa orada alma verme yasası işlemiyordur.
Orada ne bir ışık ne de bir sevgi vardır.Buraya harcanan enerji ve emek de israftır.Dönüştürebilmek ve iyileştirmek adına yapılan çabalar sizi tüketir.Bu kişilerin olduğu An ve Mekanları özgür irade ve seçiminizle idrak ederek terk etmek sizin düşüşünüz değildir.
Tam tersi Şerrini atamamış kişileri bırakmak sizin ışığınızı dahada kuvvetlendirir.Ruhsal frekansınız hiçbir kişi yada oluşumlara bağlı olmazsanız daha da yükselişe geçer.
Benliklerinizi fazla dinlemeyin ve işinize burnunu sokmasına izin vermeyin.
Seçimlerde öncelik hakkını benliğinize tanırsanız kişisel olarak her iki tarafta da kayıplarınız artar.
Size ihtiyacı olan başkalarını çekerek yola devam edebilirsiniz.
Çünkü siz sevgi nedir artık biliyorsunuz, onu ihtiyacı olana hesapsız ve çıkarsız sunmak zorundasınız..

 Sizleri seviyorum… Sevgiyle kalın.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Psikiyatri Doktorları Bu Yazımızı Sevmeyecek.

Şizofrenler bu zamana dek tıbbın söylediğinin tam aksine sadece epifiz bezi (mührü) kırılmış Gayb alemine bilinçsizce düşmüş ,ya da dışarıdan yapılmış her hangi bir büyüyle musallata maruz kalmış,veyahutta uygunsuz durumlarda alkol,uyuşturucu tarzı maddelerle varlıkların sahasına fark etmeden bulaşmış kişiler olabiliyordu.Fakat bilim bunu çıkarlarına gölge düşecek diye üstünü örtüyordu.Bizim ülkemizde bu tür insanlara psikiyatrik damgalar basılarak aşağılanırken, vatikan bu tür belirti veren kişileri önce metafizik ilimle temizliyor,sonra Adam Kadmon (insanı kamil) olarak bünyesine alıp ruh ve madde alanında ,kozmik alanda değerlendirip yetiştiriyordu.Biz ise bilimlere güvenerek ruh hastası ya da şizofren diyorduk..Bu zamana dek ilimler susturuldu,alimler susturuldu dışlandı.Ama gün bugün alimlerin ve ilimlerin ne yazık ki tüm hastalıklar hakkında haklı çıktığı gündür.Şu an yıl 2019, ve 5 ci boyut yaşamında ülkemizde çoğu insanlar şizofrenlerin yaşadığı bu belirtilerden bahseder oldular.

Hurafe denilen varlıkları deneyimlemeye ve görmeye bile başladılar.Onu geçtim karanlık güçlerin zihinsel yönetimin de negatif etki almış olan vatandaşların temizliğine, kanal olup şifacı olarak tedavi etmeye bile başladılar.O zaman Türk Tıbbına göre ve psikiyatri bilimine göre şifacılar ve simyacılar da dahil hepimiz şizofreniyiz..İşin iç kısmına da bakarsanız öyle değil işte .Bunu hep yansıtırım.Beni tanıyanlar bilir,psikiyatrik ilaçlar bilinçli bir toplumun idam sehpasıdır.Psikiyatri bilimini karanlık güçler var etmiştir..Bunu fark edenler şuur üstü düşünebilenler bilir.Çünkü hedeflerinde; *İnsanların algılarını kapatmak, *Şuurunun üstüne çıkabilmiş olan uyanık insanları damgalayarak ilaç kullanımını tedavi altında yaygınlaştırmak,*Böylelikle kendi faydalandıkları manevi alemlerden bütün şifacıların faydalanmasını engelleyerek şuurlarını kapatacaklardı, insanları gayb bilgilerinden uzak tutacaklardı, varlıksal alemlerden bihaber yaşayan standart geçirgen insanların da üzerinde kötü enerjili varlıkları kullanarak hasta edecekler, daha çok ilaç kullanılacak ve bu bilim aracılığıyla daha çok para kazanılacaktı.Öte yandan bir gerçeği biliyorlardı ki psikiyatrik ilaca bağımlı olan insanlar asla iyileşmeyeceklerdi ve yan etkilerle davranış mod bozukluklarıyla toplumda kimi kendini imha edecekti,kimi ailesini yok edecekti,kimi çocuklara ,kimi hayvanlara zarar verecekti.Kimisi de psikiyatrik ilaçların etkisiyle daha bir üst model uyuşturucuların tuzağına düşecekti.Ve uyuşturucular da toplumun içinde böylelikle pazarda yerini alacaktı..Dünyayı yönetiyoruz hükmü altında yıllarca insanlara bunları yaşattılar.Genç,yaşlı,çocuk denilmeden insanların DNA larını böyle bozdular.Geçmişe kalırsa hep hurafeydi,komplo teorisiydi bunlar ve bu belirtileri yaşayanlar şizofrendi aileleri hemen kliniğe götürürdü.İlaçlarla meseleyi daha da işin içinden çıkılmaz hale getirirlerdi.Yazık ettiler onca insana yazık..En çok üzüldüğümde şu ki, bu konuda çok üzüldüğüm bir hadise vardır..Yıl 2014 Gata da bir profesör doktor şizofreni hastalığını metafiziksel varlıkların yaptığını iddia ederek teşhisini ortaya attı..Gata da görev yapan bu doktorun adı Kemal Irmak’tı. Bunu iddia ettiği için Gata gibi yerde aşkla görevini yapan bu adamı harcadılar,bunu söylediği için bitirdiler…Adamı tüm meslektaşları hayattan soğuttular.Yıl 2019 ve Gata profesörünü zaman haklı çıkartmıştır.Umarız acımasızca men ettikleri bu değerli doktoru Avrupa alıp kendi bünyesinde çalıştırmaya başlamamıştır..İşte böyle böyle ilim ve bilimde geri kaldı bu ülke..Bir ülkenin alimlerine ve ilimlerine leke atılıyorsa anlayın ki orada karanlık güçlerin metafiziksel bir çıkarı ve menfaatsel planları mutlak olarak zarar görüyordur. Evet başlıkta yazdığım gibi Psikiyatri doktorları bu yazımızı sevmeyecek…Artık kendi keyiflerine kalmış.Kabul etseler de etmeseler de psikiyatri bilimi metafizikle çalışmak zorundadır,metafizik ilminden yardım almak zorundadır.Hele ki artık dünyada metafiziksel savaşların yapıldığı bu dönemler atlatılırken insanları ilaçlarla katletmek, hele ki ergenlik dönemini atlatan her gence ve zihinde hareketlilik yaşayan,ilgilenildiği takdirde bilim adamı olacak olan bu yeni nesil indigo ve kristal çocuklara dikkat dağınıklığı adı altında hastalık damgası yapıştırmak,yeni nesilleri metamfetamin ve kokain içerikli ilaçlara mahkum etmek, gıda terörü uygulanarak kas romatizmasına esir edilmiş memleketimin %90 ına serotonin üretemiyor adı altında mutsuzluk hastalığı damgası yapıştırıp adına fibromiyalji demek ve depresyon ilaçları yükleyerek yaşamına devam etmelerini istemek ayrı bir psikopatlıktır. Evet bu ülkenin insanları mutsuz,evet bu ülkenin insanları saldırgan artık.Evet bu ülkenin insanları keser dönüyor hesap dönüyor ve ilaçlara bağımlı olarak başka alanın doktorlarına ilaç yazmadıkları için saldırıyor artık.Bu saldırıları yapan insanlar değil,içlerine yerleşmiş olan ve zihinlerine sürekli öfkeyi,kavgayı ,emreden metafiziksel varlıklardır.İnsanlar psikiyatrik ilaçlarla zihinden komut edilebilir hale geldiler artık.Bunun bilincinde olun…Görüldüğü gibi bütün bunlar benim ülkemde bir psikiyatri biliminden ziyade insan ırkını yok etme planına ortak olup karanlık güçlere hizmet etmekten başka bir şey değildir.İşte siz psikiyatrilerin inanmadığı metafizik ilmini eski Şaman Türkleri de doğrular ve kanıtlar ki insanlar bu şekilde tedavi edilir ve korunurlardı.Bu devletin acil olarak işinin ehli olanlardan Ak Şamanlar ve Ehlibeyt olarak birlik olup Metafizik ekibini kurmaları gerekmektedir.Üzgünüm ama bu bir gerçek dünya Simya ile yönetiliyor.Terör inanmadığınız Simya ile yapılıyor.Savaşlar Simya ile yapılıyor.Müslümanın Müslümanı vurduğu yerde Simya ile beyinler yıkanıyor,insanlara negatif varlıkları gönderiyorlar.İnsanlar kan döküyor.Bizim ülkemizin yetişmiş İblisten uzak Ak Şamanları ve Ehlibeyt gerçek Havasçıları bunun üzerine çalışmalıdırlar.Şimdilik diyeceklerim bu konuda bu kadar..


Sevgiyle kalın..

Cansel Işık

Paylaş

Tarafını Seç ! Şeytan mısın, Melek mi ?

Hiç düşündünüz mü bilmiyorum.Çok sık duymaya başladığımız hayvanlara tecavüz ve şiddet hikayesi
İnsanlar arasında yaşanan tecavüz ve şiddet hikayesi İNSAN IRKININ ele geçirilmesi sonucu
yani aynı frekans enerjisiyle gerçekleşmektedir.
2000 li yıllardan bu yana yeryüzünde negatif enerji dalgası pozitif enerjiyle çarpışıyor.
İnsan düşünce gücüyle kendini yönetebilecek bir varlıktır. İnsanların % 45 i son 10 yılda bunun farkında olarak pozitif enerji dalgası altında kendini negatif enerjiden korumaktaydı.%45 bunun için birbirini bu yönde eğitti,terapiler,uyumlamalar yapıldı.
Ve bu %45 canla başla %55 i pozitif enerji dalgası altına almaya çalıştı.Fakat insanların içindeki inanç kırıklığı,güvensizlik,olumsuz düşünceler sayesinde pozitif enerji gücü kırıldı,negatif enerji yeryüzünde baskın kaldı..
Geriye kalan % 55 in bu farkındasızlığı yeryüzüne negatif enerji dalgasını gün geçtikçe daha da yoğun bir şekilde çekmeye başladı.
Tabi bu oranlar sadece Türkiye için değil dünyada yaşayan herkes için geçerli.
Negatif enerji bilindiği gibi kötülük enerjisidir,bunu nasıl algılarsanız algılayın.
Ama iblisin,ama şeytanın ama kötülük tanrısı Hades’in enerjisi nasıl derseniz artık,negatif enerji kötülük enerjisidir.
Pozitif enerji de negatif enerjiye karşı güç kullanan meleklerin enerjisidir yani iyilik enerjisi.
%55 in içinde yaratıcıya inancını kaybetmiş olanlar;
Paraya tapanlar ve bu hırsla vatanını, annesini,evladını satanlar,
Para için savaşlar çıkartıp kan dökenler
Şeytana tapan satanist ayinleri yapanlar,
Enerji vampirleri(İyiliği sömürür kötülüğü bırakır)
Cinni varlık edinip yolunu kaybetmiş kalbi mühürlü insanlar,
Ruh çağırma seanslarında bulunup kötü enerji darbesi alanlar,
Sapıklar,
Madde kullanarak farkında olmadan perdesini yırtmış musallat alanlar,
Nekrofililer,
İnsan eti yiyenler,(Yamyam,Zombiler)
Pedofililer ve daha gün geçtikçe hikayesini duyacağımız nice kötü insanlar.
Şimdi düşünün,anlattıklarım arasında hangi enerji altındaki insanlar kızlı erkekli çocuklara,kadınlara,hayvanlara tecavüz edip,ölmesinde katkıda bulunuyor ?
% 45 e inanmayanlar yeryüzünü % 55 in zulmüne teslim ediyorlar,inanç kırıklığı,güvensizlik ve olumsuz düşünceler,vesvese,korku ile dünyanın kötülerin elinde, kan revan içinde yok edilişine sebep olacaklar.

“SEN YERYÜZÜNE KENDİN İÇİN GELMEDİN,BU GEZEGENDE TANRI’YA VE YARATTIKLARINA HİZMET ETMEK İÇİN GÖREVLİSİN,BU HUSUSTA BİRİNCİ İLKEN SEVGİ ” derken işte biz buna dikkatinizi çekmek istemiştik.Bugünlerin kötülük enerjisi ile kuşatılacağını bildirmek,ve bu gücü ancak ve ancak meleklerin enerjisi, yani pozitif enerji,yani sevgi enerjisi ile daha açık söylemek gerekirse yaratıcıyla birliktelik sonucu yenebileceğinizi ifade ettik.
Ama kötülük bulaşıcı bir hastalık gibi ondan ona yayıldı,tıpkı vampir gibi , vampir tarafından ısırılan birisi başkasını ısırarak,kanını içerek  hayatını sürdürür,toplumda insanlar tıpkı bu şekilde yaşıyor artık…Kötülük enerjisinden beslenerek yaşıyor.
Kan içiyorlar,can alıyorlar,onların DNA larında artık kötülük var.
Yeryüzündeki insanlar birbirine iyilik yapmadığı sürece,birbirine nurani bakmadığı ve nurani sarılmadığı,sahip çıkmadığı sürece kötülük enerjisinin, bu kan ve can alanların gücü kırılmayacak.
İşte burada duyuyorum. ” İyi ama korkuyoruz,kime iyilik yapacağız ,iyilik yaptığımız yerden kötülük geliyor” diyorsunuz.
İşte korku….Sizi bitiren bu korku…İşte olumsuzluk….Sizin gücünüzü kıran bu olumsuzluk.İşte güvensizlik…Sizi onlara karşı yenik düşürüp bitiren bu güvensizlik.
Bir kötülüğe karşı lanet okuma…Bela okuma…Beddua etme…Onlar senin lügatınla beslenir ve kırılır.Dilini düzgün kullan.
Onlar senin yapacağın kötülükle beslenip,iyilik,şefkat,merhamet ve sevginle kırılıp ızdırabından sayıları azalır.
Hem “Her istediğini yapacak güçte olan, galip ve hâkim.” kimdir ki sen korkuyorsun iyilik yapmaktan,merhamet etmekten.İyilik onun emri değil midir ki,onun tarafı saf sevgi değil midir ?
“O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahredici (her şeyin üzerinde yegâne hakim) olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.” diyen ayetlere inan
Senin bu kötülere karşı tek silahın EL-KAHHAR.
“Kahhar isminle Kahru perişan et ” de
Ve iyilik yapmaktan artık korkma!!
Onlar zaten senin iyilik yapmaktan korkmanı istiyorlar.
Durumun ciddiyetinin halen farkında değilsen fark et,İnsan ırkı gün gün ele geçiriliyor.
Korkarak,inanç kırıklığı,güvensizlik ve olumsuz düşünceler,vesvese ile % 55 in zulmüne artık teslim olma.
Dünya kan revan içinde kötülerin elinde,elin kolun zulüm görenlere uzanamıyorsa,hiçbir şey yapamıyorsan,
Allah için düşüncelerinle başla işe..
Bunu huzuruna çıkacağın yaratıcın için yap…
Neden bu kötülüğe izin veriyor deme ..
Onun karşısında şeytan da sensin melekte..Kötülüğe sen izin veriyorsun.
O sadece yaratılıştan bitişe kadar ki olan süreçte senin bu savaşta tarafını seçmeni,
Saf sevgiyle hareket ederek kendisine ulaşmanı bekliyor…

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Hızlı Beyin Sendromu

Türkiye’de yaşayan insanların son 10 yılda %80 i Hızlı Beyin Sendromu yaşıyor ve en kötüsü kimse bunu bilmediği gibi de kabul de etmiyor.Daha önce bu oran %8 di.
Hızlı beyin sendromu yaşayanlar aslında yüksek zekaya (IQ) sahipler,fakat duygusal zeka (EQ) sorunları her yerde sorun yaşamalarına ve sorun çıkartmalarına neden oluyor.
Hızlı beyin sendromu olanlar arabanın anahtarını nereye koyduğunu hatırlayamaz,stresten der,zaman kavram ve yönetimi hep baltalıdır,Konuşurken insanların laflarını istemsizce ağızlarına tıkarlar,rutin işlerden ve hayattan sıkılıp kaçarlar,o işlerde kesinlikle başarılı olamazlar,sürekli yenilik peşinde koşarlar.Enerjiktirler,bir bakmışsın kaplarına sığmazlar,bir bakmışsın çökmüşler.Asla sebatlı değillerdir.
Büyüyen kredi kartı borçlarını ve bütçelerini düşünmeden alışveriş yaparlar.
Çünkü dürtüsellik, onları sonuçlarını hesaplayamadıkları davranışlara itmekte.
Ve çevrelerindeki dostları ,arkadaşları, aileleri sürekli bu insan tipini eleştirirler ve genellikle bu insanlara küserler.
Küsmeyin  

Yoğun şekerli gıda tüketimi, hazır dondurulmuş gıdalar,kıvam arttırıcı lezzet odaklı fast food gıdalar, radyasyon ve elektromanyetik alanların çokluğu yüzünden bu insanlar Hızlı Beyin Sendromu yaşamaktalar.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Dolar mı Girmiş Götümüze ?

Hepimiz miniktik bir zamanlar…

60’lı,70’li,80’li,90’lı çocuklardık bu ülkede.
12 – 18 Aralık tarihleri arasında, yıllarca bir haftanın anlam ve önemini öğreten etkinliklerle kafamıza kazımaya çalıştıkları bir mantık vardı.
Yıl 2018 ; Gördük ki 60’lı,70’li,80’li,90’lı çocuklar bu konuda sınıfta kaldı.
Böylelikle topluma kendisine ait olanı koruma ve geliştirme duygusunu aşılamak için çırpınan müfredatların ve öğretmenlerimizin emekleri de boşa gitmiş oldu.
Neydi o Yerli Malı Haftasının mantığı ?
Tükettiğimiz ürünlerin ülkemizde üretilen ürünlerden seçilmesi gerektiğiydi.
Bunun mantığı neydi?
Bilinçli tüketicilik ile ülkemizin zenginliklerinin artmasına katkıda bulunmaktı.
Biz ne yaptık ?
Vakko’dan giyinmeyeni adamdan saymadık,
Parizyen ve Müjde çoraplarını giyince seksi olduk sandık,
Popomuzu kavrayan Levi’s pantolonların buz rengini,501 ni giyince kendimizi bir bok sandık,
Timberland,Lumberjack giymezsek gideceğimiz yere gidemeyeceğiz sandık,
Mutfaklarımıza Danone yoğurt girince,Çorbamıza Maggi eli değince,çocuklarımızın sütüne Nesquik girince,Kahve keyfimize Nescafé eşlik edince, yemeklerimize Rama,Sana,Komili,Sırma derken Kalbimizin damarlarını Becel koruyacak sandık.
Mutsuzken Milkalar bizi mutlu edecek sandık,
Ramazan ayında hatta yerli malı haftasında bile masalarımızı utanmadan Coca Cola,PEPSİ,Yedigün,Sprite,Fantalarla donattık.
Bahçelerimizin meyveleri varken Cappy Meyve Sularına yapıştık.
Elimizde has zeytin bahçeleri ve yağları varken,sabun üretebilme şansımız imkanımız varken biz Hacı Şakir’i bile yerli sabun sandık.
Clear şampuanla kepeklerimizi yok ettiğimizi,Blendax ile saçlarımızı ahenkle dans ettirdiğimizi,Dove ile süt yumuşaklığında bir tene kavuşacağımızı sanırken,
Orkid ile kuru kupkuru dolanacağımızı sanırken elin piç Amerikalısı Türk kadınlarının ve kızlarının yumurtalıklarını kurutarak Türk soyunun üremesini durdurdu.
Et ve Balık kurumundan kıyma alıp evinde çocuğuna,kocana köfteler yapacağına sen McDonald’s ile Burger King’in köfteleriyle Türk çocuklarının neslini mahvettin.
Senin çiftlik tavuklarına bok attıkları için KFC lerin tavuklarıyla zehirlenmeyi tercih ettin.
Sen evinde Air Wick ile havan değişecek sanırken,Alo,
Ariel ile donlarını kar beyazı yapacağını sanırken,Calgon ile kireçlerin pasın çözülecek sanırken oturdun Amerikan Avm si Carrefour’u zengin ettin.
Siz devam edin!
Çocuklarınızı IBM ,Dell, İntel bilgisayarlara oturtup saatlerce oyunlar oynatın,IPhone telefonlar Ipad tabletlerle çocuğunuzun kanser olan hücrelerinin gelişimini alkışlayın.
Türk çocuğu yavaş yavaş ölürken, “Çocuğum çok akıllı amcası maşallah ben bile anlamıyorum bu cihazlardan,zehir gibi zekası var maşallah” diye de hava atın.
Siz 60’lı,70’li,80’li,90’lı ablalar,teyzeler,yengeler, tek rakibiniz olan Köydeki saçlarını zeytinyağıyla besleyip,kille yıkayan Kezban yengeye inat, doğuştan sarı saçlı mihribana inat Pantene ile güzelleşmeye,Loreal ile renkten renge girmeye devam edin,
Signal,Colgate,Sensodyne,Ipana,Oral-B ile dişlerinizi parlatarak hayata gülümseyeceğim diye, beyninizin algı bölgelerini felç edip aptal bir toplum olmaya devam edin.
Ülkemizde kendi üretimimiz olan Sleepy (Eruslu Sağlık Ürünleri) Molfix (hayat Kimya) bezleri dururken siz bebeklerinizin popolarını kuru kalsın,geceleri rahat uyusun,pişik olmasın diye Türk düşmanı piç Amerikalıların Prıma beziyle sarıp sarmalayın çocuklarınızı.
Sonra Canbebe’ler satılmadı diye iflasa gelsin, Nasıl olsa Türkler bir bok işletemez diye onu da yabancılar satın alsın.
Yumoşlarla çamaşırlarınızı yumuşatın,Viledalar ile evinizde dans edin.Veet hazır ağdalarla tüylerinizi yolup kaymak gibi bacaklarınızla havuz,güneş, deniz sefası yapın.
Ah canlarım benim Amerika’nın Vaseline merhemi ile de epey bir yumuşamışız demek ki ;
Baksanıza elin piç Amerikalısı yıllarca vaselinle yağlamış bizi, koca ülkeye hiç hissettirmeden yıllarca sokmuş da sokmuş.
Farkında değil misiniz halen?
Ne mi sokmuş?
Viledanın sapını ayrı, ucunu ayrı dolar bazında Ekonomik saldırılarıyla götümüze kadar sokmuş.
Allah Allah Amerikanın ağzımıza soktuğu Falım sakızlarında onca fal açıp okumuştuk oysa, bize hiçbir fal bunu söylememişti bak sen şu işe.

Şimdi gözünü aç ve iyi bak, ağzımızdan götümüze kadar girenlerin hangisi YERLİ MALI ?
Senin derdin halen DOLAR 7 TL olmuş “Oooo battık Allah Belanı versin Tayyip Senin !!”
Tayyip mi vardı lan 60’lı,70’li,80’li,90’lı yıllarda, bunları Tayyip mi alın kullanın dedi size?
Titre ve kendine gel Türk vatandaşı dışarıya kendin kendini bağımlı ettin.
YAN GELİP YATTIN,ÜRETMEDİN,ÜLKENDE ÜRETEN VARKEN ÜRETENDEN ALMADIN,
DIŞARIDAN GİREN MALLARDAN HAZIRI YEDİN,İÇTİN,SIÇTIN,
Sen Yerli Malı haftasının mantığına ihanet ettin!!
Dolar mı girmiş götümüze ?
Yapma ya hiç hissetmedik,
Yalamaya dönmüş vaselinli götümüzle.

Günaydın Türkiye uyanın da balığa gidelim.
Birazda kendi denizimizin balığını yiyelim.
Dikkat edin,onları da vaselinlemiş olabilirler.
Kaçırmayın balıkları, haydi rastgele

Paylaş

Nerede mi O Eski Ramazanlar

 

“Biz birbirimizi hep düşünürüz,ama ramazanda daha bir düşünürüz.
İftar sofrasını sadece yemeklerle değil sevdiklerimizle donatmayı.
Kendimiz kadar kapı komşumuzu,ihtiyaçlarımız bir yana ihtiyaç sahiplerini de düşünürüz,tokken açın, gençken yaşlının halini.
Fırıncı pideleri yetiştirmeyi,çalışan iftara yetişmeyi,davulcu en güzel manileri söylemeyi,çocuklar çok önceden bayramı düşünür.Biz birbirimizi böyle düşündükçe daha da bereketli olur ramazan…
Sizi düşünen Bankkart Combo “dedi bir titredim.
Bunu alt komşuma sesini açıp dinletsem mi ne yapsam. Kadın bir yemek yapıyor dağlara taşlara her yere kokusu yayılıyor. Daha önceki oturanlar hiç yemek yapmazlar mıydı acep diye düşünür oldum.Bu arada tabi merak da ediyorum kadın yemekleri nerede yapıyor diye.Evinde aspiratör var kokusu benim her odamda. Vallahi canım çekti diye değil hani insanlık olsun diye yaptığım yemekten bir tabak verdim.Daha bekliyorum tabağımı 1 yıl oldu..
Kendimiz kadar kapı komşumuzu,ihtiyaçlarımız bir yana ihtiyaç sahiplerini de düşünürüz, diyor da fakir tesellisi gibi bir şey lan bu…Yalan anasını satim. Yok böyle bir şey.
Gittim gördüm,Ramazan çadırının önü tıklım tıklım insan kaynıyor,çoğu da izdihama girmekten utanıp uzak duruyor.
Mersin de çarşı da bile hiçbir esnaf komşusunu eskisi gibi iftar sofrasına çağırmıyor.
Çalışanlar ise dükkanını bir fazla mal daha satar mıyım derdinde, kapatıp ailesiyle aynı sofrada oturmak için bile can atmıyor.
Eskiden mahallede kocası olmayan kadınlar çalışsa da çalışmasa da zorda olan ailelerin isimleri evleri belirlenir, liste yapılırdı.Durumu olanlar kumanya derlerdi koliler yaparlardı.
Hepimiz çirkinleştik,duyarsız öküzler gibi ruhsuz zombiler gibiyiz artık.Durumu olanlarda belediye kolilerine gözü dikmiş .Garip bir durum.
Fırıncının pideleri para için yetiştirmeye çalıştığının dışında söylediklerinin hiçbirini ramazan girdi gireli göremedim ki.
Anasını satayım reklamı dinleyince bir zoruma gitti ya la .
Sahi neydi ‘bizi düşünen Bankkart Combo’ sende iteleyecek faizini düşünmesen bizi düşüneceğin yok da işte .Teselli metnin güzeldi yine de..
Söylediklerin bir zamanlar gerçekti şimdi ise hayal…Tıpkı Cennet gibi.

Cansel Işık /Manyakaşkıngelini

Paylaş

Son Kapı

“Kendilerine resul gönderdiğimiz insanlara, resullerinin çağrısına uyup ona göre amel edip etmedikleri hakkında elbette hesap soracağız. Gönderilen o elçilere de, tebliğ edip etmediklerini soracağız.” Araf, 7/6).
 
Eğer siz yaratıcınız olan Allah’ı (Tanrı’yı) biliyorsanız insanların yaratıcısıyla arasına girmeyin.İnsanın Allah’la iletişimlerini kesecek,soğutacak eylemlerden kaçının.Nitekim 4 kitap adına yaratılmışlara gönderilmiş elçiler gerçeği vardır.Elçisini bilen bırakın kainatta elçisinin peşinden gitsin.Çünkü kişinin kavmini bilip de sevmesi Allah katında suç teşkil etmez,bilakis insanın kavmini sevmesi ve sahiplenmesi güzel bir şeydir.
Ve şunu hatırlayın ki her canlı için son kapı Allah’ın huzurudur.
Lakin yaratıcı, insanın kavmine ve inancına olan sevgisi için ; “Kim ki kendi kavmine(soyuna) olan sevgisinden ötürü başka kavimlere asabiyet,ırkçılık ve zorbalık yapıyorsa onu kavminizin içinde  uyarın,durdurun.Durduramıyorsanız sahip çıkmayın,destek olmayın ve dışlayın.
Aksi takdirde sahip çıkarsanız, onun kendi soyu ve inancı için,kendisi dışında yarattığım ve farklı elçiler gönderdiğim, farklı soylara sahip olan kullarıma zulmetmesine yardımcı olmuş olursunuz.” diyor.
Ayrıca herhangi bir konuda yaratıcısına karşı isyan edip kendi nefsine zulmetmiş bir yakınını sevip sahip çıkmakta iman kardeşliği için pek selametli davranış değildir.
 
Bu sebepten ben kimselerin ırkına ve inançlarına saldıranları hoş karşılamayan biriyim.
Elçisini bilen bırakın kainatta elçisinin peşinden gitsin.
İnançlarının uğruna başkalarına zulmetmedikçe elçilerinin getirdiği amelleri yerine getirsinler.Karışmayın.
Elçilerinin peşinden gitmeliler,soylarına ve inançlarına sahip çıkmalılar.
Çünkü bunu çeşit çeşit ırktan yarattığı ve peygamberler gönderdiği insanlardan,
kainatın yaratıcısı istemiştir.
Ne dedik ; HER KAVİM VE CANLI İÇİN SON KAPI ALLAH’IN (TANRI’NIN) HUZURUNA AÇILACAKTIR.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Paylaş

Ahdin Bozulması

Ülkemiz Feto denilen Deccal ile 43 yıldır iç içe yaşarken,Bop (Büyük Ortadoğu Projesi) doğmuştu ve bizler ülke olarak içimizdeki zehirleri,toksinleri dışarı atıp temizlenme mücadelesi verirken Firavuna tapan ve tapınakçılara hizmet edenlerde bu süreçte, dingonun ahırı gibi kapısı herkese açık olan Türkiye’de din istismarcılığı yapabilecek modelleri satın alarak ,halkı en aşağısından en üstüne kadar gerçek din ve iman yolundan saptırmayı başarmıştır..Bütün bunlar olurken BoP canlandı,kanlandı ve uzun süredir hayatta…
Suudi Arabistan’ın Lübnan’a saldırmasının arkasında da yine İsrail çıktığı gibi,şu son dakika Irak’ın güneydoğusunda yer alan Süleymaniye’de gelişen depremin de yine doğal değil jeolojik savaş olduğunu hatırlatırım.Belki aranızdan bir kaçınız bu depremi Saddam Hüseyin’in kadir gecesinde asılmış olması musibetine bağlayabilir.
7.2 şiddetinde olan deprem az bir şiddet değildir…Kandilli Rasathanesi bu deprem şiddetini 7.1, merkez üssünü ise İran olarak açıkladı.
Hatırlıyor musunuz ülkemizde Van depremi ne zaman olmuştu ?
2011 yılında olmuştu.Daha dün gibi oysa hafızalarımızda..
Van depremi olmadan hemen önce ABD,İngiltere ve İsrail’e Mahmud Ahmedinejad ne diyordu ?
“İran’ı Haarp ile sallıyorsunuz,bu bulutlar doğal bulutlar değil,siz sürekli fay hatlarıyla oynayarak bizlere jeolojik olarak saldırıyorsunuz” demişti ve elindeki nükleer, kimyasal başlıkları kullanmakla da tehdit etmişti.
Bugün İran-Irak sınırındaki depreme bakarsak,Ahmedinejad’ın o zamanki bu sözlerine de kayıtsız kalmamak lazım derim.

Ortadoğuyu kısmen Müslüman ülkeleri stratejik olarak savaştırarak,kısmen terör ile,kısmen de jeolojik saldırılarla yıkacaklar..Birde işin içine biyolojik savaş olarak hastalık mikrobunu sokarsalar işte o zaman Ortadoğu yeni ismiyle hasta Ortadoğu olarak ele alınacak ve Büyük İsrail olarak yeniden yapılanacak..Biyolojik savaş ; Canlı mikropların insan, hayvan ve bitkilerde hastalık meydana getirmek veya ölüme yol açmak üzere kullanılmasına “biyolojik savaş” denir.
Tabi ki bu proje Türkiye’yi de içine alıyor diyoruz ve kendi içimize dönüyoruz.

Aslında esas tehlike bugüne kadar ülkemiz için oldum olası neydi biliyor musunuz ?

Kendisini ve şuurunu,bilincini hep açık sanan şu ortalıkta devletine karşı atıp tutan,çok konuşan geveze halkımız..Çatışırlar,kapışırlar üstün siyaset kavgaları hiç bitmez.Hep bir kendi bilmişlikleri,kendi inandıkları,zekalarıyla tespit ettiklerini doğru sandıkları kavramlar yüzünden perdeleri kapandı ve yollarını kaybettiler..
Yolunu kaybetmiş olanlar o kadar çok ki ,yaratıcısını Allah’ını unutanlar aşırı hırslarınızla devam edin çok şeyi değiştirdiniz.Kutsal kitap bile yazıyor sizlerin kavgasını..
Hadisler;
“Yakında büyük fitneler olacak,o fitnelerde yerinde oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar.” demiş..Bu günleri nereden bilmişler değil mi ?

Hadislerde geçen alametlerin zaten çoğunu yaşamadık mı yaşadık ve yaşıyoruz da..Bahsedilen alametlerden bir iki tanesi dikkatimi çekti.
“Dine tercih edilen dünya.” demiş.Ve durum aynen bu.

“Rey sahiplerinin ( Oy sahiplerinin ) kitaba, sünnete, icma-ı ümmete, sahabe akvaline bakmadan kendi görüşünü beğenip ona tabi olması” demiş.

Evet evet ,tam da bu durumda değil mi İnsanlar ?

O zaman Resûlullah’a (aleyhissalâtu vesselâm) kulak vermek gerekir ; Fitneler patlak verdiğinde “Marufa sarılın…” diye boşuna emretmemiş demek ki.
Nedir Ma’ruf ? Güzel kabul edilen, meşru olan Allah’ın beğendiği, uygun gördüğü ve buyurduklarıdır.Düşünün anımsayın,her iki kişiden biri “çivisi çıktı bu dünyanın” diyor sürekli. Neden çıktı ?
Cevabı bilenin perdesi açıktır.Perdesi kapalı olan zaten Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dediğimizde “üff sende mi” “bırakın Allah aşkına bu şeriat kokulu kelimeleri,ne geldiyse onlardan geldi” diyecektir.Ben buna çok bilmişliğin cahilliği diyorum.

Allah’ına her gün dua edip şifa dileyen,rızk isteyen kul,şeriat kelimesine gelince sanki azılı bir canavarla karşılaşmış gibi tepki vermekte.Halbuki Ali İmran Suresi 103 cü ayet der ki ;
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. ”

Hadislerde yine dikkatimi çeken ışık şu ki ;
Resûlullah bir gün soruyor “Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle baş başa kalırsan ne yaparsın?” diyor.”Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah’ın Resulü!” diyor Abdullah İbnu Amr.

Şakası yok bu işin, Ahdin bozulması demek, güven ve emniyetin kalkmasıdır..Ahdin bozulmasıyla vicdanlara baskı artar, inançları sebebiyle gerçek dindarlara saldırma, sataşma artar ve bu durum tahammül edilmez hale gelir.Ahdin bozulması bu sebepten din ve vicdan hürriyetinin de ortadan kalkacağını ifade eder.İster mal, ister can, isterse ırz emniyeti olsun, hepsinin emniyeti kalkar.İşte Milletçe ve Ümmetçe böyle bir süreçteyiz.

Peki böyle bir durumda sen ne yaparsın ey cemaat-ı Müslimîn ?
Resûlullah bugünler için söyleyeceğini söylemiş ve aklı kemale rehberlik etmiş ; “Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terk edersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı (ile de), onların cemaati ile de (uğraşmayı) terk edersin.” [Buhârî, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davud, Melâhim 17, (4342); İbnu Mace, Fiten 10, (3957).]

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Hazımsız Üretken Canlılar

İnsanoğlu başarmış olduğu her ne varsa, bir başkasının nedense o yolda başarılı olmasını ve kendinden daha iyi olmasını  istemiyor.Kendinden sonraki gelişmesi gereken ya da gelişme aşamasında olan kişileri aşağılayarak,ezerek,yeteneklerini küçümseyerek çöküntüyle ortadan kaldırmaya çalışıyor.

İnsanoğlu hazımsız bir canlı olmamalı.Hazımsızlığın kimseye pek fayda sağlamadığını bilmeli, gelmiş geçmiş atalarından ibret alarak kendini düzeltme yoluna gitmeli.

Sen iyi bir kameraman olabilirsin ama başkalarının da olma isteği ,buna ilgisi ve sempatisi olabilir.Maddi durumu olmayabilir,belki senin gibi en kaliteli  eğitimi alacak parası yoktur ,fakat bu öğrenmesine engel değildir,varsa bir engel,engelini kaldırıp öğretebilirsin.

Mesela sen iyi bir fotoğrafçı da olabilirsin,ama yaşadığın gezegende kendinden başka bir fotoğrafçıya  tahammülün yoksa ve bilgilerinden karşılıksız faydalanmalarına izin vermiyorsan,sen geçmiş dönem şartlarına göre temelden zorlu bir yolculukta başarıya ulaştın diye,senin dışındaki günümüz insanlarının amatör fotoğrafçılık yapmasını da hakir göremez, bu duruma sinirlenemezsin..

Sinema ve televizyonculuk okuyarak film yönetmeni, seslendirmen olabilirsin,en iyi senaryo yazarı, kurgucu,görüntü yönetmeni,oyuncu vesaire olabilirsin.Sen bu yeteneklerinle kendini sanatçı da ilan etmiş olabilirsin, hatta iyi bir edebiyat fakültesinden mezun olarak iyi bir yazar da olmuş olabilirsin,senin dışında edebiyata gönül verenleri,şiir yazanları,yazı yazanları gördüğün zaman onların ruhunu besleyip kulağına bir fısıltıyla cesaretlendiremiyorsan,eksikliklerini birebir gideremiyorsan,senden sonrakilerin gelişmesini istemiyor,başarmasını hazmedemiyor ve gördüğün yerde sürekli kendi bulunduğun seviyeyi ve aldığın eğitimle öne çıkıp,en iyisinin sen  olduğunu düşünüyorsan,senden sonrakileri ya da senin dışındakileri küçümsüyor,hatalarını toplum içinde deşifre ediyorsan, şapkanı önüne eğ bir kez daha düşün derim.Hep bana Rabbena olmaz.

İşte sen kendinin her ne olduğunu düşünüyorsan, sen daha olmamışsın dostum.

Tamam,sanatçıyla egosu ayrılmaz bir bütündür diyoruz ama sanatçıdaki egonun bir büyüklük taslama ve kendini yüceltme olmadığını bilmelisin.Bu dünyada yalnız olmadığını,dünyanın senin etrafında dönmediğini  anlamalısın. Bunu anlayabilmen için seni yaratan kainatın en büyük sanatçısının eserlerine bakmalısın.

Sana verilen özellikler,yetenekler senin dışındakilere de farklı boyutlarda verildi.O yol sadece sana bahşedilmedi.İnsanların kendilerinde fark ettiği yeteneklerini ortaya tüm çıplaklığıyla çıkarması seni rahatsız etmemeli,bilakis buna sevinmeli ve destek olabilmelisin.Sen resim yapıyorsan başkası da yapabilir,sen kitap yazıyorsan başkası da yazabilir,sen konservatuar okuyarak şarkıcı ya da müzisyen olabildiysen başkası okumadan senden daha iyi şarkı söyleyebilir,hiç eğitim almadan kendi kendine bir enstrüman çalmayı da öğrenebilir.

“Önüne gelen yazar oluyor,önüne gelen oyuncu oluyor,önüne gelen sanatçı oluyor,önüne gelen topçu,popçu oluyor ,artık bu işlerinde bir asaleti kalmadı herkes yapıyor” dediğin an sen sanatçı değilsindir.Bu şekilde düşündüğün sürece sanatın yok olur.Geriye senden sadece sorun üreten,üretken ve hazımsız bir canlı kalır.

Kendi varlığından haberdar olan,kendi dünyasından etrafa bakan, kendisini fark eden insan kendi dışındaki insanların yeteneklerine,hobilerine,zevklerine hazımsızlıkla ket vurmamalıdır…

İşte bunu başarabiliyorsan o zaman sen sanatçısın.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Şizofren Diyerek Geçme !

 

Toplumda ağzımıza alıştırdığımız hani şu kelime vardır ya,lakayt biçimde tırmalar kulaklarımızı;

” Şizofren misin oğlum (kızım) sen ? ”

“Birde psikoloji okudum diyorsun, sen nasıl psikoloji okudun önce kendini tedavi et ! ”

“Şizofum benim jüpiter gibisin ha, galiba sizde genetik ”

“Senin gibi cins şizofren olanını da ilk defa görüyorum pes !”

“Nerenden yumurtluyorsun abi bütün bunları ? Android misin, şizofren misin ne iş anlayalım bak yine mala bağladın ha ”

Yazıma böyle bir giriş yaptım,çünkü bu tür konuşmaların geçtiği bir diyaloğa da ben dolmuşta şahit olmuştum.Muhabbet sahiplerinin.yaşları 30-40 arası vardı. Dolmuş gibi halka açık bir mekanda konuştukları için bazıları ters ters bakmıştı konuşanlara.Neden ters baktıklarını düşündüğümde hak vermiştim bakanlara.Çünkü istatistiklere göre Türkiye’nin 600 bin nüfusu şizofren hastasıydı.Kim bilir konuşanlara ters bakanlar ya şizofren tedavisi görüyordu,ya da bir hasta yakınıydı.

Bir kere şizofren kelimesi ; gerçeklerle iletişimi kopmuş,gerçek dışı düşüncelerle hareket eden,düşünce, duygu ve davranışlarında önemli bozulmalar yaşayan insanların içinde bulunduğu ızdıraplı bir ruh hastalığını ifade eder. Bilinçsizce kullandığımız şizofren kelimesi hakaret sayılan kelimeler arasında yer aldığı için iletişimde ağız alışkanlığı olarak kullanıldığında  hakareti amaçlamasa da, yine de bu tür hitaplar,şakalar tüm hasta kişilere, hatta yakınlarına yönelik bir onur kırma ve aşağılama durumunu barındırır. Bu sebepten şizofren olsun ya da olmasın her iki tarafa da şaka mahiyetinde kesinlikle söylenmemesi gereken kelimelerden biridir.İşte toplum içi davranışlarımızda bizler bunlara hiç dikkat etmiyoruz.

Hatta şizofrenlerle ilgili bir araştırma yazısında okumuştum.”Tarihte şizofreni hastalığı tanısı konmuş pek çok sanatçı vardır” diyordu.

Öncelikle sanatçı ve şizofren arasındaki farklılıklar nedir ne değildir onu kavrayalım.
Sanatçı;
Kişisel birikimlerini, bilinçaltını, yaşam felsefesini, kollektif bilinçaltını harmanlar.Derinlerde yatan, işlenmemiş ham malzemeyi deneyim, bilgi, ustalık ve estetik elementler yardımıyla işleyerek topluma sunar.
Şizofren ise;  çoğunlukla kendi iç dünyasını anlatan mesajlar verir, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanır.
Şizofren olduktan sonra sanatçı olanlar ile profesyonel sanatçı arasındaki tek fark; kendini ifade etmesi, yaratma dürtüsü ve ölümsüz olma isteğidir.
Bu arada rica ederim “Şizofren” diyerek ,aşağılayarak ya da sallayarak hastalıkmış diyerek de  geçmeyin lütfen  

Bugün Louis Wain,Vincent Van Gogh,Carlo Zinelli,Adolf Wölfli gibi ressamların yapmış olduğu resimlere bakarsak onlar şizofren sanatçılar arasında hatırlanabilecek isimlerin en başında gelir.
Farklı sanatlarda isimler örnekleyecek olursak;

  • Fransız oyun yazarı, oyuncu, yönetmen ve şair Antonin Artaud,
  • Alman lirik şair Johann Christian Friedrich Hölderlin,
  • Avustralyalı konçerto piyanisti David Helfgott,
  • Polonyalı balet Vaslav Nijinski,
  • ABD’li matematikçi John Forbes Nash,
  • ABD’li caz trompetçisi ve kompozitörü Tom Harrell gibi isimlerin başarılarını görebiliriz.
  • Tabi ki Şizofren sanatçılar arasında 50 yılı aşmış rock müziğin efsane ismi Pink Floyd grubunun bestekarı ve vokalisti Syd Barrett’i de unutmamak lazım.

Buraya kadar Avrupalı sanatçıların isimlerini gördük.Kendi sanatçılarımızdan da şöyle baktığımız zaman,görünen yanıyla imrendiğimiz o ünlü isimlerin bir çoğununda şizofren tedavisi görmüş olduğunu görüyoruz.Tedavilerden sonra hayatları kendilerine zehir olurken,diğer yandan bizlere ışıl ışıl görünebilen bu insanların aklımızda kalan yeteneklerinin ve yaratıcılıklarının tek nedeni ise şizofreni olmuş olmalarıdır.

Çok uzağa gitmeyelim filmleriyle gönlümüze taht kurmuş,en akılda kalır ismi hababam sınıfının meşhur Mahmut hocası Münir Özkul. Sahi oyuncu Münir Özkul’un bir dönem toplumdan yaşadığı sıkıntılardan dolayı oyunculuk döneminde aynı zamanda şizofreni ile de mücadele ettiğini kaçımız biliyoruz ?

Münir Özkul, rahatsızlığı için kullandığı ilaçlardan fayda görmeyip alkole nasıl sarılmış olduğunu  bir röportajında şu kelimelerle anlatmıştır “Bu,sanatçıların çok başına gelen bir şey.
Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.Olmuyor,gelmiyor…”

Münir Özkul yine bu röportajında içkiden nasıl kurtuldunuz sorusuna da şu şekilde cevap verir  ; “Tam şuurlu olarak yapmadım bunu.İçkiyi bırakmayı çok istiyordum.Gitmediğim doktor,yatmadığım hastane kalmadı.Hastane duvarlarının arkasına girdiğim zaman kendimi rahat,emniyette hissediyordum.Fakat dışarı çıkıp o toplumun dışarı çıkar çıkmaz hissedilen baskısı var ya hissettim bunu….Bir sanatçı olarak sevilme zorunluluğu.çalışmak zorunluluğunu sırtımda hisseder hissetmez o çocuksu bünyem hemen paniğe kapılıyor ve  hemen içki şişesine sarılıyordum.”

Bir gün Münir Özkul’un yakın arkadaşı Haldun Taner Münir Özkul için ünlü bir psikiyatr olan  Dr. Süleyman Velioğlu’ndan bu rahatsızlık için randevu almıştır ve doktorun Haldun Taner’e cevabı enteresandır. Zaten  Dr.Süleyman Velioğlu 1967 de kişisel bir sanat anlayışı geliştirerek  Akatünvel Sanat Grubunu  kurmuş olan bir doktordur.Yani sanata çok uzak bir kimlik değildir. Dr. Süleyman Velioğlu aynı zamanda Türkiye’de Psikiyatri alanında Creative Art Therapy yani Sanatla Teşhis- Tedavi yöntemini uygulayan ilk kişi olarak bilinmektedir.Bu çalışmaların dışında “Bir Sizofren Hastanın Sanat Ürünleri”  “Prepsikotik Aşamadan Psikoza Şizofrenik Süreç” “Akıl hastası Ve Sanatçı” “İnsan Ve Yaratma Edimi” adında  kendi ilmiyle ilgili kitaplarında yazarıdır.Tüm bilimsel araştırmalarını sanatla teşhis ve tedavi üzerine yaptığı için Haldun Taner şizofren ve sanatçı olan Münir Özkul’u Dr.Süleyman Velioğlu’na getirmiştir…Doktorun Münir Özkul için “Bu adamı neden iyi etmek istiyorsunuz? Sanatı ve başarısının nedeni bu yakındığı özellikler. Onları iyi edersek, ortada sağlıklı bir kabuk kalır. Bırakın olduğu gibi devam etsin, şimdi mutsuzlukları içinde mutludur. İyi olursa büsbütün mutsuz olur.” demiştir.

Sizi bilmem ama Haldun Taner ile psikiyatrın arasında geçen sohbetin bu kısmı  beni oldukça etkiledi.Münir Özkul için söylediği bu sözleri tüm şizofreniler için düşünürsek hani haksız da sayılmaz.Şizofrenler bana göre ayrıcalıklı insanlardır. Düşünsenize mutsuzluklarınız ilham kaynağınız,mutsuzluklarınız mutluluk kaynağınız ve mutsuzluklarınız yaratım,üretim kaynağınız,mutsuzluklarınız toplumsal bir hesaplaşma kavganız.Bu mücadelede sizi kucaklayan sığındığınız birde hayal dünyanız var.Bu kendini gittikçe toplumdan soyutlayan ayrıcalıklı ruhu ilaçlara boğarak öldürmek ve sadece etten bir kostüm giydirip ruhu ölmüş diğer ruhsuz dolaşan canlıların arasına katmak bana göre hiç de mantıklı değil.

Dr.Süleyman Velioğlu’ndan sonra tıbbi araştırmalara göre geçmişten bugüne şizofreni hastalarının sanata, özellikle resim ve müziğe ilgilerinin yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Bu sanatların hastalığın teşhisinde, gidişatının tespitinde çok faydasının olduğu da belirtilmiştir.Müzik dinlemek ve aktif müzikal etkinlikler şizofreni hastalarında gerilemiş olan toplumsal iletişimde,psikolojik, sosyal ve zihinsel becerileri geliştirmeye katkıda bulunduğu için, hastaları topluma kazandırma bilinciyle bugün yan etkili eski tedavi biçimlerinin yerine uyku vermeyen yeni kuşak ilaç tedavisine ilaveten,hastayı dış hayata yaklaştırma terapisi ve sanatsal faaliyetler terapisi birleştirilmiş ve bazı merkezlerde şizofreniler için sanatsal uygulamalar altında tedavilere başlanmıştır.

Bu arada sanatla teşhis- tedaviden bahsetmişken şizofrenlerin yazan kısmına da dokunmamak ,onları da anmamak olmaz. Hatırlar mısınız bilmem Ateşin Düştüğü Yerden Sesler, Yüzler, Öyküler Yarışması  adı altında 2009-2010-2011 yıllarında sadece şizofreni hastalarının eserleriyle  katılabildiği bir yarışma düzenlenmişti.Bu yarışmanın amacı şizofrenilerin hayata katılımına destek vermekti.
Bu yarışma sonucu 2009’da ilk 10’a girenlerin öyküleri Doğan Kitap tarafından “Hayat Bana Yüreğini Açıyor” ismiyle kitaplaştırılmıştır..Yine aynı yarışmanın 2010’da ilk 10’a giren öyküleri ise “Hepimiz Deliyiz” adıyla yine Doğan Kitap tarafından basılmıştır.

Yarışmanın 2010 yılı 1’incisi SÜVEYDA ÖLÜDENİZ,  2’cisi  ise YASEMİN ŞENYURT olmuştu.

Yarışmayı kazananlardan  Süveyda Ölüdeniz kendisine neden yazdığı sorulduğunda şöyle bir cevap verir ;

“Birçok nedeni var. En büyük hayalim yazar olmak. Bazen kilidi çözen; aşk, öfke, ya da bir espri oldu, ben de yazdım. Delirmemek ama deli kalmak için yazıyorum. Dünyayı yan yana getirdiğim kelimelerle havaya uçurmak istiyorum. Kendimi tutsaklıktan kurtarmak için yazarken başkasına dönüşüyorum ve hayatı kelimelerle becermeyi seviyorum. Mutsuzluğuma soyluluk katmak için yazıyorum. Ölüme kelimelerle sarkıntılık etmeyi seviyorum, sevgili bulmak için yazıyorum. Yazmak, aklımın hapishanesinden delirerek kaçmamı sağlıyor. Cinayet işlememek için kelimelerle cinayet işliyorum. Düşmanıma benzemeden intikam almanın yolu yazmak. Hiç kimseden emir almamak için yazıyorum.”

Yarışmanın 2 cisi Yasemin Şenyurt ise yazarak ataklarını atlatabildiğini,yazarak sorunlarını teker teker sorguladığını anlatmıştır.Yazarlarımızın duygu ve düşünce anlatımlarına bakarak şizofreni nedir diye düşündüğümüzde hekimlik terimi haricinde  bu duruma o halde şöylede diyebiliriz şizofreni bir takdir edilmeme,onaylanmama,dışlanma korkusu ile sürekli en iyisini yapma baskısı altında gelişmiş, toplumdan ve çevreden kaynaklanan,travmalar,kavgalar vesilesiyle insan ruhunun yaralanarak,genetik faktörler eşliğinde ortaya çıkması.

Burada dikkatimizi çekmesi gereken ve anlamamız gereken şudur; her iki yazarımızın da  yarışmadan sonra hayatlarında takdir edildikleri için psikolojik açıdan büyük bir rahatlık hissetmiş olmalarıdır.Tıpkı Münir Özkul’un “Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.” dediği gibi.Bu sebepten diyebiliriz ki takdir edilmemek bu hastalığın alevlendiricisi ve tetikleyicisidir.Gaipten sesler duymak ve paranormal hikayelerin kahramanı olmak ise ilk zamanki verilen belirtilerden çok sonraki atak evreleridir.

Öte yandan kiminin sanal dediği bizimse dijital dünya diye adlandırdığımız İnternet alanında  günümüz yaşantısına ve insan hikayelerine baktığımızda, kendi iç dünyasını anlatan mesajlar veren, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanan sayamayacağımız kadar sayısızca insan görmekteyiz.Kim bilir onlarda  yazarlarımızdan SÜVEYDA ÖLÜDENİZ ve YASEMİN ŞENYURT gibi midir bilinmez.

Belkide şu an düşünmeye başladınız,ben ya da ailemden biri veyahutta yakın arkadaşım şizofreni midir değil midir,korkmalı mıyım,nereden anlayacağım bu hastalığın belirtileri nedir derseniz ,tıp dünyası bu belirtileri şu şekilde sıralıyor. Şizofreni başlangıcı olan kişilerde bu durum algıda kusur ile başlamakta,sonra sırasıyla düşünce oluşturamama ve düşüncelerde bozulma,bir durumu,kişiyi yargılarken yargıda dengesizlik kusur belirtisi,örneğin şizofrenler duygularını rahatlıkla yansıtamazlar,sevgi,öfke,coşku gibi duyguları ya aşırı tepki ya da içindeki coşkuya karşın kendilerini kısıtlayarak sessiz bir moda geçerler,hafıza karmaşaları mevcuttur,bellekleri sürekli karışıktır.Doğru ve yanlış kavramları bozulur.Doğrunun bir tane olduğu yer vardır siyahın siyah olması gibi lakin şizofreniler doğruyu yanlış olarak kabul ederler.Eğer siyah sizin doğrunuz ise onların doğrusu beyazda inat eder.Bu yüzden sağlıklı birey olarak siz zıtlaştıkça gerilim artacaktır.Sonuç olarak bir çok davranışları garipleşerek göze batmaya başlar.Allah ile kavga etmek gibi,değişik dinlere yönelmek ve bunları kanıtlayıcı tarzda alim olmuşcasına konuşmak gibi ,halisülasyonlar ya da öte alemlerden üç harflilerden ses duymak gibi tuhaf davranışlar belirtiler arasındadır.

Bu yüzden ulu orta yerlerde durumundan emin olmadığınız çevrenizdeki insanlarla İletişim halindeyken “şizofren misin oğlum” diyerek aşağılama içeren “Gizli Damgalama” yı besleyen bu kelimeleri kullanmayın.Çünkü şizofrenler kabul edilmeme,dışlanma korkusuyla kendilerini kamufle ederler.Şizofren olduklarını bilseniz de bilmeseniz de öğrendikten sonra bu tür insanlarla iletişim kurmaktan da sakın korkmayın ve onları etiketlemeden sanata yönlendirin.Çünkü bu kişiler ne kadar iletişim kurarsanız o kadar topluma adapte olarak sanat desteğiyle iyileşme göstermekteler. Dr.Süleyman Velioğlu sayesinde  artık şunu diyebiliriz ki sıradan bir insanın bile şizofreni olduktan sonra sanatla tedavi edilmesi mümkündür.

Selametle kalın..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

 

.

 

 

 

Paylaş

Hastalıkların Başı Çok Yemektir,İlaçların Başı İse Perhizdir.

Yaşam mücadelesinde nerede üzülen,yıpranan ağlayan sevdiklerimizi görsek “Güçlü ol ! Güçlü ol” sözleri hep dilimize dolanır .
Oysa ruhsal yönden güçlü olmak bedensel güçten geçer.Bedensel güç ise yine yaratıcının insanların bedenlerine gereken özeni göstermesi için şifa kodlarını yüklediği şifalı besinlerden geçer.Hatta bu konuda İbrahim Nehai hazretleri, “nebati gıda bulunmayan sofra, akılsız ihtiyara benzer ,mal ve evladının çok olmasını isteyen, bitkisel gıda çok yesin” demiştir.Lakin günümüz insanı bu hadisten maalesef bihaber olmakla beraber bir çoğu damak lezzetine göre beslenmeyi alışkanlık haline getirdiği için bedenine ne kadar fayda sağladığının, ne kadar zarar verdiğinin bilincinde olmadan beslenmekteler.Bunu çoğu kişi önemsemediği için bedenine gereken değeri vermez,daha çok önüne ne gelirse yiyerek kendini mutlu etmeyi vazife bilir..Sonuç olarak türlü türlü zincirleme hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalır.
İnsanoğlu bu pejmürde başıboş,duyarsızca beslenmeyi bırakmalı, bedensel şifresini keşfetmek ve ona göre bedenini severek sorumluluk alarak sağlıklı beslenmek zorundadır.

Öte yandan şununda bilincinde olmalıyız, insanoğluyuz, yaşamsal faktörler nedeniyle yorulabilir ve bu yorgunlukla bedenimiz yıpranır.Bu sebepten bedenimizi beslemenin dışında da şifa kodları yüklenen bu besinlerle de bakım yaparak bozulan yerlerimizi onarmak zorundayızdır.Bu bakımları yapmakta önemlidir, bedensel güce gereken desteği verir. Bu bakımlara örnek verecek olursak; bilinir ki naturel zeytinyağı 70 derde devadır,dökülen saçlara rafineri olmayan naturel zeytinyağı ile bakım yapmak gibi,mantar suyuyla gözlerdeki ağrıyı önlemek ve parlaklık kazandırmak gibi ,yeşil yapraklılardan tere ile depresyon kür tedavisi uygulamak gibi ,çörek otuyla uykusuzluk ve unutkanlık sorununu çözmek gibi ve daha nicesi.

Unutmayın ki bedensel güç her şeyden önemlidir,çünkü bedensel gücü yüksek olan kişinin ruhsal gücü de yüksek olur.
Bedensel gücü zayıf düşürecek tarzda beslenmek ve vücut bakımı yapmamak hem ruhsal gücü düşürür hemde yaşam mücadelesinde insanoğlunun her alanda zayıf düşmesine neden olur.
Ruhsal gücü yüksek insanın özgüveni yüksek olur, kendi değerleri ve doğruları doğrultusunda yaşar,hayatındaki başarı ve mutluluk kavramlarıyla cesurca yüzleşir.Bir insanın ruhsal gücünün yüksek olup olmadığını karşısına çıkan zorluklarla ve onlara gösterdiği tepkilerle ölçebiliriz.
Ruhsal gücü düşük olanlar ,aldıkları kötü bir haber ve olumsuz eleştirinin karşısında çaresiz olduklarını, olanlar karşısında da mücadele edemeyecek durumda olduklarını düşünürler.Küçük şeylerden mutluluk duyamaz hale gelirler.Sinir ve stres katsayısını yükselten durumlar karşısında anksiyete moduyla fevri davranırlar.Ve sorunun hep başkalarında olduğunu savunurlar.Sağlıklı beslenmeyerek hem bedensel gücü hem de yaşam kalitesi düşmüş bu kişiler sürekli problemlere odaklanırlar.Bunun içinde daima kendilerine uygun bir dostla dertleşmek ihtiyacı duyarlar.
Bu durumda da ruhsal güç kaybı toplumsal olarak bulaşmaya başlar ve otomatikman sürü psikolojisi devreye girer.Bugün bu potansiyel tehlikenin bilincine varmış bir çok kişi ruhsal gücü düşük insanlardan işte bu yüzden kaçmaktadırlar.
Demem o ki ; bu durumları yaşamamak ve yaşatmamak için en başta bedensel şifrenizi keşfederek sağlıklı beslenmek zorundasınız.Bu sizin en başta yaratıcınızın size hediye etmiş olduğu bedeninize karşı sorumluluğunuz ve görevinizdir.
Yine bu konuda bizlere bilgi sunan Seadet-i Ebediyye de der ki ; “Hastalıkların başı çok yemektir. İlaçların başı ise perhizdir ” der..

Bedeninizi sevin ve ona iyi bakın..Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Bilirim Siz Ölüleri Seversiniz.

 

Ölmek lazım sayılmak için, sevilmek için,hatalarının unutulup iyiliklerinin anımsanması için ,”şu fotoğrafta da ne güzel gülümsemiş canım benim” demeleri için.
Ölmek lazım “ya baksana nelerde yazmış bırakmış, anlatmış,satırlarında seni,beni,onu anlatmış, meğer kendisini bizden saymış,anlamamışız sessizliğin tınısını çığlıklarıyla harmanlamış, ama kimselere garibim sesini duyuramamış” demeleri için.
Ölmek lazım işte “beni ne çok severdi,ne emek verirdi, birlikteliğimiz için neler yapmıştı ben ona hak etmediği onca kötü şeyi yapmama ve canını acıtmama rağmen,bana hayata karşı dimdik durmayı o öğretmişti,şimdi beni onun gibi kim sevecek,kim çekecek,kim anlayacak ruhumu,beynimi kim düzenleyecek “diyerek ağlayanları duymak için ölmek lazım dostum…

Tıpkı sizi sevenlerin öldüğü gibi ölmek lazım işte.Bilirim siz ölüleri seversiniz,ölümü sevmezsiniz.Fakat ölüler sizi ölene kadar severler, öldükten sonra sevmezler.
Neden mi ?
Çünkü onların katili zaten sizlersiniz.Bu yüzden siz ölümü de sevemiyorsunuz işte,siz korkarsınız ölümden.
Siz yapay dünyanın kabadayıları,siz yaratıcının nefes üflediği kalbin size bahşedilen, gönderilen masum insanların sevgisini hunharca kullanıp ezerken ancak yapay dünyada celallenip dayılanırsınız. Kırarsınız,dökersiniz alemin en iyisi kralı biziz diyerek..
Kimse sizi öldüremeyecek kadar dürüstsünüzdür,yaşamayı hak ediyorsunuzdur çünkü.
İyisinizdir,hoşsunuzdur,yanlışların alayı size yapılmıştır da siz harikasınızdır.
Geceleri akıl melekeleriniz kafanıza balyozla vurur “yalan söylüyorsun ! yalan konuşuyorsun ! sus artık yalan konuşma,neler yaptın bir baksana ” diye diye geceleri kimseler yok iken yastıkları kucaklatıp ağlatırlar sizi içten içten.
Çünkü bilirsiniz kendinizi fakir tesellisiyle kandırmaya çalıştığınızı,kimsenin bilmediğini de sanırsınız ya biraz güç toplarsınız,aptalca uyuşturur bu sanrılar sizi.
Sabahın hayrına uyanacağınıza gecenin şerrini taşırsınız aydınlıklara.Güçlü olmak için insan kalbi kıra kıra yaşarsınız.
Ağzınızdaki dilin kıvrımlarıyla,envan çeşit yalanlara bezenerek
aptalca aktarırsınız fakir tesellilerinizi ,etrafınızda size kendini heba etmiş masum varlıklara.

Siz ölüleri seversiniz işte.Onlarda zaten siz onları bu şekilde seversiniz belki diye ölmek istediler…Siz dünya gözüyle sevmediniz ,kalp hakkını vermediniz diye yaratıcılarının şefkatli kollarına sığınmak için,sağlıklı halleriyle her gün çektirdiğiniz duygusal acılar yüzünden ölmek için dua ettiler..Gün gün eridiler,kimi üzüntüden hastalığa kaldı sırasını bekledi,kimi
kalbinde alacak hesaplarıyla onca acı ve ızdırapla yaratıcısına kavuşmak ümidiyle kendi kararıyla çekti gitti..

Zihnini yokluyorsun ve gülüyorsun değil mi ? “Çok şükür diyorsun olmadı öyle bir şey..Belki de sen farkında değilsin olacak..Etrafına bir bak,sorgula,yokla bakalım..
Sırasını bekleyenlerin değil de kendi kararıyla bu yaşamdan çekip gidenin, ya da gidecek olanın suç ortağı sensin işte ..Söylesene kaç tane kırdığın kalp var,kaç tane kalbinin içine akıttırdığın göz yaşı döken insan var ?
Sırada kaç tane ölmek için dua eden var ?
Ya da seni ölümüne sevdiğini söylerken,yaşamın getirdiği ağırlıkları varlığınla unutmaya çalışan,seni kendine anlamlandırırken yaşam enerjisini sana boşaltan,elinde tuttuğun,kandırdığın kaç kişi var ?
Kötü hallerini gördüğün halde görmemezlikten geldiğin,
Sevginden kollarından mahrum kaldı diye sağda solda şefkatli kol arattırdığın kaç sevgi açı masum var ?
Sana ihtiyacı olduğunu söylediği halde işim var diyerek keyfe aleme dalmaya gittiğin duymamazlıktan gelerek ağlattığın kaç kişi var ?
Sevgisizlikten delirttiğin için intiharın kollarına kendini bırakan, masumken günahkar ettiğin daha kaç can var ?

Siz ölüleri seviyorsunuz işte ,ancak öldükten sonra keşkelerle ağlıyorsunuz arkalarından başka yaptığınız bir bok yok.
Ancak kendinizi seviyorsunuz,gariban kalpleri paraya tapan yanlarınızla katlediyor gönderiyorsunuz hastalıklara ve ölüme.

Geceleri halen akıl melekelerin geliyorsa ,sana hatalarını yüzüne vuruyor ayna oluyorsa çok şanslısın.
Sırf sen onu bu dünyada sevmeyip,ezdin diye ölmek isteyen onca masum can var ya ; direne direne artık o gece akıl melekelerini görememiş duyamamışlardı.
Kalk geç olmadan, bak aynaya ve vur o bencil,egoist korkak suratına !
Ardı ardına vur tokatları.Hani yaratıcının nefes üflediği kalbin sana bahşettiği gönderdiği o masum insanların sevgisini hunharca kullanıp ezdin ya; işte onun için tükür o kertenkele suratına ve ağlattığın kalpler için ağlayarak af dile yaratıcından..
Unutma aslolan ölüleri sevmek,öldükten sonra sevmek,kıymet bilmek,kendini bir mezar taşına konuşarak affettirmek değildir .
Aslolan diriyken kıymet bilmektir,diriyken üzmemektir,diriyken incitmemektir,diriyken sevmektir,diriyken yarasına merhem olabilmektir,göz yaşını silebilen yakın bir el olmaktır,iki elin kanda da olsa ona koşturan ayak olmaktır,eksiğini tamamlayabilmektir. Hatalar insan içindir, olur da göz yaşını akıttıysan diriyken ağlattığından af dilemektir.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Narsist Burjuva Nöbeti

 

Hep duyarım. Aldığı eğitimin kalitesinden, yaşamının en sefil ve ezik döneminde, döneminin burjuva rüzgarından etkilenmiş ,kabul edilememe korkusuyla, okuduğu kitap sayısından, dinlediği müzik tarzına kadar, kendini entel dantel kariyer zirvesinde görüp, toplumdan soyutlayarak yaşamış, kendini bilgelikle etiketleyerek kendinden başkalarını beğenmeyerek yaşamış insanlara her zaman çok üzülmüşümdür.

Çünkü yaşam seçtikleri çizgide otomatikman yalnızlığı kendilerine hediye etmeye başlar ve kendilerini soyutlayarak kalite olarak ayırsalar da her insan gibi onlar da vesvese denilen illetin kucağına düşerler.

Narsist bir duygunun esiri olduklarından ötürü bulundukları durumu da kabullenemiyorlar, topluma uyum sağlayamadıkları için de kendilerini tedavi etmek için mutluluk ustalığına soyunuyorlar.

Geçmişlerinden getirdikleri bilgilerle dışladıkları toplumun bireylerine bilgece tutunmaya çalışıyorlar. Beni üzen tarafı bu.. Sanırım mutsuzken topluma mutluluk ustalığı yapmak ve bilgelik taslamak da böyle bir şey…

Mutlu bir varlıksan; toplumun sana ihtiyacı vardır, onları dışlamadan, ezmeden, sınıflandırmadan mutsuzluklarına odaklanabilirsin..

Fakat mutsuz isen özünle yüzleşerek önce kendi iç dünyanın mutluluğunu inşa etmelisin. Biraz inziva biraz da inşirah..

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Hasta Dünya İnsanı

 

Davranışı her ne kadar bilinçdışı belirlese de zihinsel sağlık sorunlarıyla mücadele eden insanların artık kendilerini kamufle etme ihtiyacı duyduklarını gözlemliyorum…

Bu durum bizim ülkemizde daha berbat bir durumda. Ağlayana “ne kadar da zayıfsın ,çok gülene sen iyi değilsin” diyen bir toplumuz. Dil düşünceden daha çok tehlikeli diyebilirim. Düşünce zihnin derinliklerinden gelirken zihinde kalırsa bir sakıncası yok da dile dökülürse dil kötü düşünceler için potansiyel tehlikedir.

Atalarımız boşuna dememiş “eline, diline, beline sahip ol” diye. Ama dinleyen nerdeee?

Acaba insanların dilleri olmasaydı sadece beden diliyle anlaşabilirler miydi?

Neden anlaşamasın ki,üstelik Dünya üzerinde kullanılan bir işaret dili bile mevcutken .

Neyse …

Konumuz; bu dünyada ki hayatı güzelleştirecek insan tipleri. Dünyamızın uzun zaman öncesinde altın çağ denilen döneme girmişliği vesilesiyle şu zamanlarda onlardan bahsetmemek tabi ki olmaz.

Ruhsal olarak uyanmış ve ruhsal olarak gelişmiş telepatik iletişimin çalışma şeklini kavramış, spiritüel tekamüle ermiş, kozmolojik seyahati başarmış 3 cü boyuttan 4 cü boyuta geçerek bilgiye erişmiş yüksek titreşimli insanlar.

Sayıları çok az olsa da hasta olan dünya insanını düşünsel, moral ve ruhi destekle yaşamda tutmaya çalışıyorlar. Ne güzel değil mi ?

Buraya kadar kulağa hoş manzaralar.

Dünya insanı ise gerçekten hasta,sürekli bir umutsuz,sürekli bir şüpheci,uyumsuz,iyilik kabul etmez tavırlar,asabiyet,oto-kontrolsüz,negatif enerjilere meydan okuyacağına sürekli bir olumsuzluklara teslimiyetçi,acınası küçük Emrah tiplemeleri,Halil Sezai’den incir reçeli isyaaaan tiplemeleri,böyle sürekli uyuşmak ve uyumak talepleri,morfinsel arzular,alkol şişeleriyle dans etmeler,votka ile yapay enerjilerin çiftleşme sahnesinden patlayarak çıkan,nirvanada küfrün 7 kategorisiyle kafa arama havaları derken bonzailer,pembeler,şekerler,sentetikler bunlardan bahsederken bile yüzüm buruştu ?

Fikirler,anılar veya uyarıcılar bilinçli zihnin dayanma gücünü aşacak şekilde bunaltıcı veya uygunsuz hale geldiklerinde bastırılıyorlar.İç güdüsel itkilerimizin yanına,bilincin erişemeyeceği şekilde maalesef bilinçdışımıza depolanıyorlar.Bilinçdışı dediğimiz ise insanın düşünce ve davranışlarını sessizce yönetmeye başlıyor.Bilinçli ve bilinçdışı düşünceler arasında bir fark vardır.İşte o fark her ne ise dünya insanında ruhsal gerilim dediğimizi doğurmaktadır..Dünya insanı iç dünya ve dış dünyanın karmaşasında suçluluk ve yetersizlik duygusu ile kendini cezalandırma dürtüsüne kapılmış durumda.Ruhsal gerilimin esaretinde kalan hasta dünya insanı,bu sebepten sürekli bir hareketlilik halinde yaşıyor,istem dışı dürtülerle de ruhsal ve bedensel olarak boşalım kanallarını zorlamaya başlıyor.

Pskilojiye göre İtkiler davranışlarımızı yönetir,bizi temel gereksinimlerimizi tatmin etmeyi vaat eden seçimler yapmaya yöneltir.İtkiler sağ kalmamızı garanti ederler.Yiyecek ve suya gereksinim,türümüzün devamını garanti eden seks arzusu,sıcaklık,korunma ve arkadaş bulma ihtiyacı gibi.

Yukarıdaki paragrafta sürekli bir umutsuz,sürekli bir şüpheci,uyumsuz,iyilik kabul etmez tavırlar,asabiyet,oto-kontrolsüz diyerek bahsettiğim hasta dünya insanını anlayabilmek için insan zihnindeki katmanların görevlerini iyi bilmek gerekir.İnsan zihninde bilinç,ön bilinç,bilinçdışı olmak üzere 3 katman varken diğer yapısında da ego,Id ve süperego denilen katmanlar mevcuttur.Hasta olan bir dünya insanı ise bu katmanlarla ilgilenmez istem dışı dürtüleriyle ruhsal ve bedensel olarak boşalım kanalı arayışına başlar.

Hayır hayır düşündüğünüz gibi değil.Kesinlikle hasta dünya insanını psikiyatrik ilaçlar düzeltemeyecektir.Nasıl ki alkol ve uyuşturucu kullanan kişilerin beynindeki Alfa – Beta – Gama – Delta – Teta frekansları kapalı oluyorsa,psikiyatrik ilaçlarda frekansları kapatır.İşte tam da böyle durum da ilaçlar yerine ruhsal olarak uyanmış ve ruhsal olarak gelişmiş telepatik iletişimin çalışma şeklini kavramış,spiritüel tekamüle ermiş,kozmolojik seyahati başarmış yüksek titreşimli insanlar devreye girmelidir.

Bana göre dünya içi yaşamda psikiyatrik ilaçlarla ruhların perdeleri sonsuz bir karanlığa mahkum edilmektedir.Hastalığın ilk evresinde bilinçli olan insan ruhu aslında bilginin ve ruhsal kimliğinin farkında olsa psikiyatrik ilaçlara sığınmadan kendini iyileştirebilecek güce sahiptir.Nasıl mı ?

Makro ve mikro kozmos (Evren ve İnsan) kavramını öğrenerek.

Çünkü İnsan mikro kozmos; Kozmos Makro İnsan’dır .

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Her Bilgi Doğru Bilgi Değildir

Artık şunu biliyorum ki ; dünya denilen yerde doğru bilgilerin akıtıldığı insanlar var ki; onların çoğunluğu bir kaçı dışında gerçekten susuyor,cehalet bu yüzden konuşuyor.
İnsan denilen canlı gündelik yaşadığı yaşamında koca bir tiyatro izleyerek kötüler tarafından uyuşturulurken,bu insanlardan sadece şuurlarının üstüne geçebilenler,auraları geniş olanlar ve kötü enerjiden arınabilenler,temizlenebilenler bilgi akışının devamı için bilgi merkezince bilgilendirilmeye devam ediliyor.
Gündelik yaşam tiyatrosuyla kafası meşgul edilen insanların bu yüzden bildikleri kendilerine yetmiyor.Bildikleri kendilerine yetmiyor çünkü mutsuz, depresif, stresli ve gergin yaşamlara mahkum edilmiş haldeler.
Doğru bilgi,ancak kendisine uygun enerji ortamını hissettiği zaman doğru kişiyi yakalayabiliyor.
Bana göre her bilgi doğru bilgi de değildir aynı zamanda.
Ve ne kadar sorgularsan sorgula doğru bilgi negatif enerjinin yoğun olduğu gerilimli atmosferlerde aktif olmaz.Negatif enerji kötü enerjidir ve evrendeki bütün kötü ırklar bu enerjiden beslenerek yaşam alanlarını genişletirler.Negatif enerji aynı zamanda İnsan için radyasyon demektir ve radyasyon her canlının biyolojik olarak DNA sını nasıl bozuyorsa,sağlıklı bir bedeni 2.5 – 6 Gy ( 2 500 – 6000 mGy) dozu ile nasıl kısırlaştırıyorsa,sağlıklı zihinlere ulaşması gereken doğru bilgileri de bozar..
Ve insanlardaki gözlemlediğimiz düşüncede ki kısırlık ve kabızlık diye nitelendirdiğimiz durumların ana nedeni budur.Düşüncede kısırlık ve kabızlık yaşayan kişiler kötü enerjilerin etkisiyle hem doğru bilgiye ulaşamıyorlar hem de cehaletin çizgisinden kurtulamıyorlar.

Bazı kişilere şaka gibi gelse de ülkeler arası savaşlar, sokak isyanları, yaşanan depremler(tektonik enerji patlaması),biyolojik savaşlar sonucu çoğalan hastalıklar,diplomatik ve ekonomik krizler,mutsuz, depresif, stresli ve gergin yaşamlar ,maalesef kötü durumların yaşanmasına neden olan negatif enerjiyi daha üst boyutlara taşımış ateşlemiştir.
Bu durum DNA sı bozulmuş,düşünemeyen insan ile de körüklenmiş, toplum sağlığını ve hareketlerini etkisi altına almıştır..Sonuç olarak kendisini var edebilecek güçte olan insan,hem kendisini hem de yaşadığı gezegeni negatif enerji ile besleyerek yok edebilecek duruma gelmiştir.Çünkü kendisini negatif enerjiden korumasını bilmeyen bir canlı yaşadığı gezegeni asla koruyamaz.
Ey insan !!
Kendini ve yaşadığın gezegeni koruyabilmek için doğru bilgiye ihtiyacın var.Dünyaya üç yaşında bir çocuğun gözlerindeki ışıltı ile bakmadığın sürece bu konuda ki ihtiyacın olan doğru bilgiler asla sana gelmeyecek.
Ülkeni seviyorsan,bir ülkem olsun derdiyle çatışmalara giriyorsan, önce yaratıcının kudretine inan ve yaratıcının senin dışında yarattığı tüm yaratılmışlara pozitif enerji ile yaklaş.
İçinde öfke ve korku varken,dışından yapmacık bir gülümseme ve endişeli bir kabulleniş ile asla pozitif enerji üretemezsin.
Çoğunluğun güttüğü düşünce ve hareketler doğrudur diye bir kaide yok.Yaratıcının sana bahşettiği aklını araştırmaya ve okumaya kullan.

İnsan dünyayı yok etmeye programlanmış bir canlı bombadır aslında.. Dünyayı imha etmektense doğru bilgiye ulaşarak üzerindeki bombayı imha et.Çünkü bu senin sorumluluğun.
O zaman ülkende olur yaşamını sürdürebileceğin gezegeninde.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

Kedinin Ruhumla İlişkisi

gmölı

Kedi acıkınca miyavlıyor.Gidip kedinin önüne yemeğini koyuyorum.Kedi yemeğini yerken sevgiyle bakıyor gözlerime.Yemeğini bırakıp gelip avuçlarımın içine kafasını sürtüyor.Patilerini kaldırıp omzuma yerleştiriyor.Kafasını okşuyorum.Usulca gidip yemeğini yemeye devam ediyor.O yemeğini yerken eski kedim geliyor aklıma.

Kendi halinde sabahtan akşama kadar çalan radyoda bir şarkı başlıyor.
“Zalim kader yine ördün ağlarını,bitsin yeter ! Hak etmedim ayrılığı”
Boğazım düğümleniyor.Kedi hissetmesin diye bir köşeye geçip sessizce ağlıyorum.Şarkı bitiyor inadıma çalıyor sanki Sezen Aksu.
“Tut ki karnım acıktı anneme küstüm,tüm şehir bana küstü.Bir kedim bile yok anlıyor musun ? Hadi gülümse”
O gülümse dedikçe sesimi kısa kısa daha da çok ağlıyorum.

Eski kedim için mi ağlıyorum,yoksa bir kedi yüzünden kaybettiğim senin için mi…
Yoksa senin yüzünden ölen kedim için mi…
Şarkılar çaldıkça anlamsız bir durum kafesliyor ruhumu.

“Şu kedi kadar sevmedin beni” demelerin aklıma geliyor.
Bir kediyi kıskanarak öldürüşünü ve sonra çekip gidişini düşündükçe öfkeleniyorum.
Seni de bir kedi kadar sevmiştim oysa.
Ama sen bir kedinin önüne yemeğini koyar gibi tenimi önüne koymamı istedin hep.
Şimdi düşünüyorum da, şayet senden payıma düşen sevgi, önüne koyduğum yemek karşılığında düşecekse,bil ki kediler karnı açken de tokken de seviyordu beni.
Buna sevmek diyorsan gör ki tıpkı kedilerin beni sevişi gibi demek ki ben de çok sevmişim seni.
Fakat sen kedi gibi sevmiyordun beni.
“Düşün beni düşüneyim seni,sev beni seveyim seni” gibiydi senin sevgi anlayışın.
Bu arada hani sebebi olduğun,uzunca bir zaman beni terk etmeyen o gerilim baş ağrılarım vardı ya,senden sonra yok oldular.Üzülebilirsin.
Şimdi bak sessizce ağladığım için olsa gerek yada eski kedimi kıskançlığından zehirlemiş olduğunu hatırladığım için olsa gerek,yada anımsadığım sen olduğun için yine başım ağrımaya başladı.Sevinebilirsin.
Olduğum yere uzanmak zorunda kaldım,baş ağrım geçer umuduyla gözlerimi kapattım.
Şimdi yanımda olsaydın kesin şunu da derdin “şu nankör kedi için ağladığın kadar ben ölsem ağlamazsın”.
“Keşke kedinin yerine sen ölseydin” demek geliyor içimden.Sonra “Tövbe” diyorum .”Allah versin hakkını” diyorum.
Ben bunları düşünürken,karnını doyuran kedim yatağımın üstüne çıkıyor, bacaklarımın üstünden yürümeye başlıyor.
Sanki bilir gibi,ağrıyan başımın üstüne göğüs kafesinin tüm sıcaklığını vererek yatıyor.Birde nankör derdin kedilere.Kıskanıyorsun biliyorum.Kıskan.
Şu kedi kadar sevmedin beni diyordun ya,acaba şu kediler kadar beni anlamadığın için, ruhumu göremediğin için olabilir mi ?
Bunları benim düşündüğüm kadar düşünmeni isterdim.

Bil ki kedinin ruhumla ilişkisi senin tenimle olan ilişkini tek geçer.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

O Güzel Gözlerin Var Ya Kainat Demek Aslında

gözler kainat2
Bazen sokağa çıktığımda gerçekten ruhsuz, sevimsiz ve korkunç bakışlı insanlarla karşılaşıyorum.Gözlerine bakınca içlerindeki o canavar karakteri algılayabiliyorum.
Bazıları bu anlattıklarımı önemser,bazıları önemsemez peyderpey yaşar gider.
“Acaba evlerinde eşlerine karşı,çocuklarına karşı nasıllardır ya da iş arkadaşlarına karşı nasıllardır ? Yoksa yaşamları çok mu ağır,mutsuzlar mı ?” diye sorgular geçer zihnimden. İstemsiz bir şekilde,bir tarayıcı gibi insanların gözlerini iki saniyede tarar gözlerim.
 
Hayır bunlar yaşamın ağırlığının mutsuz ettiği insanlar değillerdir.Yaşamın ağırlığı onlar için sadece sığınmak için bir nedendir.
İçten fesat,kinci ve şerli yanlarını etrafındakilere karşı çakma kibarlıkla saklamaya çalışsalar da,benim ruh perim nedense o simalardan hiç hoşlanmaz.
Çoğunlukta böyle durumlarda bir antipati,gerginlik oluşuyor, eminim bu bir çoğunuzda da oluyordur.
 
Etrafınıza bakın.nice ağır şartlarda çalışıp hayatında yolunda gitmeyen,onca işleri olan insanlar vardır ve buna rağmen gözlerinde pırıl pırıl bir ışıltı,sıcakkanlılık,samimiyet ve gerçek gülümseme vardır.
Şimdi “sana ne bundan,kendine bak” diyenler de olabilir.Kendime bakmadan hiçbir konuyu dile getirmem zaten ben.
Eğer ben yaşadığım toplumun bir bireyi isem ve bu beni etkiliyorsa ki etkiliyor,o yüzden bana ne diyemediğim konulardan biridir bu konu.
 
Şöyle düşünün ;
Deprem gibi mesela..İki tektonik levha birbirini itmeye başlarsa zamanla bir gerginlik oluşur ve bu gerginlik git gide artar. Levhaları meydana getiren kayaların bu gerginliğe dayanamayarak kırılmasıyla depremler meydana gelir.
İnsanlar arasında ki ruhsal iletişim de böyledir.
Suratında meymenet yok dediğiniz insanların ruhunuzda silinmeyecek izler bırakması ve kendinizi afet bölgesi gibi hissetmenize neden olması, ilk görüşte oluşan o iticilik kuvvetini ciddiye almayıp,sizin tedbirsiz davranmış olmanızdan kaynaklıdır..En iyi alınacak tedbir ne derseniz ; bana göre iki saniyeden fazla göz göze gelmemek,enerji kapsamlarına girmemektir.
 
Bana soruyorlar bazen;
“Sence güzellik nedir” diye.
Benim için insanda güzellik demek; dış görünüş,giyim kuşamdan ziyade tebessümün ne kadar yakıştığı ve gerçek olduğudur.
Gözlerinin içi gülen insanlar güzel insanlardır..Ruhları gözlerinin içinden gülümser onların…Çünkü yüz ve beden değil,ruhtur asıl güzel olan.
Mesela gülümsemesi ekşi ve kırık olandan,donuk ve asık suratlılardan korkarım ben,kanım kaynamaz, negatif enerjiler hücum eder ruhuma ve üzerimde yoğunlaşan gerginlikten dolayı asla konuşamam.
Başıma ağrılar girer.İşte bu; ruhsal iletişimde gerçekleşecek olan bir depremin sinyali demektir.
 
Bunların tam tersi nice yüzler de vardır ki gayet sempatik,sevimli ve alımlıdır.Güzel ve çekici görünürler insan gözüne.Aslında o derece devasa güzellikleri de yoktur simalarında.
Dedim ya ruhları gözlerinin içinden gülümser onların…Ve bize güzel görünürler.
“Ne hoş biri,ne kadar sempatik,ne kadar sıcakkanlı” deriz.
Harbiden de insan bu tür simaları görünce içi açılıyor.
 
Düşünsenize sabah kalktınız,güneşin ilk ışıklarıyla spor yapmak için dışarı çıktınız.Sporunuzun bitme saatine dek enerjiniz harika ve pozitifsiniz,adeta kendinizi kendi çabanızla yenilediniz.
Üstüne bu ruhsuz, sevimsiz ve korkunç bakışlı insanlarla günün başlangıcında karşılaştınız ve göz göze geldiniz.O nasıl bir ağırlıktır ki hiçbir işiniz rast gitmez.İsteğiniz kırılır,nedensiz bir halsizlik çöker.Hatta etrafınızdaki dostlarınız “havadandır havadan” der sallar geçer ve sizde buna inanırsınız.Hiç aklınıza gelmez o ruhsuz,sevimsiz ve korkunç bakışlı insanla sabah karşılaşmış ve uzun süre göz göze kalmış olduğunuz.
 
Şimdi düşünün hangisi olarak anılmayı tercih ederdiniz ?
Ruhsuz, sevimsiz ve korkunç bakışlı insan olarak anılmak mı ?
Yoksa ne hoş biri,ne kadar sempatik,ne kadar sıcakkanlı dedikleri biri olmak mı ?
O halde sokağa çıkarken,içinizdeki çocuğun ruhunu öldürerek suratınıza taktığınız o maskelere hiç gerek yok.Evinize gelirken ailenize karşı taktığınız maskelere de gerek yok.
 
Çünkü siz ne yaparsanız yapın,ruh gözlerden ben buyum diye fışkıracaktır zaten..
Bu yüzden ruhunuzun şelalesinde oynaşan çocuğu ele geçirecekler diye set örmeye çalışmayın…Aynı şekilde başkalarının ruhunda ki neşeli çocuğu da kıskanarak bencilce karanlıkta bırakmayın.Bu sizi ruhsuzlaştırır ve sevimsiz yapar.
 
Bırakın ruhunuz neşeli ve mutlu olsun,arınsın,gözlerinden etrafına ışık saçsın.Başka ruhlarda ışığınızdan etkilenip evreni aydınlatsın.Eğer kainatın güzelliği,ruhsuz ve sevimsiz insan sayısının azalmasına bağlıysa,bilin ki bunun sırrı sizin gözlerinizde saklıdır.
 
Kainatın güzelliği gözlerinizin içinden,yani bakışlarınızdan gelecektir.
Çünkü sahip olduğunuz o güzel gözleriniz ; aslında kainat demektir.
 
Gözlerinden ışık saçan o içinizdeki çocuğa sevgilerimle.
18767629_10213491918520557_4519821600454650642_n
 
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

ADAMIN DİBİ MÜJDAT GEZEN

Adamcağıza vaktiyle etmediklerini bırakmadılar.Levent Kırca ile beraber yol arkadaşlığı yapan Müjdat Gezen’e vatan haini bile dediler.Sırf  memleket aşkıyla,kendi vatanlarında halkın büyük bir çoğunluğunun sempati duyduğu bu adamların Atatürk sevdalısı oldukları için,başları belaya girsin istediler.
Onların adına sosyal medyalarda hükümeti karalayan çakma hesaplar açıldı,sanki onların ağzından çıkmışcasına halkı örgütlemeye çalışan tehlikeli söylemlerle fotoğrafları yazılarla donatıldı,ve akıllıyım diye geçinen,bildiği kendine yetmeyen,her gördüğüne atlayan o çok sanat sever halk bu iki adamı   tabiri caizse itin götüne soktu.
Şimdi kahraman polis şehidimiz Fethi Sekin’in çocuklarının eğitim masraflarını üstlenince de;
“Oww adamın dibisin,adamsın işte.Helal olsun sana Müjdat Gezen”.

Bu davranışı Levent Kırca’da yapardı kesinlikle.O vakit yerin dibine geçirdiğiniz Levent Kırca’da adamın dibi olur muydu ?

Nasıl inciniverdim olduğum yerde.Her şeyden önce topluma ışık tutmaya çalışmış,her şeye rağmen bir özür hak eden,sanat adamlarına karşı bu nasıl bir pişkinlikti,yalakalıktı.
mujdat-gezen-den-levent-kirca-borcu-icin-aciklama-borcu-olsa-ben-oderdim--6819965

“Keşke Levent Kırca’da sağ olsaydı da görseydi yol arkadaşına söylenenleri” dedim içimden.”Ruhu hortlayıp da gelse ne isabet olur” dedim kendi kendime.Ya da oradan bakıyordur şimdi günahına girenlere.

Vatandaşların,şehit polisimiz Fethi Sekin’in çocuklarının eğitimini üstlenmesiyle,o davranışından ötürü  Müjdat Gezen için “Adamın dibisin işte adam bu” sözlerini okuduğumda  sanki Levent Kırca’nın pos bıyığından gülerek Müjdat Gezen’i dürtmeye geldiğini hissettim.

O iki yüzlü çubuk oturduğum yerde beni de dürtmüştü.Bir ucu kırgınlık, diğer  ucu hüzünle karışık huzurdu çubuğun.
Ruhu şad olsun,şimdi yaşıyor olsaydı gülüverirdi  yine o pos bıyığıyla…
Kesinlikle gülerken de şunu derdi ;
“Bunca yıl kalbimizdeki vatan sevgisini göremeyenlerin karşısında ne çabuk adam olduk Müjdat ?”
“Hani haindik ya biz ?”
Adamın dibi Müjdat cevaplardı.
-“Biz zaten adamdık Levent ,memleket hali kardeşim.Benim yaptıklarım her insanın yapması gerekendi,sen de yapardın adamım.”
Levent Kırca “Sor bakalım onlara” derdi adamın dibi Müjdat’a.
“Atatürk ilkelerinden vazgeçmemiş,vatan üzerindeki kirli oyunları fark etmiş,şuuru açık,algılara düşmemiş,kendini halkını aydınlatmaya adamış, o güzel güzel sanat adamlarını cemaat algılarına,düzeneklerine kurban ettiler ya ,o adamların kalbini hain damgasıyla topraklara verdikten sonra vicdanları rahat mıymış ?”
“Sor sen kardeş sor ” derdi.
Sonra komik bir yüz ifadesiyle;
Yol arkadaşı Müjdat Gezen’e bakarak kırpıştırırdı göz kapaklarını,
Omuzunu silkelerdi küçük çocuk gibi “Olsun” derdi.
“Benim bu kalbime vatan haini deseler de,sen biliyorsun Müjdat.Allah da şahit ki benim bu memleket sevdamdan,memleketimin insanından yemediğim küfür,şahsıma edilmedik hakaret kalmadı.Benim bu kalbim memleket aşkıyla atarken durdu,biz Atatürk çocuğuyuz adamım,bizim adamlığımız Atatürk’ün adamlığından ötürüdür Müjdat.Olacak o kadar söyle bunu onlara ” derdi.

Ve yine gülerdi pos bıyığıyla…
Ama o derin gözlerinden de yaş gelirdi.

12112124_10153312499253737_2418803658790083403_n

Buradan çocukluğumdan bu yana derin sevgi ve saygı duyduğum Levent Kırca’nın ruhunu anarak,davranışlarıyla bugün değil her zaman adamın dibi olan yol arkadaşı Müjdat Gezen hocamıza saygılarımla diyor,siyonizmin algı operasyonlarına yenik düşerek kıymetinizi bilmeyen,cehaletiyle sizi inciten, üzen cehalet adına özür diliyorum.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

#GeçmişOlsunTürkiye #GözünüAçdaGeçirmesinlerArtıkTürkiye

maxresdefault

Geçmiş olsun dedikçe gelip geçenden ziyade,köküne kadar geçirilen ülke oldu Türkiye…
Şimdi #GeçmişOlsunAntep diyeceğim ve Antep bunu acısından,öfkesinden hissetmeyecek .
Lakin hainler bu halkı ayaklandırıp,devlete karşı şemkirtene kadar ülkenin her şehrinde bu bombaları patlatacaklar.Her türlü eylemle karşı karşıyasınız..Ne zaman bitecek diye sormayınız.Biz bitene kadar devam edecek.
Çünkü bilindiği üzere Hibrit savaşlarına maruz kalmış durumdayız.
HİBRİT SAVAŞLARI terimini yeni duyanlar için kaynak bilgiyi burada belirtelim.
‘Hibrit savaşlarında öncelikle şunlar yapılır:

**Öncelikle hedef ülkede yaşayan ve müzahir olduğu değerlendirilen bir kısım halkın önceden örgütlenmesi ve eğitilmesi gerekir. Bunu sağlamak için hedef ülkeye istihbarat elemanları ve gayri nizami harp unsurları sızdırılır.

**Halkın örgütlenmesini teşvik etmek için hedef hükümetle ilgili karalama kampanyaları başlatılır.

**Enformasyon ya da bilgi harbi elemanlarınca hangi kaynaktan alındığı bilinmeyen gerçeğe aykırı haberlerle, hedef ülkede yaşayan bir kısım halk kışkırtılır. (BURAYA DİKKAT)

**Siber savaş unsurlarınca hedef ülke bilişim sistemlerine saldırılar düzenlenir.
**Varsa hedef hükümetin gizli faaliyetleri deşifre edilir.

Velhasıl bu bombalar,bu ölümler artık devlete karşı gelip ayaklanmanız için yapılmakta.
Ne yapıyoruz ? Devlete ana avrat saydıranların arkasına düşmüyor,onların yorumlarına bile karşılık vermiyoruz.Tanımadığımız insanlarla yazılı klavye savaşları yapmıyoruz.
Elimize,dilimize fren balata koyuyoruz.
Bu korkaklık değildir.Bu gerçekleri bilmek kadar kendini bilmektir.
Elimize,dilimize fren,balata koymadığımızda olacakları görebilmektir.
Yılların devrimcileri bile çekilmiş bir kenarda sistemin kan kaybederek kendini temizlemesini,yenilenmesini ve savaşmasını izliyorsa düşünmek gerekir.
Birde değişmeyen acı bir gerçek vardır ki ; Bugünlerden 20 yıl önceki iktidar ve muhalefet sorumludur.Artık bu ülkenin davası iktidar ve muhalefet davası değildir.Söylenecek her söz bugüne dek söylenmiştir..Boş boş konuşmak olur bu vakitten sonrası..Karalama kampanyalarına katılmak artık yersizdir.

Bu ülkenin bugün Cumhurbaşkanının kim olduğu ise şu aşamada önemli değildir.
Önemli olanın Türkiye’nin Cumhurbaşkanını planlanmış bir suikast bekliyor olmasıdır..Başarırlarsa tıpkı 13 yıldır karabasan gibi üzerine çöküp istedikleri yönde,ajanlarla kendi hesaplarına göre kullanıp, adım adım ilerlemelerini sağlayacak başka birini getirecekler.
Yani işin aslı şu ; onların dertleri tam yetki isteyen Tayyip Erdoğan’dan çok senin ÜLKEN…
Ülkemizin Fethullah gerçeğinden sonra yaşadığı son durumlara bakılırsa tabi ki tam yetki isteyecek,çünkü sağımız hain solumuz hain dolu.Gördük önce yetki alanları..Küreselcilere ve siyonizme çabuk domaldılar.
Şu bilince varmak gerekir.
………….Başkanlık mevzularının arifesinde başlasın diye çırpındıkları devlete karşı olası ayaklanmalar bumerang gibi ülkemize dönecektir…..
Bunu İnternet’te kontrol altında tutun…Fişeklemelere kapılıp kimseleri fişeklemeyin…..
Bir kıvılcım bekliyorlar..İnternet’ten insanları sokağa dökecekler.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanını devirirlerse eğer ;
bayrağımız yere iner,direği de milletçe kıçımıza girer.
Bu yüzden düşünce özgürlüğü altında devlete ana avrat saydıran köşe yazarlarının arkasına düşmüyor,onların arkasına kapılıp düşenlerin sosyal medyadaki yorumlarına bile karşılık vermiyoruz.
Bizlere düşen Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı olarak hainlerin ekran fotosunu çekip gerekli yerlere bildirmektir.

#GeçmişOlsunTürkiye #GözünüAçdaGeçirmesinlerArtıkTürkiye

Cansel Işık

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

ZEDELENEN MANEVİ VE MİLLİ DEĞER

Yıl artık İnternet yılı. Günümüzde İnternet’ten etkileşim eskiye göre çok daha kolay.Okullara sokulan kitapla,dergiyle,fasiküllerle yada bölgesel misyonerlerle geniş bir kitleyi etkilemek bölgesel öğrenci tayfasını etkilemekten oldukça daha kolay..
Son yıllarda İnternet üstünde Müslümanlığı neden sapık bir dinmiş gibi gösterdiklerini bazı ayrıcalıklı zekalar daha önce kavramıştı.Fakat kavrayamayanlar İslam dininin sapkın bir din olduğu düşüncesine teslim olmuştu bile..
Bugüne kadar İnternet üzerinde yayılan yazılı görsellerle neden Şeriat-Kemalizm çatışması çıkarıldığını,neden alevi-sünni çatışması çıkarıldığını,neden Kürt-Türk çatışması çıkartıldığını,neden din elden gidiyor korkusu yaratıldığını,neden Atatürk düşüncesine saldırıldığını,ve neden Kuran-ı Kerim’in değiştirilmeye çalışıldığını ya da algısını yaratmaya çalıştıklarını,son yıllarda İncil ve Kuran-ı Kerimin dinlerin kardeşliği projesiyle neden kutsal kitap kuruluş ve organizasyonları altında, öğrenciler tarafından sattırılmaya çalışıldığını kavrayamayanlara bir kez daha bu video ile netleştirmiş olalım..
En basitinden Sevgi Erenerol’u düşünelim.Sevgi Erenerol adeta bir Türk aşığıydı.Dedesi Türk Ortodoks Patrikhanesini inşa etmesiyle bilinirdi,aynı zaman da da Türkçülüğü ile tanınırdı.
Sevgi Erenerol dedesinden aldığı milliyetçi damarıyla tam bir Cumhuriyet çocuğu olarak ‘Ne Mutlu Türk diyene “ülküsü ile büyüdüğünü kabul eden bir kişilikti.
Türkiye’ye döndükten sonra Patrikhanenin basın ve halkla ilişkiler sorumluluğunu üstlendikten sonra, dikkatimizden kaçmayan bir hususun; 1995 yılında Alpaslan Türkeş’in genel başkanlığı döneminde ‘Ya sev ya terk et’ sloganlı MHP’ye katılarak İstanbul milletvekili adayı olmasıdır.
Enteresan olan Sevgi Erenerol’un şahsına yönelik de iddiaların çokluğuydu. Erenerol’un 2006 yılının Ekim ve Kasım aylarında Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda misyonerlik faaliyetleri ve azınlıkları konu alan seminerler verdiği de saptanmıştı.
Yani Hrant Dink’in ölümünden tam bir yıl önce…
Ayrıca hatırlatmak isterim ;Türk ailelerine bir uyarısı vardı  ” 100 dolara çocuklarınızın okullarına karışıp dinini değiştirecekler,sizlere 100 dolar verip dininizi değişmenizi isteyecekler,okullarda çocuklarınıza bu hususta dikkat edin” dedikten sonra Sevgi Erenerol basın sözcüsü olduğu patrikhane için iddialarla Türk halkının önünde hain damgası yedi ve 26 Ocak 2008 tarihinde Ergenekon davasıyla tutuklandı.İşte bu tutuklamaların perde arkasındaki kimlikler saklandı da dönemin iktidarı ama şantajla ama tehditle bu amaçlar için kullanıldı.
Sevgi Erenerol’un tutuklanmadan önceki konumunu ve neden tutuklandığını kavrayabildiğimize göre,Uğur Mumcu’nun da  neden öldürüldüğünü  ve daha nice cinayetlerin de hangi amaca hizmet işlendiğini de izlediğimiz  videodan sonra anlayabiliriz.
Bütün bunlardan sonra gündemimize gelelim;
İslam ülkesi ve etnik bir millete sahip olan Türkiye de Fethullah’ın neden Müslümanlığı hedef alarak İslam dinini kullandığını,İşid terör örgütünün,Kuran’da geçen Allah’ın askerleri diye adlandırılan,siyah sarıklı kutsal orduyu neden taklit ettiğini videoyu izledikten sonra anlayabiliriz.
Gerçek İslam’ında aslında bu olmadığını,bu zamana kadar bizlere tuhaf fetvalarla yada şovlarla tiksindirme boyutunda sunulan sahte dincilerin de hangi amaçla çoğaldığını  (bknz; http://www.manyakaskingelini.com/?p=259 ) ve ne amaçlara hizmet ettiğini de anlayabiliriz.

Mesela şu resimde olduğu gibi, bu resim tamamı ile fiyaskodur.Akılları zorlayacak türden bir haberin yayılmasına hizmet etmektedir.Zaten “Din İşleri Yüksek Kurulumuzun böyle bir fetvası kesinlikle olmamıştır, olmaz, olamaz,Bu ahlak dışı sabotajın sorumluları en kısa zamanda adalete teslim edilecek” denilmesinden sonra burada da  şekilde görüldüğü gibi Diyanet işlerini alet ederek hain zihniyetin halkın zihninde karmaşa yaratmak amacıyla bir sabotaj eylemi yaptığını daha fark etmekteyiz.

4a78e7920a256d6f_480x270

Demem o ki bu tür İnternete sunulan dağıtılan akıla sığmayacak yazılı görselleri  tekamüle varmadan,ciddiye alıp İnternet de paylaşarak aslında bir çoğunuz farkında olmadan hain amaca hizmet ediyorsunuz.Akıla ters gelen yazılı görseli yükleyenin bilinçsizce yaptığı davranışı sosyal platformlarda çoğaltarak aslında subliminal mesajları dağıtmış, zihinlerle oynanılmasına müsade etmiş oluyorsunuz.Algı operasyonları daha çok tekamül yeteneğinden yoksun kesimlerde işlevini görür.Ve tekamül yeteneği çok alt seviye de olan bir Millet olduğumuz da bir gerçek.
Kötü günler atlatan Milletimizin 15 Temmuz 2016 da gördüklerinden sonra at izi ile it izini ayırt edebilecek zekaya sahip olduğundan ben oldukça eminim, fakat düşman stratejisinin nasıl ve hangi şekillerde işleyişini kavramak bambaşka bir olay.
İslam dini her ne kadar Avrupa ülkelerine hizmet amacı güdümünde yozlaştırılsa da bizim düşmanımız asla gerçek Müslümanlık ve İslam olamaz.
Lütfen gelecek nesiller için inançlarınızın yozlaştırılmasına,sizi siz yapan Milli değerlerinizin yok edilmesine müsade etmeyin.
Dininize ve İnançlarınıza sahip çıkın.Bizler İslam coğrafyasına sahip bir ülke olmakla beraber,demokratik-laik-sosyal-hukuk çercevesine sahip bir ülkeyiz.Cumhuriyetin,laikliğin,ve demokrasinin anlamını gayet iyi bilmekteyiz.Biz etnik kökenlerden bir araya getirilmiş Yüce Atatürk’ün önderliğinde birleşerek yaşamaya alışmış Türkiye Cumhuriyetiyiz.
Bizleri bu özelliklerimizden göze alarak yok etmeye çalışanların kim olduğunu ve yok etmek için hangi yollardan kimlere bağlı çalıştığının farkına varalım.
Bir dinci pekala sahte olabilir,dini yok etmek için cemaat önünde dini güzel söylemlerle süsleyip tarikatlaşarak bilinenin tam aksine arka perde de dini çirkinleştirecek eylemlerle şeytana hizmet edebilir.
Demem o ki;şeytana olan bu hizmetleri galip gelme hırsıyla asla bitmeyecek.Gelmiş geçmiş bütün ülke liderlerimize uygulanan bu sistem ne tesadüf ki Tayyip Erdoğan da patladı.Çünkü Tayyip Erdoğan diğer liderlerden farklı bir davranışla,zihinleri karıştıracak eylemlerde yer aldı.Yahudi ayinlerinde yer aldı.Ortadoğu projesinde eşbaşkanlık ünvanı aldı.
Düşmanını çökertmek istiyorsan onun kulvarında yürüyecek,onların renginde olacak ve onları onaylayacak,kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyeceksin taa ki canına kast edeceklerini hesap ettiğin güne kadar halkının seni yuhalamasını bile ciddiye almayarak,bir bildiğin varsa susacak,aptal bir modeli oynayacak,vakti geldiğinde kendi çıkarlarınla ve ülke çıkarların doğrultusunda hareket ederek,rengini belli eden düşmanına bu zamana dek öğrendiklerini onlara koz mahiyetinde kullanıp hamle yapacak ve çökerteceksin.Nitekim gidilen yol buydu.
Tayyip Erdoğan kendi çıkarları için illuminati oyununda oynadı ve yılların hamlelerine tek bir hamle yaptı.Bu kurnazlık isteyen bir olgudur.Kabul edelim ki bu hain yapılanma geçmiş hükümetler de de mevcuttu.Geçmiş hükümetler istenilenlere göz yummuşlar ki 40 yıllık bir oluşum yapı yol almış.15 Temmuz darbesi kabul edelim ki geçmiş hükümetler de planlanmış olarak hayata geçseydi şimdi hepimiz birer Suriyeli gibiydik.Helak olmuştuk.
Şimdi akılcı düşünmek lazım.
Dinci kötü olabilir fakat din kötü değildir.
Biraz önce de dediğim gibi  “Bir dinci pekala sahte olabilir,dini yok etmek için cemaat önünde dini güzel söylemlerle süsleyip tarikatlaşarak bilinenin tam aksine arka perde de dini çirkinleştirecek eylemlerle şeytana hizmet edebilir.” dedik buradan yola çıkarak peygamberimizin DECCAL hakkında ki söylemine de bakarak bağlantı kurmalıyız.DECCAL den önce 40 tane dini kullanarak Müslüman kanı dökecek deccalcikler olacak deniliyor.O halde bizim sınavımız sadece Fethullah Gülen deccalciği ile bitmedi.Peygamberimiz Muhammed’in (S.A.V) dediğine göre  daha savaş vereceğimiz 39 tane deccalcik daha var demektir.
Pek tabi ki Tayyip Erdoğan da sonsuza kadar kalmayacak.
Millet olarak bugünlerden sonra tek başkan tek devlet sisteminde dikkat etmezseniz seçtiğiniz değilde,daha önce de olduğu gibi düşman ülkelerin loca kanalıyla seçtiği adamlardan biri gelebilir.15 Temmuzda tarihe geçen bir hikaye yeniden esarete dönüşebilir.
Bunun için “HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLAR BÜYÜK LOCASI”nın Türkiye üstündeki oluşumlarına,yapılanmalarına ve hangi alanlarda hizmet aldıklarına dikkat etmeniz gerekiyor.(bknz ; http://www.mason.org.tr/web/“)
Fethullah Gülen sadece Hür ve kabul edilmiş olanlarca,dinler üzerinde etkili olmak üzere seçilmiş olmakla beraber,bu oluşumların elindeki küçük bir kukladır.Bu küçük kuklanın bile potansiyelinin ne kadar geniş olduğunu,zincirleme sistemin hür ve kabul edilmişler tarafından maddi hususlarda desteklendiğini unutmamak gerekir.
Zihninizi çalıştırın,Gizli Dünya Devletlerince düşünüp empati yapın.
Bir ırkı yok etmek istiyorsanız gelecek yeni nesillerin zihinsel gelişimiyle oynamanız gerekir.Bunu eğitim sektörünü ele geçirerek yaparsınız.
Bir Milleti bitirmek isterseniz de önce bankalarını,sanayi sektörlerini,silahlı kuvvetlerini asimile etmelisiniz.
Bitirmek amacını güden eylem girişim biçimleri sadece bununla kalmıyor tabi ki sizinde bildiğiniz üzere..Particilik sistemi,seçim sistemi,ve daha bir çok alan..

Bunu yıllardır üzerimizde uygulayanlar işte Türkiye de yapılanan HÜR VE KABUL EDİLMİŞ MASONLAR BÜYÜK LOCASI dır.Fethullah Gülen oluşumunu yapılandıran destekleyen harita şeması da video da gördüğümüz üzere onlara dayanmaktadır.

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerini düşman ülkeleri ele geçirmek isterse hain yaratmak ve beslemek zorundadır,o hain de seçilmiş FETHULLAH GÜLENDİR.Silahlı kuvvetler bu hainlerce değiştirilmiş ve amaca hizmet ettirilmiş olabilir, amaç zaten ülkemizin silahlı kuvvetlerini bitirmekti fakat bu demek değildir ki silahlı kuvvetlerin tamamı artık bir düşmandır.
Şu bilinen bir gerçektir;eğer bir dinci medyatikleşmiş ise medyatikleşmiş bir dinci illaki kötü çıkacaktır,gerçek bir din adamı diyanet başkanı haricinde hiç bir zaman TV de çoğunluğa hitap etme amacıyla kamera önünde şov yapmaz.gerçek bir din adamı Allah’ın yarattığı insanlara yardım eli uzatırken asla maddiyata dayanan hususlara değinmez.
Çünkü gerçek din kişinin Allah ile kulu arasındaki çizgidir.İnanmak ya da inanmamak kişinin kendi tekamülüne bağlıdır.Zaten Cebrail’in ilk vahyi getirdiğinde ki “oku” demesinin sırrı da burada yatar.
Bana göre yaşam aslında eşkenar bir dörtgenden ibaret.
TEVEKKÜL,
TEKAMÜL,
TEFEKKÜR,
TEŞEKKÜR.
Bütün bu kavramlardan, evrelerden geçip,kendimizi yanlış olandan korumamız, kendi duygu, davranış ve düşüncelerimizin farkında ve bilincinde olmamız gerekir.
Bir Milleti Millet yapan temel değerlerin başında Milli ve Manevi değerler gelmektedir.
Vatan, bayrak, kültür, dil, marş vb. gibi unsurlar Milli değerlerimizi ifade eder.Din ise, manevi değerlerimizi ifade etmektedir.
Dininizi ve Milli değerlerinizi zedeleyerek sizi yıkmak istiyorlar.
Demem o ki ; Kendi aranızda hain zihniyetin yaydığı yazılı görsellerden yola çıkarak,birbirinizin inançlarına ve Milli değerlerine hakaret edeceğinize lütfen bu değerlerinize gelecek nesillerimiz için Milletçe İnternet de de sahip çıkınız.
 
 Aslında her seferinde şu siyasete bulaşmak istemiyorum diyorum ama,bu siyaset değildi mevzu yaşadığım bu vatanın vatandaşı olmakla beraber ,ve ülkemde ki gelişmelerin ucu vatandaş olarak  bana da dokunuyorsa ki dokunuyor,ister istemez tarafımdan olup bitenler hakkında gözlemleyerek bilinçlenmek ve bilinçlendirmek  arzusu doğmakta.
Hele ki mevzu tamamıyla Milli iradeye dayanıyorsa ve ben bu ülkede yazan bir kalem isem; benim de bu konuda
Milli birlik ve beraberliği zedelemeden empati çerçevesinde kendi şahsi fikir ve zikirlerim ile söyleyeceklerim  olmalıydı ve oldu..
Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkürler.
Selametle kalın.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

BİR DEPRESİFLİK İLAÇ ALMAYA GELDİM

Bipolar

Gündemdeki hiç bir konuyu garipsemiyorum artık..Hele Adana’daki seri katili mi ? Evet garipsemiyorum,çünkü onları toplumda çok önce fark edip görüp anlattığımda bana abartıyorsun diyenler olmuştu.

Benim anlamadığım aslında şu ; memlekette bunca ruh doktoru varken bu kadar hastalıklı insanın toplumda rahatça tedavi olmadan dolaşmasını anlayamıyorum.
Haa doktora gitmezse doktor nereden bilecek mi diyoruz 🙂 esas zaten meselede orada başlıyor ya.Doktora gidiyorlar doktorlar kafadan uyuşturucu içerikli ilaçlar veriyor ve hasta yakınlarını ilaçlar hakkında uyarmıyorlar,düzenli içilmez ise davranış mod bozukluğundan tutunda cinayete ve sonrada intihara kadar yol alıyor bu durum.
Doktorların böyle tutarsızca ciddi etkileri olan ilaçları ayaküstü yazıp,hastaları topluma salmasına mı ?
Ona hiç anlam veremiyorum..
Durumlar böyle iken durduk yere intihar edenimiz de,davranış bozukluğundan seri cinayetimizde bol olacak…
Toplumun huzuru ve güveni için ahlak kuralları zaten tamamı ile etkisiz..Bunun yanı sıra görüyoruz ki hukuk kurallarının yetmediği de aşikar.
Çözüm olarak ufak boyutta bir anksiyete bozukluğu da olsa, ille ilaç kullanımı gerekiyorsa,ruhsal davranış bozukluklarının kliniklerde gözetim altında muntazam bir biçimde hasta yatışı yapıldıktan sonra çocukluk evrelerinden incelenip,ele alınıp tedavi edilmesi lazım.

Depresif durumlar,panik atak gibi rahatsızlıklar atlatan insanların ciddi etkilere sahip olan bu ilaçlarla evine gönderilmesi bence büyük tutarsızlık…
Uykusuzluk için giden bir hastaya verilen Serequel gibi ilaçların,hatta kalp krizi geçiren insanlara bile verilen Xanax gibi,Lustral,Paxil gibi kaygı ve endişe giderici ilaçlar çok dikkat isteyen ilaçlardır.

Düzensiz içiminde 1 gün unutulup ertesi günü içilmesi dahilinde ilaç ters etkiye başlayarak davranış mod bozukluğuna dönüşüyor,kişi bunu fark edemiyor tabi,aile yakınları kişiyi daha rahatsız davranışlarda görmeye başladığında farkına varmıyor,ilaç içimi için daha çok baskılıyor hastayı,düzensiz içimle yine uzun süre kullanımında ise hasta daha beter alkol yada uyuşturucu gibi ek maddelerle kullanmaya ihtiyaç duymaya başlıyor ilacı ve halüsülasyonlar yakasını bırakmamaya başlıyor.
Çok sağlıklı bir görünüme sahip bu insanlar,trafikte aranızda.Metrobüslerde aranız da.
Alışveriş merkezlerinde aranızda.Konser gibi organizasyonlarda aranızda.Okulda aranızda.Yani kısacası her yerde..Belki de aynı evi paylaştığımız kişilerde bile,hatta hiper aktif teşhisi koyulmuş evladımız bile bu risk altındadır.Hiper aktif çocuklarımızın sayısı gittikçe arttığı gibi,bu durumu yakından incelediğim için biliyorum,o taze beyinlere sırf dopamin hormonu salgılayamıyor diye içeriğinde 0,5 mg kokainden tutun,Metamfetamin denilen içeriklere kadar sahip ilaçlar verilmekte.

En basit örneği metamfetamin için verirsek ;

Metamfetamin (kristal meth); uyarıcı ve halüsinasyon özelliği olan sentetik bir madde olarak bilinir.Birçok uyarıcı gibi, 6-24 saat süren güçlü bir öfori; dolayısıyla bağımlılık yapma yeteneğine de sahiptir. Yapı olarak amfetamine yakın psikoaktif bir madde olarak bilinir.

Dediğim gibi durumun ciddiyetini düşünürsek, ufak boyutta bir anksiyete bozukluğu da olsa, illede ilaç kullanım gereksinimi varsa 7 den 70 e ruhsal davranış bozukluklarının kliniklerde gözetim altında muntazam bir biçimde hasta yatışı yapıldıktan sonra,çocukluk evrelerinden incelenip,ele alınıp tedavi edilmesi gerekmez mi ?

Aslında bu işin ilaçsız tedavi boyutları da mevcut,Mesela Neurofeedback gibi…İllede kendimizde,eşimizde,yada evladımız da,ailemizde ufak çaplı anksiyete bozukluğu hissediyorsak,bu akut migren bile olsa ilaçsız tedavilere yönelinmeli diyorum ben.İlaçsız tedavi sistemleri bozulan beyin nöronlarını ve hücreleri onarabilecek güce sahip.

Bunun için araştırırsanız çok güzel başarılara imza atmış uzmanlar ve merkezler mevcut artık.

Siz ne düşünürsünüz bilemiyorum ama , sırf ilaç firmaları para kazansın bende komisyonumu alayım derdine, tutarsız ilaç yazıp hastaları eve yollayan doktorları toplum huzuru ve güveni için çok tehlikeli görmeye başladım ben…
Bunca ruh hastası durduk yerde artmış olabilir mi sizce de ?

Umarım hepimiz için işin bu tarafını dikkate alırlar..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

BİR TEK YÜZÜMÜN KIRMIZISI KALDI SANA

ateş

Hani hepimizin bildiği “anı yazmak” diye bir kategori var edebiyatta.Yazılan “anı” da kişi öğretici ve bilgi verici yazılar yazmalıdır ya hani.
Gelecek kuşaklara ders vermek ve kamuoyu ile hesaplaşmak amacı da vardır biraz.
Yazar; yaşadığı dönemde olay, kişi ve dönem hakkında ki yaşadıklarını, ilginç olayları gözlem ve izlenimlerini anlatır ya.Bugün geçmişten kalan bir kalemin yazdığı “anı” yazısını okuyordum işte.Oturduğum yerde sinirden bir gülme geldi bana.
Sonra yazacağın yazıların,toplumun ruh sağlığına risk oluşturmaması da gerekir diye bunları düşünürken,yüzüme yapışmak için ısrar eden maskeyi kenara itmekle meşguldüm aynı zamanda.
“Ben bu dönemin çocuğu olarak yazmaya kalksam” dedim.
“Sahi ya ,yazmaya kalksam yaşadığım dönemin hakkında ki gözlem ve izlenimlerimi,şöyle doğrulardan kesinti yapmaksızın,cömert açılımlarda bulunarak yazsam kesin +18 mührünü basarlar ” dedim kendi kendime.
Tabi ki yazmayacağım o anı dediklerinden..Yazamam ki ..Çünkü çoktan terk ettik dönemin bize verdiği o cinsel kimlik rollerini.
Memleketimin şimdi ki insanlarının yaşattıklarını ve yaşadıklarımızı düşününce,hele şimdiki yeni neslin nesiller boyu dillerden düşmeyecek o durumlarından bahsetmeye kalktığımızı düşündüm de; kesinlikle insanlık hakkında bedbin fikirlere sahip birer ruh hastası olarak görülürdük.
“Gelecek kuşaklara şu zamanın pesimistliğinde küfürsüz ne anlatabilirsin ki” dedim kendi kendime..
“O tecavüzleri,tacizleri,uyuşturucu çukurlarını ve eskorta çıkmış bedenleri,nefsini doyuramamış,cinsel organına özgürlük bileti kesmiş o ruhları.Sonra oturup spermiyle sohbet eden adamları”.derken; yüzüm buruştu.İçtiğim kahve bile soğumuştu,tıpkı hayattan soğuyan yeni yetme bir çocuk gibi.
“Anımsadıkça pislikleşiyor lan bu dünya” dedim hoyratça.
“Hiç mi güzel anılarımız olamayacak bizim gelecek kuşaklara ? “
Bir kitaptan sıkılıp da fırlatır gibi fırlatmak istedim anımsadıklarımı.
Sanki ruhuma zehirli bir çiçek koklatmışlardı.
Hiç susmuyordu,zembereği boşalmış saat gibi,çığlıklar içinde ses çıkartmaya devam ediyordu zihnimin kemirgenleri.
“Öyle ya kaderini sanki zavallı bir patlıcandan almış,yüzünün patlıcandan farkı kalmamış,sırf araba da sevişmedi diye,o arabadan atılmış,kafası yarık kadınları gelecek kuşağa nasıl anlatabilirdim ki ?”
“Bu kadınları evime hangi cesaretle getirebildiğimi,evimin yaralı bereli kadınlarla kadın sığınma evine döndüğünü,annesi şiddet görmüş o masum çoluk çocukları sırf okuldan geri kalmasınlar diye evimin adresini kadına şiddet masasına sığınma noktası olarak yazdırdığımı nasıl anlatabilirdim ki …Uçkuru için kadına şiddet gösteren canavar adamların o ölüm kokan tehditlerine dimdik durup ta meydan okuyuşumu.Ve sıradan bir insan oluşumu…Nasıl anlatabilirdim ki küfürsüz,kibar kibar hemde pembe masallar gibi.Hem kimse de anlamazdı ki zaten…Başına gelmesi gerekirdi illaki anlaması için.”
“Tavşan gibi çeşitli insanlarla aşksız çiftleşme sonucu, yüksek doyum nedeniyle kendi bedeninden ve karşı cinsinden tiksinip,kendini kaybetmiş,nirvana denilen noktada, kendini bulma aşkıyla yanıp tutuşan,o rotasını zevki uğruna şaşıran,testesteron nöbetine yakalanmış kızı yaşında ki kızları aşk yapmış,östrojen nöbetinde bunalım takılan, oğlu yaşındaki çocuğu aşk yapmış ya o entel dantel teyzeleri nasıl anlatabilirsin ki ” diye tam da içimde ki kemirgen zihnimi kemirirken acı acı bir sesle irkildim.
Biiiip…Biiiiip.Biiiip…Biiip..Tam konuşmaya devam edecek o içimdeki susmayan kemirgen…Yine ötüyordu Biiip…Biiip…Biiiip.
Çamaşır makinası değilde,adeta namı diğer rtük gibiydi. Acı,acı öterek sanki sansür koyuyordu zihnime.
Bence bizden öncekilerin de zihninde bir sansür vardı.
Ondan yazamadılar belki de,en gerçek anılarını bizlere.Mutlu mesut yaşamamızı istediler aşk hikayelerinde.
Mecnundan Leyla’ya bir çöldü aşk.,Ferhat’tan Şirin’e delinmesi gereken bir dağdı.Kerem’den Aslı’ya söndürülmesi gereken bir ateşti aşk.Emekti,çileydi,hak etmekti.
Aslı’nın elinde kaldı aşk,yandı bitti kül oldu.Ve kalan küllerdi bize Aşktan kalan..
Sonrasını utançlarından anlatamamış olmaları gerek ki gerçeklikten uzak, bu kadar yapay,acılara üzüntülere hazırlıksız,deprasyon ilaçlarıyla sevişen bir kuşak vardı yaşadığım bu dönem de.
Çok ta görmüyorum aslında.Biz Araf çocukları çünkü şaşkınız hepimiz,yaşadığımız,duyduğumuz,gördüğümüz bu pislik hikayelere.
Kaldıramıyor bir tarafı aşka tutkun yeni yetme ruhumuz.
Dayanamıyoruz “Birden ölüm gelsin,ölümü özledik anne ” diyoruz. Bunlar nasıl anlatılırdı ki gelecek kuşaktaki zihinlere…
Belki de o dört duvar karanlık odaları karartan siyah perdeler sakladı bizden ahlaksızlıkları.
Soylunun soyluluğunu kaybetmemek uğruna yaptıklarını siyah perdeden başka ne saklayabilirdi ki ? Aslı ile Kerem’de kaldı onların aşk hikayeleri.Onlar derme çatma namus,haysiyet,şeref,onur hikayeleri bıraktılar bizlere.Yatak odalarının dışında,sırf evlenmeleri için çabalamış aileleri mutsuz olmasın diye mükemmel uyumlu çiftleri oynayan,aslında birbirlerinden uzak, evlilikte kerameti öğretmeye çalışan muhteşem çiftlerdi .
Birbirinin elini insanların önün de tutmaktan bile utanırken,o mahrem odalar içinde,aşktan yoksun kardeş gibi,kivre gibi bir yaşamı saklamaktan utanmamaktı belki de onlar için mükemmel aile olmak dedikleri.
Evinde namus,şeref,haysiyet rolüyle para kurtarıyordu çünkü her durumu.Tıpkı bir “Pezevenk” yazısının üstüne koyulan paraların pezevenk yazısını yok ettiği gibi…
Sus diyorsun bana değil mi ? Mahremiyeti olmalı değil mi insanların ? Kara kutuları olmalı bir uçak gibi…
Emin ol mahremiyet dedikleri bir maskeden ibaret.Gerçekte olsaydı mahremiyet dedikleri şimdi duyamazdın tecavüze uğrayan çocukların intihar hikayelerini,okuyamazdın bu kadar adı mahremiyet olan belden aşağı pislik gerçekleri.
Merak etme siyah perdeleri zaten yırttı birisi.Tıpkı düşen uçakların açılan kara kutuları gibi.Bu topluma iyilik mi etti,kötülük mü etti bilinmez..Bizler işte bu yüzden Araf çocukları olduk.Aslı ile Kerem’den kalan küller ile avunup,yırtılan siyah perdeden sızanlar arasında,duygusundan suçluluk duyan,duygu açı çocuklar olduk.”Aldırma gönül” diyen şarkılar da bulduk kendimizi.Aşk için yolları giderken,rakı masalarında demlendik ,iki güzel kelimeyi duyup da inanmak için,kurşunları ata ata bitirdik,bu mahremiyet denilen pislik hayatı mapuslar da yata yata öğrenmek için.
Böyle böyle ağlamamayı öğrendiysek de,bizler duygulu şarkılarda,duygulu filmlerde yine ağlak,salyalı,sümüklü çocuklarız.Fakat acıya da bir o kadar dayanıklı çocuklarız artık.Çünkü kendine sunulan cenneti, ustaca cehenneme dönüştüren pislikten yalamaya dönmüş,kalbini unutmuş,penisini seven adamları gördükçe aşka inancını yitirmiş mutsuz çocuklarız artık biz.
Bu yüzden mevsimlerden en çok ilkbaharı özleyip sevdik.Bahar geldiğinde demir parmaklıklara,üzerine yazılar yazdığımız kağıttan beyaz güvercinleri astık,belki rüzgar alıp yaşayamadığımız,hasret kaldığımız tüm güzelliklere onu ulaştırır hayaliyle,kağıttan güvercinleri bile özgür bıraktık.
Ve işte anımsadıkça,gözümde pislikleşen insan hikayelerinden sonra, anladım ki hiç bir güzel anımız yok bizim gelecek nesillere..Ben en çok gelecek kuşaklara bırakacağım rengin KIRMIZI olmasını isterdim oysa.. Fakat bırakabileceğim bir tek yüzümün kırmızısı kaldı onlara..
Bu yüzden belki de hırçın beynimizin bir tek dışkısı var; o da küfür. Bunca utanmaz,aymazın içinde utanmaz olduk ettiğimiz küfürlerden.Unuttuk Aslı İle Kerem’de kalan aşkın küllerini,Neyzen gibi,Can Yücel gibi adamlar tanıdık,küfrettik işe yaramayan kilisenin papazına ve halende küfrediyoruz camilerin tecavüzcü imamlarına..O yüzden sevmezler bizi de onlar gibi.Dokunur bu yüzden yaralarına yazdığımız her kelime.Ruhunun devası olmayanın inancı kalmazmış mahremiyete.Kalmadı inancım benim de.
Sana da dokunduysam eğer kelimelerim de, dört duvar karanlık odalarda,onca acıyla mahremiyet süslemesinde sustuğun için,gördüklerini maviş maviş,pembiş pembiş boyaların altına saklayıp da,yalanlarla parlatıp sunduğun için ben seni affetmeyeceğim.
Esas gerçekleri yazdığım için sen beni affeyle.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

KOD ADINIZ MUTLULUK MU ?

MUTLULULUK
Yaşam denilen aslında, insanların yanılgılı seçimlerinden geriye kalan tecrübeler zinciridir. Bazılarımız bu yolculuğu acılı,bazılarımız tatlı bir şekilde sürdürürken,bazılarımız bu yolculuğa karmakarışık,gel gitli bir şekilde devam eder.Yaşamlarında mutlu olabilecek bir kaç kareyi gel-gitlerle tecrübe etmiş olanlar, ilk zamanlar da nostaljik fırtınalara kapılsa da,kısa zamanda toparlanırlar.Bir süre sonra da geçmişin can yangınlarını tebessümle anıp,geçmiş yaralarına,hüzünlerine sarılıp asla avunmazlar.Hatta yol almak için,hatırlamak bile istemezler.
 
Fakat bazılarımız vardır ki anlamsız bir şekilde geleceğine yönelmektense, geçmişine çakılıp kalırlar.Çıkartmaya çalış,mümkün değildir, çıkartamazsın.Unutmak istediğini de söyler,perişandır hatta.Üzülürsün o haline.Böyle olmak istemediğini de söyler.Motive et,yardım et,tezat bir portre ile mümkünsüz,imkansız hale gelirler.Çünkü kabul etmese de,doğru ya da yanlış orada mutlu olduğunu keşfetmiştir.
 
Eğer geçmişine çok sık dalmaya başlamışsan, bu yaşadığın şimdiki zamanın içinde,sarılacak tutunacak bir şeylere ihtiyacın olduğunu gösterir.Gelenler hep gideni arattırmış olsa da,giden gitmiş olsa da kalbin oraya taşınır ve geçmişin anıları ile mutlu olmaya çalışırsın.Çünkü mutlu olmaya ihtiyacın vardır.Mutsuzluktan korkarsın.Çalınmıştır sevdan,koparılmıştır zorla hayatından.Unuturum sanıp silmeye çalışmışsındır.Mutsuzluk bulutlarında kalıp,onsuzluğun fırtınalarında,afetlerde kalıp çok savaş vermişsindir.Fakat kalmıştır acısıyla,derin yaralarıyla ruhunda..İşte mutsuzluk bu yüzden korkutur insanı, gelecek aşkın sancılarında.
 
Geçmişine sığınırsın, çünkü mutluluk adına biri varken yanında, her çabana rağmen seni mutlu eden biri yoktur aslında hayatında. Bir de mutluluğu hak ettiğinin bilincindeysen, artık yeni bir insan tanımaya da,hayatına almaya da cesaretin olmaz.Yanı başındaki adı geleceğin olan kişiyle yol arkadaşlığına dair,yanıtlarını bulamadığın sorgularından sonra pişmanlıkların başlar.Ne sevmeye geliyordur,ne sevişmeye.Sineye çeker gibisindir.Soğutmuştur aslında seni ilgisizliği,sevgisizliği..Gitsen olmaz,kalsan olmaz,ayrılsan olmaz.Yapay tebessümler eşliğinde ruhunla uzaklaşır gidersin geleceğinden,senin bile haberin olmaz..
 
Hayatına kod adı mutluluk olarak gelen kişi hep alıcıysa, verici değilse malesef arafta kalır gibi kalırsın.Gözünü bir açarsın ki; zihninde bir zamanların acısı olmuş, şimdi ise seni tebessüm ettiren bir geçmiş,kıvrım kıvrım kıvrılmaya başlamıştır hayallerinde,onu nasıl öptüğünü,onun tarafından nasıl şehvetle karşılık gördüğünü hayal ederken bulursun kendini.
 
Eğer gözyaşları içine akan birisiysen,gelecek denilen kişi gelmiş ve artık yanı başında olmasına rağmen, sana koca bir yalnızlık yaşatıyorsa,ilgisiz bırakıyorsa,geçmişini düşünmek istemesen de engel olamazsın,aklın geçmişine kayar, geçmiş sevdanı anımsarsın özlemi,yokluğu acı verse bile.
Çünkü sevilmenin ne olduğunu bilirsin.Geçmişi sana iz olarak bırakan kişi ile,olur olmaz kedi köpek gibi kavga bile etmiş olsan,o itişip kakışmalar çok masum gelmeye başlar sana. İşte o an hissedersin bir zamanlar ellerin üşüyor diye onun kalbinin de nasıl üşümüş olduğunu,hasta olduğunda senin için nasıl çırpındığını.Mutlu etmek için etrafında nasıl pervane olduğunu.
 
Yanı başında ki kod adı mutluluk olan kişi, elini bile tutmazken,türlü bahaneler ile güzel anları ertelerken, tam da o an da gelir geçmişin seni teselli eder gibi  aniden kucaklar.Hele ellerini kavrayıp ısıttığı günler vardır ki, aklına gelir seni mutlu eder.Kokusunu anımsarsın,sarılır yatarsın yastığına, kokusuyla yatarsın sırf seni yalnız bırakmasın diye.
 
İşte böyle böyle, yanı başındaki kod adı mutluluk olan kişinin ilgisizliği yüzünden,kalbin hep geçmiş yangınına teslim olarak yaşamaya alışır.Gittikçe daha çok hoşuna gider bu durum.Başı boşsundur,boşluktasındırBir sürü neden vardır seni geçmişine doğru itekleyen,onun hayali kucağı seni sarıp sarmalar,hep ayakta tutar.
 
”Çok şükür “dersin “iyi ki sevmişim,iyi ki aklımda kalmış,ya o’da olmasaydı ?”
 
Geçmiş yangınların bile, kod adı mutluluk olanın yaktığı kadar yakmaz artık canını.Kimseler bilmez , mutluluğunun sırrıdır o , kimselere söylemek istemezsin,yanı başında nefes alan kişi de dahil bilsin istemezsin.O saatten sonra seni mutlu eden bir tek kişi vardır artık hayatında.Mutlusundur artık.Kimse bozamayacaktır.Kimse elinden alamayacaktır.
Uykusuz geçen gecelerin yerini,tatlı bir uyku isteği almıştır,hatta o kadar değişir ki davranışların,kod adı mutluluk olan insanın artık yanı başında olmasını, yatmasını istemezsin,sırf ona dair her şey rüyana girsin diye,odalardan oda beğenir,geleceğinden kaçarsın,tek başına yatmaya başlarsın.
 
Bir çoğumuza garip gelir belki bu durum,muhtemelen etrafınızda da vardır bu durumda insanlar,etrafa bakmaya da gerek yok gerçi,belki sende bu durumdasındır.
 
Empati ile bakarsak eğer;
 
Muhteşem sevdanın,zoraki ayrılığını yaşayan aşk mağdurlarının içinde,zoraki pasifleştirilmiş bir sevda vardır ki;bu yüzden yaşamına mutluluk adına gelen yeni kişi tarafından yaşatılan sevgisizlik,ilgisizlik ve kırıcı davranışlar onları geçmişlerine sığınmaya iter.
 
Eğer kod adınız mutluluk ise;hayatına girmeye karar verdiğiniz biri varsa yada hayatında olduğunuz biri varsa,lütfen giden sevgiliyi arattıracak kadar,nasıl olsa beni seviyor,sevmese yanımda olmazdı diyerek SEVGİSİZ,İLGİSİZ davranmayın.
 
Şu ölümlü dünyada mutlu olmak ve mutlu etmek için yaşıyorsunuz.Mutlu olmadığınız sürece mutlu da edemezsiniz.Unutmayın ki; sizi mutlu eden insana, bir insanı mutlu etmenin ne demek olduğunu, mutlaka sizden önceki başka bir insan öğretmiştir,bu yüzden mutsuz ederek siz de mutsuz etmeyi öğretmeyin.Aynı çatı altında olsun yada olmasın,mutsuzum dediğiniz vakit kendinizi sorgulayın.Mutsuz ettiğiniz kişiyi fark edip bulacaksınız karşınızda.
 
Hayatına kod adı mutluluk olarak girdiğiniz kişi,sizi eskisi kadar mutlu etmiyor ve uzaklaşmışsa sizden, bu tamamıyla sizin eksikliğinizdir.Kod adınız mutluluktur ama sizi mutlu ederek mutlu olmaya çalışan insana yaşattığınız hayata bakın.Koskoca bir mutsuzluk işte.Eğer halen geç kalmamış iseniz,yakaladığınız yerden tutun onarın.Kolay olmayacaktır ama pes etmeyin.Onu şimdiki zamana döndürüp geçmişinden çıkaramazsanız ,işte kabul edin ki bu sizin salaklığınızın eseridir
 
Aşkın meşk hali her şeyin tamam olduğunu,sorunların,engellerin bittiğini göstermez.Hiç bir şey sonsuza dek sürmez.İnsanların yapmış olduğu seçimler ile, değişime uğrayarak farklı boyutlarda ilerler.
 
Her giden gibi,sizin de içinde bulunduğunuz yaşamdan gidici olabileceğinizi düşünün..Yaşamınızı paylaştığınız kişiye işte sırf bu yüzden güzel izler bırakmalısınız.
Unutmayın,gitmek sadece ayrılmak,terk edilmek yada terk etmek değildir.
 
Şu hayatta sevmek,en baş ilkeniz olsun…Mutlu edin mutlu olun…Lakin sevmiyor iseniz kimsenin hayatına kod adı “MUTLULUK”olarak da girmeyin..Çünkü sevginin olmadığı yerde, mutluluk adına yazılmış olan bütün kodlar,kısa sürede kendini imha eder.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

DELİ GÖMLEĞİNİ GİYDİREBİLİRSİNİZ DOKTORCUM ARTIK HAZIRIM…

izmir-de-iki-cocuk-annesi-bir-kadin-intihar-etti-5638147_1511_o

Yaşadığın ülkeyi düşünme Cansel.
Ölenlerin insan olduğuna hele hiç üzülme .Sen aşka bak meşke bak.Kim ne giymiş nerede sevişmiş,1 kilo rakı ipek çarşaflı yataklarda nasıl hangi mezeyle içilirmiş,kaslı kolların, ipek gibi bacakların arasında nasıl dans edilirmiş onlara bak sen.
Aşkın tarifini sevgilisinin tangasına yazan adama bak sen.
Filiz Akının,Müjde Ar’ın geçmişteki don modellerine bak mesela.Erkeğini baştan çıkartmak için onun hangi don modelinden hoşlandığını sorgula mesela.
Tecavüze uğrayan çocukları da kadınları da düşünme.Ekmeği olmayanı da düşünme,80 yaşında bir adamın ayakkabı boyadığını da düşünme,10 yaşında okula gidemeyen çocuğu da düşünme.okul açıldığında defterini kalemini alıpta çantasını ayakkabısını kıyafetini alamayan çocuğu da düşünme.
Yuvasından düşen bir kuş içinde üzülme.
Susuzluktan ciğerin yanıyorsa iç suyunu kana kana,sonra sokakta ki suyunu içen kedinin önündeki su tasına vur bir tekme.
Düşünme işte kadın.Sana ne ki !
Alemin derdi seni mi gerdi ?
Duygularını esrarlı bir çuval ota gömen et beyinli insanlar gibi,
Keyfini her gün iki şişe içkiye sığdıran insanlar gibi
Sende topla boktan satırlarını ve ziktir olup git bak keyfine.
Hem her ne yazıyorsan duygularını aldır da yaz Cansel.
Şiirde neymiş,
Aşkta neymiş,kalpte neymiş ki,hem ölüm tadında ayrılıklardan, efsanevi kavuşamamış sevdalardan sana ne.
Geçimini fahişelikle sağlayan Ukraynalı kadınları Türk erkekleri neden tercih ediyor,evdeki karısını Rus kadınlarıyla neden aldatıyor .
Evdeki karısı fahişe olunca neden öldürüyor bundan sana ne.
Kutsal evliliklerini kurtarmak adına birbirlerinin karılarını düzen insanlardan sana ne.
Bir eşcinsel nasıl oluşuyor,yaşamından sana ne.
İstanbul’un güzelliğinden,batan güneşten,Taksimdeki taksim taksim insan motiflerinden sana ne.
Ailesini bir istasyonda kaybedip sevdiğini trenin altına iten genç kızdan sana ne.
Bir bardak çayın deminden,çınarların asaletinden,kelebeğin ömründen sana ne.
Bir çift göze mühürlenmiş hayattan sana ne.
Tekerlekli sandalyesi yok diye eve çakılan adamdan sana ne.
Dışarıda ki yeşil parklardan, çiçeklerden, temiz oksijenli havalardan sana ne
Yaşanmışlıklardan sana ne ,
Hem bilmez misin geçmişe mazi edilmişe gazi derler.
Yaşanmışlıkların gelmişine geçmişine de at bir kahkaha.
Duyguda neymiş hem duygular orana burana bulaşınca insanlar sana bak konduramıyorlar zaten ki, sunduramıyorlar.
Sadece bildikleri çamur atmak,bok atmak ve bazende sorgulamadan yargılamak.
Ve sonra yardıra yardıra maytaplarken,saygıya paslı bir bıçak sokmak.
Ah tabi hep yaşamı düşündükçe hüzün bulaşıyor o ruhundan kalemine.
Ne çabuk unuttun zira hüzünlenmekte yasak sana.
Sen hüzünlenemezsin.
Maytaplayanlar çoktan aldılar o hakları senden.
Onlar meydanlarda zırıl zırıl ağlarlar,ama sana yakıştıramazlar.
Şiirli fotoğraflarında bile hüzün var,niye çiftetelli oynarken fotoğraf çekilmiyorsun be kadın.
Bundan sonra yazdığın şiirleri yada yazıları göbek attığın fotoğraflara yaz.
Yada dekoltene yaz.
Ah güllük gülistanlık olmayan şu ülkeyi düşünmekten vazgeç artık.
Sevdiklerini incitenleri de düşünme,
Bak kalemine düşen hüznün adını karamsarlık koymuşlar,öğrenemedin mi daha be kadın öğren artık bunu..
Hüznün her çeşidi yasak sana.Yakışmıyormuş anlasana.
Ağlamak yasak.
Düşünmek yasak..
Yada hiç edemiyorsan öfke kus öfkesini kontrol edemeyenlerden azcık öğren de.
Kıçını yalatanlar gibi bastır egonla çarp,çırp kandır edepsizliğinle yardıra yardıra.
Ayıp sana be kadın,ciğerin kan ağlarken açacaksın bir fidayda çok üzüldüm diye oynayacak ve ağlayacaksın ama kahkaha tarzında.Bak nasıl etrafın kalabalıklaşacak.
Evet evet kahkahalar atacaksın şehvetli şehvetli,ah tabi yaa birazdan fazlada baştan cıkartıcı olacaksın,dekoltesinde ki dövmesiyle domalan dudaklarıyla “ille de aşkım gelsin beni delsin” diyenler gibi olacaksın ama sen olamıyorsun be kadın.
Ve sen satırlarına yalandan bir tebessüm koyamayacak kadar yeteneksizsin kabul et ..
Satırların,mısraların ruhu çalınmış bir fahişe gibi kırıtmalı.
Oynak,şeffaf bir dansöz gibi bir o yana bir bu yana.
Ama asla içinde bir Cansel olmamalı.
Kalbindeki acıyı yansıtmasan olacak bu iş.
Zorla biraz kendini.
Kevgire dönmüş yüreğinden damlayan kan damlasını alıp dudaklarına bulayacak,o şehvetli rengin büyüsüyle mutlu etmeyi bileceksin insanları.
Tıpkı padişahın soytarısı gibi.
Anladın değil mi ?
Aslında sen kendi kaleminle bir dar ağacı çizsen de olur mesela.
Bak iyi fikir …
Yaşama dair ne varsa as öldür içindekileri…
Sevindir hadi şu garipleri.

***Deli gömleğini giydirebilirsiniz pek sevgili doktorcum..Artık hazırım..***

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Facebook'ta Paylaş

Paylaş

KADIN BİR ERKEĞİ DOĞURMAK İSTEMEDİĞİ AN SANİYEDE YOK EDER.

11047913_794164404033696_9029466103096164740_n

Bugün haber başlıklarını dolaşırken bir başlıkla karşılaştım…
“Türkiye Aysun Altay’a ağlıyor” diyordu başlıkta..Haberin alt kısımlarını okudukça şöyle bir derin nefes aldım.Ne tarafa baksam her yer tecavüz,kadına şiddet,ölüm vs.
Nasıl bu hale geldik aslında biliyorum da bilmiyorum..
Bu son yıllarda gördüğüm duyduğum ne kadar kadına şiddet,tecavüz konusu varsa sanki bu konularda adım adım boyut değiştiriyoruz gibi geliyor bana.Bu kadar eğitim seminerleri verilirken,ailede çocuğun ve kadının önemi vurgulanırken,insanlar daha iyiye gideceği yerde daha kötü davranışlarda,şiddette kendilerini gösterir oldular. Sanki bütün bu olanlar yeryüzünde kendini koruyabilecek tek bir kadın yokmuş gibi bir algı bırakıyor insanda …

Rahmetli Duygu Asena ruhu şad olsun,bir zamanlar “Kadının Adı Yok” adlı bir kitap yazmıştı.Çokta haklı çıktı.
Eskiden bu gibi mevzuları eğitimsizliğe bağlardık..Özellikle denilirdi ki doğuda kadınlar aşağılanıyor,darp ediliyor,kadının yatakta da,hayatta da kıymeti yok,bir genç kız birine aşık olduğu zaman aile ve akrabaları tarafından töre kararı ölüm bileti kesiliyor derdik,tuhafımıza giderdi insanlık dışı görürdük.
Aslında bunun ne doğuda yaşamayla nede batılı olmayla alakası yokmuş.Kırsal kesimde yaşamakla metropol de olmakla da hiç alakası yokmuş..
Eğitim eksikliğine bağlardık,eğitim eksikliğiyle de alakası yokmuş malesef.
Ne eğitimli insanlar gördük şiddet kahramanları olarak..
Bu konuda 20 yıldan fazladır insanlarımıza eğitim verilmekte olmasına rağmen daha çok şiddet gören kadınlarımız,daha çok şiddet gösteren erkeklerimiz olmaya başladı.Daha çok istismara uğrayanımız olmaya başladı.
Öncelere bakarsak geleneklerimize göre önceden öğretilirdi,aile arasındaki mevzulara kimse karışamaz denilirdi.
Kocasıdır,abisidir döver de sever de,saçını tutup sokaktan eve de götürebilir de.Gördüğünüz yerde sakın karışmayın denilirdi.Başlıca hata zaten burada değil mi ?
Aklım almıyor hem dövüp hem sevme yetkisi alan adam tecavüzde eder öldürür de..
Bu nasıl bir teslimiyettir ?
Bugün kadınların ve kızların toplumdaki durumlarına baktığımda,erkeklerin söylemlerine,işlevlerine baktığımda Duygu Asena’ya hak vermemek elde değil..
Biz kadınların kişisel özgürlüklerine sahip olabilmesi için bir ülkemi kurması gerekiyor ?.
Yada örgütlenmesi mi gerekiyor ?
Savaşması mı gerekiyor?
Bize erkekler dokunmasa bizim korunmaya sahiplenilmeye hiçte ihtiyacımız yok aslında.
Pavyonlara erkekler tarafından satılan,sosyal evlerde çalıştırılan küçük kadınlardan zaten hiç bahsetmeyeceğim..
çocuk gelinlerden hiç hiç bahsetmeyeceğim.

Ülkemizde ki özgürlük kavramı,kişisel özgürlük kavramı aslında sadece erkekler için varmış.Şu yaşanılanlara bakınca Duygu Asena’nın kitabının da mahkeme kararıyla 1988’de neden yasaklandığını da anlamış bulunuyorum.
Duygu Asena’nın o zamanki bilinçlendiriş ve uyandırış biçimi biz kadınlar için tehlikeli bulunduğu için yasaklanmış,bunu anlıyorum.
Unutulmasın ki ;devleti yönetenlerde erkek egemenliğince kutsanmış yetkililerdir..
Bunları okuyan erkekler kusura bakmasınlar..Bakıyorlarsa da keyifleri bilir.
Şöyle bakarsanız gelmiş geçmiş savaş hikayelerinin kahramanları hep erkektir.Savaşı erkekler çıkartır.Hiç gördünüz mü doğada herhangi bir hayvanın bir kadının tuzağına düşüp zarar gördüğünü.Erkekler doğadaki canlıyı yaşam hakkını elinden alarak avlar ve yer..Tıpkı dişi canlılara yaptığı gibi..
Kimse bana feminist misin de bunları yazıyorsun demesin.
Topluma zarar veren yanlışları irdelemek bugün feministlik değildir artık.
Zihnimde geçmişten bu yana şahit olduğum saklanmış o kadar tecavüz vakası ve insan hayatları var ki toplum bunların hiç birini bilmedi,duymadı,yüzleşmedi.Hiç birini henüz daha yazmadım..Ama hepsi için oturup ağladım.Çünkü ağlamaktan başka yapabileceğim hiç bir şey yoktu.
Eminim benim gibi daha bir çok kişininde çevresinde şahit olup içinde sır olarak sakladığı hayatlar vardır.
Şimdikiler gibi medyaya,yada sosyal medyaya düşmedi o hayatlar.
Bazen tanıdıklarımda şahit olduğum vakaları ara sıra anımsadıkça ağlayıp buhranlara giriyor nöbetleniyorum.Bu konularda sivri çıkışlı yazılar yazdığım zaman en yakınımdaki dostum dediklerim şaşırıp kalınca bana “hayırdır sen küçükken tecavüze falan mı uğradın” diyorlardı.Susardım..Anlat derlerdi anlatamazdım..
Evet duyarlı ruhum tecavüze uğradı benim ve halada gördüklerimle uğramaya devam ediyor işte.
Ruhu tecavüze uğramış bir kadınım ben artık ve eminim sizlerde şimdilerde benden farklı değilsiniz.
“Gittikçe büyüyen kötülükler,gittikçe canileşen bir dünya,rahat gezemediğimiz sokaklar,rahat konuşamadığımız yerler,hep sustuklarımız,sustukça içimizde büyüyen hayallerimiz,dışa vuramadığımız,umudumuz hepsi gün geçtikçe dibe vuruyor,gittikçe nefes alamaz hale geldik.
Her kadın eziliyor,dövülüyor.Bitsin artık dedikçe dahada çoğalıyor”…diyen benim gibi kadınların sayısı bu ülkede çoğaldı.
Gazetede Aysun Altay vakasını okurken,vatandaşlardan bir genç kızımızın şöyle bir isyanına tanık oldum..

“Temiz kalmak için ölmesi gerekmiyordu ! İyice arsızlaştı memleket,ne bacı,ne ana,ne baldız,ne yengeyi bilmez oldular !!!
Erkek çocuklarınızı ya düzgün eğitin yada eğitemeyecek iseniz çocukluktan öldürün !!!
Biz kadınları siz bu kadar cani yaptınız ! Kadınlar özgür olsun diye illa erkeklere ölüm mü istemeli ?”

Bu kızcağızı oldukça da haklı buluyorum bu isyansal sorgusunda..
Buna yanıt verebilecek olanlarınız var mı ?

Ve gözümden kaçmayan bir başka husus daha var.
Özgecan da olduğu gibi,Cansu da olduğu gibi,Aylada da bazı erkekler olanlara tepkilerini dile getiriyorlardı,kendi cinslerine lanet ediyorlardı.Erkek oldukları için utanıyorlardı.Bir kadınımızı daha koruyamadık diyorlardı.
Korumayın zaten kardeşim dokunmazsanız zaten korunmaya da muhtaç kalmayız !!
Biz kendimizi sizlerden nasıl koruyacağız ona bir çözüm düşünün !!

Mor çatımız var değil mi..Var tabi ne çatı ama..Mor çatının da çatısını başımıza geçiriyorsunuz.
Mor çatıya sığınmış ,şiddetinizden kurtulup yaşamaya çalışan kadınlarımızı tövbeler edip “bir daha yapmayacağım seni çok seviyorum” diyerek kandırıp cehenneme götürüyor öldürüyorsunuz.
Siz kimsiniz beee!!
Siz kimsiniz kadın tarafından yaşama hakkına sahip olan canlılarsınız.
Kadının rahminde can kazanıp dünyaya gelensiniz.
Kadın bu dünyada rahat yüzü görmek için rahminde mi boğup öldürmeli sizi ?
Canilik savaşı buysa kadın bir erkeği doğurmak istemediği an saniyede yok eder..
Midem bulanıyor artık,başımın damarları ağrıyor,temcit pilavı gibi her kadına şiddet,her tecavüz ve istismar vakasında aynı şeylerin konuşulmasından bıktım.
Birbirinizi lanetlemelerinizden bıktım.Kendinizi ayıklayıp bir diğerinin sapıklığını deşifre etmenizden bıktım.
Erkekler önce aşkı kirlettiler, sonra arkadaşlığa ve dostluğa leke düşürdüler.
Şimdi ise kardeşliği ve abiliği bitirdiler.Bazı erkekler bu sözüme alınıp ta hepimiz aynı değiliz derseler kusura bakmayın aynı değilseniz o zaman erkekliğin yüz karasını beslemeyeceksiniz..
Aslında kadınlar bugüne dek gerçekleri saklamış olmasalar da anlatmış olsalardı,erkeğin aynada ki görüntüsü inanın küçülürdü.Ve erkek kendisinden nefret ederdi.Erkek kendisiyle yüzleşmek istemediği için görüldüğü gibi ya kaba kuvvete başvuruyor,yada bir şekilde susturuyor..
Şiddet gören tecavüze uğrayan,istismara uğrayan dişi yaratıklar tecavüzcülerinin krallıkları ve egemenliklerinin baskısı altında susturulmaya devam ediliyor.
Çoğu ya boyun büküyor yada intiharı seçiyor..Boyun bükmeyen ve susmayan ise katlediliyor.
Daha dünden önceki zamanlarda MERSİN’in Tarsus İlçesi’nde cinayete kurban giden Çağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencisi 20 yaşındaki Özgecan Aslan’a yaşatılanları hazmedememiş,kadın erkek hepimiz buna karşı tepki gösterirken, bugün 22 yaşındaki Aysun Altay adlı genç kızımızın abisi tarafından tecavüze uğradığı için,hayatına son vermiş durumda olduğuna şahit oluyoruz.Sorgulamamız gerekiyor.Aysun Altay vakası tecavüzle beraber ensest ilişki dosyasını da getiriyor önümüze.
Eminim ensest dosyasını okuyunca da bu insanlardan bahsederken hepiniz kendinizi kenara çekip konu kahramanlarını ruh hastası olarak etiketliyorsunuzdur.
Bizim toplumsal davranış bozukluğumuz da budur işte malesef.
Sadece lekeleriz,etiketleriz fişleriz.Ötesinde bir hamle olmaz.Yaşamaya hakkı olanları yaşatmayız öldürürüz,yaşamaya hakkı olmayanları ise besler yaşatırız.
Özgecan ve Ayla vakasındaki kahramanlarımızın biri gördüğünüz gibi dışarıdan bir erkek,biride aile içinden bir erkek..İşin aslına bakarsanız şiddet ve istismar hikayelerindeki baş kötü karakter ,baskın taraf olan hep erkek..
Sosyal medyayı her ne kadar zararlı bulsalar da toplum bugün aslında sosyal medya sayesinde kendisiyle çok çetin bir şekilde yüzleşiyor.Sosyal medya sayesinde artık herkes her şeye şahit oluyor.
tecavuz-ettigi-kizindan-dogan-bebekleri-kopeklere-atti-5903166
Biraz önce bir haber başlığı daha okudum,
Antalya da tecavüz ettiği kızından doğan bir baba bebekleri köpeklere attı..
Haber aynen şöyle ;
“Tecavüz ettiği kızından doğan bebekleri köpeklere attı
ANTALYA’da kızı H.E.’ye 6 yıl boyunca tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklu Ekrem E. ile tutuksuz yargılanan eşi Cemile E. hakkında, kızından doğan iki bebeği öldürmek suçundan ’ağırlaştırılmış ömür boyu hapis’ istemiyle açılan davanın görülmesine başlandı. Mağdure H.E.’nin avukatı Serap Ertuğrul, doğan bebeklerin köpeklerin yoğun olduğu bir araziye bırakıldığını belirterek, hayvanlar tarafından yenildiğini iddia etti.”

Buyurun işte bu nasıl bir mide bulandırıcı bir durum.
Sıtkımı sıyıracağım..

Erkekler her zaman ailelerindeki kadın ve kızları dışarıdaki erkeklerden korumakla görevli hissederlerdi kendilerini.Nedeni belli çünkü erkekler asla kendi cinslerine güvenmezlerdi.Biz kadınlar nasıl bir kuyunun içindeyiz anlıyor iken anlamak istemediğim yerdeyim.
Bir toplumda bir erkeğin cinsel organı bu kadar korku yaratan,tiksindirebilecek bir silah halini alabiliyorsa orada sağlıklı düşünen bir birey,sağlıklı düşünen bir aile ve sağlıklı bir toplum göremezsiniz.
Bu tehlikenin kimse farkında değil.Gazetelere manşet olan haberlerde ki konulara ahlar vahlar döşemekten kınamaktan öteye gidebildiğimiz yok bizim.Bir kaç gün sonra buda unutulur.
Biz toplumda kadının can güvenliği yok derken kadın evinin içinde de güvende değil gördüğünüz gibi.
Yoksa erkek,cinsel organını korku yaratmak ve bir silah olarak kullanmayı seçtiği için mi bütün bunlar oluyor ?
İnanın kafam karman çorman oldu neresinden bakıp yazacağımı şaşırır oldum artık.
Aslında bir gidip kusup gelsem iyi olacağım.
Evet nefes alıp devam ediyorum..

Özgecan vakasında da gördük ki “orada ne işi varmış” diyenlerden tutunda bu gibi vakalarda hep kadın kısmına suç yapıştırarak günah yüklemeyi seçti bu toplum..Bizler bunları da duyduk,okuduk.
Aysun Altay’a bakıyoruz tecavüzcüsü kendi ana rahminden gelmiş,aynı kanı taşıyan öz kardeş.
Ve tecavüzcüsüyle aynı evde yaşamak zorunda kalıyor oda mecburiyetten yaşam şartları gereğince.

Ha sanmayın bu ülkemizde ilk yaşanan bir olay falan diye düşünmeyin.
Öz babasından tecavüze uğrayan kızlarımız olmadı mı ?
Köylerde olduğu kadar metropol de daha fazla oldu.
Geçmişte de oldu ve hala olmaya devam ediyor işte..
Abilerinden tecavüze uğrayıp hamile kalıp doğuranlar yok mu ?
Aileler ne yaptı ?
Gördüğünüz gibi susmayanların tecavüzcüleri ceza alsa da yaşamaya devam ediyorlar.
Susturulanların ki ise yol aldı..
Bir çok aile ise kızlarının doğurduklarını nüfuslarına alarak hayata devam ettiklerini sandılar.
Ve hiç kimseler bilmedi ve duymadı, sözde çok ahlaklı aileler olarak yaşayıp gittiler,sizlerin kızlarının giyimine,kuşamına karışıp ahlak dersi vermeye başladılar.
Dışlanma belasına her zaman küçük kızlarını susturdular,oğulcuklarının yada kocalarının ayıbını örttüler.
Peki niçin ?
Hep bu toplumda yalnız başına yaşayamayıp maddi anlamda hayatı göğüsleyemeyeceklerini düşündükleri için..
Peki devlet ne yaptı ?
Yani demem o ki bu vakalar hep vardı ama bugünkü gibi ortaya çıkmazdı.Anne ekonomik bağımsızlığı olmadığı için ses çıkaramazdı.Tecavüze uğrayanın zaten hiç konuşma hakkı yok.Konuşursa çünkü yaşayacak,gidecek bir yeri yok.
Perde arkasında ise bir ailenin tecavüze uğrayan kızı bir kenara çekilmiş,hayatı nasıl göğüsleyeceğini düşünürken,dışlanma korkusuyla susarken,ölümle kalım arası gidip gelirken,aile tecavüzcü oğlunu başka bir ailenin kızıyla evlendirir ve oğlu soyunu üretecektir ya hani gurur duyar oğlunun penisiyle..
Ve bilinmez o penisle yeni tecavüzcüler üreyecektir yeryüzüne..
Oğlunun bu hayasızlığından kimseye bahsetmez bir aile.
İyide neden!!
Ama kızlarına bir başkasının oğlu aşık olursa kızını en baş orospu ilan eder.
O kız abisi tarafından dövülmeyi hak etmiştir.Arsızdır hani namuslarına leke getirecek düşüncesiyle o kızın hayatını kısıtlarlar.Onun edebini yırtan,hayasının ırzına geçen erkek ,sırf dışarıdan geç geldi diye ,bir akşam yine bir abilik makamıyla ona terbiye verecektir.Bu terbiye nasıl veriliyor onuda gördük işte.Ya dayak ile yada tecavüz ile..
Bırakın Allah aşkına eli çükünü sıvazlayan,sırf mini etek giydi diye onun bunun karısının kızının kalçasına bakıp eve geldiğinde kendi ailesindeki karısını kızını dışarıdaki adamlardan kıskanan adamlara abi diyoruz,baba diyoruz,koca diyoruz biz..
Edepten yoksun olanın edep dersi verdiği nerede görülmüş.
Böyle fanusta kalmış sesi çıkmayan nice yaşamlar var biliyor musunuz siz ?
Fanusu kırıp okuyarak hayatını kurtaracağını sanan kızlar dışarıda da yine güvende değiller malesef.
Bu toplumda denize düşüp yılana sarılarak yaşamayı tercih edenleri de gördük.
Erkek her yerde harcadı kadını.Ve fahişe yaptı.
Ve ben karanlık çöktüğünde evinin yoluna gitmek istemeyen nice kızlar tanıyorum.
Şimdi Aysun kalbine sıktığı kurşunla kalbini susturdu.
Aslında susturulan nice kızların kadınların yeryüzüne yankılanan sesi oldu.
Şimdi artık her şey ortaya çıktı.
Peki toplum ne yaptı ?
Sadece lanetliyor,küfrediyor,isyan ediyor..
Bu ülkede abi tecavüz eder,
Baba zorla evlendirir,
Sevgili öldürür,
Devlet “kadınsın sus” der.
Kısacası zordur Türkiye’de kadın olmak..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

ARTIK HER DEPREMDE NİKOLA TESLA’YI ANAR OLDUK.

İYONOSFER

Ne düşünüyorum biliyor musunuz ,ilginçtir 2012 yılı geldi aklıma,24 tane şehit vermiştik havadan ve karadan terör odaklı harekat yaptığımızda iyonosfer dile gelip 7,2 ile van depremini yaşatmıştı bize..Van depremi olmadan hemen önce de ne hikmettir İran ve Rusya jeolojik saldırılardan bıkkınlığını dile getirmiş isyan etmişlerdi.. Şimdi ise yine ortalık karışmış durumda.Şehitler bir yandan,Suruç katliamı bir yandan IŞİD vs Suriye,Daiş derken her yönden terörle kuşatılan Türkiye hava ve kara harekatı yapmaya başladığında ABD nedense bir merhamete gelip bize yardım edeceğini söyler ve Adana incirlikte bir kımıldanma başlar.Sonra savunma bakanı tarafından incirliğe birden gerek görülmediği ve askıya alındığı ifade edilir.İncirlikte acaba ülkenin ocağına incir ağacı dikiliyor da bizim mi haberimiz olmuyor nedir..
İlginçtir vesselam temmuz ve ağustos gibi yaz ayında gök gürültülü,şimşekli fırtınalı bir deprem yaşadık.Hadi depreme doğal afet diyelim, deprem öncesi belirtileri anlarım da,deprem sonrası şimşekli gök gürültülü ve ne yağdığı belli ne yağmadığı,iki damla şip şip bir su düştü,serin bir hava varken çok sürmedi,her şey normale döndü.Yine ayni sıcaklık devam etmeye basladı, bati istikametine baktığımda ufukta sessizce şimşek tarzı yanıp sönen bir aydınlık kümesinin dans manzarası devam ediyordu.Birden öbeklenen bulutlar dikkatimi çekti,bulutların çerçevesini aydınlık bir çizgi belirliyordu,iç kısımları yer yer turuncumsu ve pembemsi bir renge hakimken değişik değişik motiflerde siyahımsı ve beyaz bulutlarda vardı.
Ve yine aniden güçlü bir fırtına başladı,çok sürmedi durdu..
Videoya çekmek istedim ama şarj ihmalliğinden çekemedim,ve bulutlar akıntılı biçimde dağıldı.
Kendime bile paranoyakça gelirken size de paranoyakça gelebilir..Fakat ABD’nin hava kontrol projesini haberleşmede kullandığını artık herkes biliyor, bunlar bizlere en son Türkiye de ki IŞİD evlerinin adreslerini CIA ile temin ederek yardim etmiş olmuşlardı değil mi ?
Acaba bize yaptıkları destekler istasyonlardan iyonosfere ulaşıp bize jeolojik köstek olarak mı geri dönüyor anlamış değilim.

11825599_10203453568455010_3433657006764118289_n
Sahi depremden bir gün önce twitterdan tweet atan o malum vatandaş Mersinde deprem olacağını nereden biliyordu.İnanın bunun yanıtını almayı çok isterdim.
Bilmiyorum nedense ben bu depremi bu tweetten sonra pek doğal naturel deprem olarak görmedim Allah sonunu hayır etsin…Bu yüzdende sabaha kadar gökyüzünü izledim.
Dediğim gibi ne zaman kara ve hava harekatı yapsak yada önemli bir hamlede bulunsak ülkenin önemli noktalarında iyonosfer dile geliyor,fay hattı enerji ile coşuyor..
Adana, Hatay, Mersin, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Gaziantep’te hissedilen 5.3’lük büyüklüğündeki depremin olduğu günü Mersinde sahil kısmında oturduğum için depremi etkili bir şekilde hissettim.Araştırmalarıma göre deprem Adana’nın Karataş ilçesi Tuzla Mahallesi açıklarında yerin 18,1 kilometre derinliğinden gelişip körfez kısmından ilerlemişti.O gece sabaha kadar hatta güneş doğana kadar gökyüzünü izledim ,beni tanıyanlar bilirler zaten geceleri çalışırım,çoğu zaman evimin balkonundan stres atmak için gün doğumunun fotoğrafını çekerim.Bekledim güneşi,fakat her zaman ki saatinde yerinde yoktu.Garip olan güneşin doğacağı yönde hiç bulut yokken kuzey istikametiyle güney istikameti arasında şekli şemali garip,ışık kümeli bulutların o halleri bir hayli ilginç geldi bana.Daha önceki depremlerde de gökyüzünü hep izlemişimdir..Daha gün doğmamışken sıra sıra döşeli,dalgalı motiflerde farklı renklerdeki bulutlar ve depremin deniz kısmından gelmiş olması bana geçmişi hatırlattı bugünü düşündürdü ve araştırma dürtüsü oluşturdu.
Umarım haberleşme alanında kullandıkları bu sistemin minik bir istasyonunu atlatıyor olduğumuz bu savaşlarda kullanmak adına incirlikte kurmamışlardır.Öyle ya Adana, Hatay, Mersin, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Gaziantep fay hattında karışıklık yaşayan önemli noktalarımız var.

logo-nikola-tesla-pbs-master-of-lightning
Ah Nikola Tesla diyorum sende ki zekanın yarısına bizdeki vatandaşlar sahip olsa acaba ne gibi buluşlar yaparlardı çok merak ediyorum…Hani birde oldukça garip bir adamsın yani,hiç evlenmeyip hayatını insanlığa adayarak inanılmaz icatlarını ticari yolda değerlendirmeyi uygun görmemiş,koca bir serveti elinin tersiyle itmiş bir adamsın.Fakat çalışmalarını beş kuruşsuz bir otel odasında öldükten sonra FBI ya kaptırmış olmanda içler acısı..FBI ya kaptırdığın o buluşlarınla,bugün yeryüzünün başı oldukça dertte..Dünyanın çeşitli yerlerinde akımlar savaşı dahilinde insanlar ölmekte..Sayende ABD nin tabiri caizse yeri göğü oynatıp yerle bir edecek şekilde kıyamet silahı denilen bir silahı var artık.
Gerçi böyle bir dahi adam Einstein ve Edison kadar anılmasa da,ders kitaplarına konu olmasa da uzaktan radyo kontrolü,iyonosfer çalışmaları, radar ve türbinlerden tutunda dünya çapında telsiz buluşlarına kadar,uzaktan kumandadan tutunda akıllı telefonlara kadar bir çok buluşta imzası var.
Bugün kullandığımız 3G,4G görüntülü konuşmaların bile ileri bir zamanda yapılacağına dair 89 yıl önce söylemleri olmuş,bugünü bilmiş yani..
Uzaktan kumanda ile koca bir şehrin lambalarını yakıp kapatan bir adamdan bahsediyoruz.
Gerçi bizim ülkemizde o işlere ne hikmetse kediler bakıyor..
Bugün bu buluşları FBI tarafından ele geçirilince o kumandalar önemli adamların olduğu uçakları,helikopterleri düşürüyor işte.Arabaları havaya uçuruyor..
Bunca mucitliğine rağmen 86 yaşında bir otel odasında beş parasız ve yalnız başına kalp yetmezliğinden ölmüş olması ise bir garip..En çokta beş parasız ölmesi tuhafıma gidiyor ne yalan söyleyeyim….Buda asosyalliğinden olsa gerek..

hqdefault
Deprem denilince işte Nikola Tesla diyorum başka bir şey demiyorum..Tarihin en büyük depremi olacağı söylenen Marmara depremi de bu proje ile gerçekleştirilen yapay depremlerden biri olacak..
Paranoyakça geliyor ama geçmiş gölcük depremini,17 ağustos İstanbul depremini ve Van depremini araştırınca imkansızda olmadığını görürsünüz.Saklanan bilgilere de ulaşabilirsiniz.
Resimler arasında görülen 3,6 megawattlık şiddette radyo yayını yapan o gemicik 17 ağustos depremi sıralarında İstanbul açıklarında denizde görülmüş ve fotoğraflanmış.
Gerisi size kalmış,araştırın..
Fakat şu tweet iletisini yazan şahısın sağlam dediği kaynağı ne yalan söyleyeyim çok merak ediyorum..
Bu ülkede artık her tür garipliğin altından bir buzağı çıkabilir,olmaz diye bir şey yok olabilir yani.
Biz yine çocukların ölmediği,zalimsiz zulûmsüz,kansız,savaşsız bir ülke düşünelim.
Kalın selametle..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

BAYRAMIN ARDINDA Kİ KATLİAM

DFGERBu topraklarda sezgisi yüksek olan insanlar var ve bence bugüne kadar ülkemiz için tezgahlanan her patlama gibi Suruç patlaması da siyonist-haçlı güç odaklarının desteklediği şer ittifakının bir eseridir.
Sezgisi yüksek basiretli insanlar bunu görebileceklerdir.12 yıl boyunca bir adam her türlü hile ile bu ülkenin başına oturtuldu,boşuna oturtulmadı tabi.Önce sırf şiir okudu diye ceza
evine koyuldu,orada anlaşmalar yapıldı,ona verilecek özgürlük ve kaliteli yaşamın karşılığında onların istediğini yapacaktı velhasıl da yaptı.Yaptıkları da yapacaklarının garantisiydi üstelik.
12 yılda her türlü yolsuzluğa hırsızlığa,pişkinliğe,diktatörlüğe şahit olan halk ta şahit ki o adam sayesinde ülkeyi sömürdükçe sömürdüler,kullandıkça kullandılar.Karşılıklı bedeller ve gizli anlaşmalar ile Türkiye’nin bir çok yeri satıldı.12 yıldır Türkiye bariz bir şekilde içeriden felç ediliyor, insanların gözleri körleştiriliyor,dünyaya karşı başını kaldıramaz hale sokuluyor.
7 haziran bu yüzden bence sadece bir seçim değildi.Bu sefer işin içinde PKK ve HDP odaklı bir plan vardı..Fakat bu plandan PKK nın bilgisi olsa da HDP nin bilgisi yoktu..
PKK siyonist-haçlı gücü sayesinde ayakta tutulan, Kürtlere özerklik ve ülke olabilme masalıyla kandırılan bir örgüttür.Bu uğurda siyonist-haçlı gücü silah ticaretiyle de PKK sayesinde gücüne güç katmıştır .
Siyonist- haçlı güçleri geçmişte de yine aynı tür vaatlerle Ermenileri kullanmıştır.Şimdide kirli hesapları için Türkiye’ye karşı PKK yı kullanıp HDP i köprü olarak kullanmaktadır.
Halk ise sürekli yıllardır Kürt-Türk kaosuna sürüklenmeye çalışılmaktadır.
12 yılın içerisinde barış sürecinde olanları hatırlarsak sürekli bir provakasyon ile barışı makaslama hamleleri vardı..Çünkü olacak olan en ufak bir kıvılcım bölgede ki bir kaos için yeterli olacaktı.
Ve son seçim öncesi ve seçim sonrası yapılan patlamaları aklımıza getirirsek,şer ittifakının amacı bölgelerde ki kaosları Türkiye’ye yamalamaktır..
Bölünme ve iç savaş Arap ülkelerini kırdı geçirdi.
Türkiye’de yaşayan halkın bir meydan okuyuşu var ve dik duruşu var.Bunun en canlı örneğini gezi direnişlerinde gördük.
Bu kadar etnik kökenli insanların yaşadığı ülkede ki direnci ve duruşu kırmaya çalışıyorlar.
Barzani tarafında değilde Türkiye’de yaşayan kürtler bu sebepten her seferinde çok kötü tezgahlara getiriliyor.Masum halkı kirli planlarına alet edip katliamı malzeme yapmaya çalışıyorlar.
Türkiye’yi Mısır gibi yapmaya çalıştılar başaramadılar,Ukrayna gibi yapmaya çalıştılar yine başaramadılar.
Türkiye’yi savaşa sokmaya çalıştılar Irak ve Suriye’ye para karşılığında girmesini istediler başaramadılar.
Suriye ve Irağın yaşadıklarını Türkiye’ye yaşatmaya çalışıyorlar.
Eskiden askeri darbe ile yürütülürmüş bu gibi durumlar.
Geçmişte Atatürk’ü zehirleyenler,Adnan Menderes’i asan kişiler
bugün adliye binasına elini kolunu sallayarak girip bir savcıyı öldüren katillerden,saldırıya uğrayan Fenerbahçe otobüsünden,tüm ülkenin elektrik kesintisine uğramasından sorumlu olan kişilerle aynı kişilerdir..
Size İnanması güç gelebilir belki ama bana inanması güç gelmiyor.
Yine bugün bu Suruç patlamasından da devletin içinde yapılanmış olan aynı kişiler ve gruplar sorumludur.
Ülkenin başına 12 yıl boyunca oturttukları o adamı nihayet bitirme hamlelerindeler artık.Çünkü o adama ihtiyaçları kalmadı.Yerine kim geçerse aynı plan ve sömürge devam edecek.Bunun için onların planlarıyla ve arzularıyla bölgesel kaoslarla ülke öncelikle kan kaybediyor.Çoluk çocuk demeden bölgelerde katliamlar yapılıyor.
İslami değerleri kendilerine koruyucu maske olarak kullanan ortalığı boklayan uyduruk fetvalarla akıllara durgunluk bırakıp subliminal şekilde insanları etkileyen o sahte sakallılar,sahte dincilerde siyonist-haçlı gücünün bir zinciridir.Tıpkı PKK dan daha beter olan IŞİD denilen kanlı örgüt gibi.
Şer ittifakı nasıl ki AKP yi kullanıp attıysa Kürtleri de istemiyor.Bu yüzden IŞİD denilen kanlı örgüt Türk-Kürt demeden müslüman-alevi demeden katlediyor.Çünkü hedef noktaları belliydi.
Bugün en basit örneği ;kürtlerin yaşadığı bölgede özellikle Kuzey Irakta,Kerkükte zengin petrol yatakları olmasaydı o bölgede bu kaoslar yaratılmaz ve kan dökülmezdi.
Planlarında adım adım ilerleyen siyonist-haçlı güçleri IŞİD in imalatçısı ise IŞİD durduk yere neden bugün Suruç’a bunu yapsın ki ?
ESP li (Ezilenlerin Sosyalist Partisi) 350 tane genç insan bir gün önce Türkiye’nin Farklı yerlerinden Kobani’nin inşaası için,insanlık örneği göstererek Suruç’a geliyor ve bu patlama üstelik Suruç’ta toplanan Sosyalist Gençlik Derneklerinin basın açıklaması sırasında 18 yaşındaki bir kızın canlı bomba olarak aralarına girmesiyle oluyor ..İlginç değil mi ?
Öyle ya IŞİD durduk yere neden bugün Suruç’a bunu yapsın ki ?
ÇÜNKÜ HESAP TÜRKİYE İÇİN ÇOK BÜYÜK ..
VE MÜCADELE DE BİR O KADAR BÜYÜK OLACAK..
Bu gibi planlarda ve durumlarda sizde bilirsiniz ki genellikle basın yayın kullanılır.Bu yüzden bütün medya patronları satılıktır.
Bu medya şarlatanları genellikle medya operasyonlarında kullanılır ve terörle her daim ittifakları vardır.
BU YÜZDEN O ŞARLATANLAR BU GİBİ KAOS DURUMLARINDA BİR KAÇ MEDYA ÇAKALINI GÖREVLENDİRİRLER…
SİZLER DE SİYASET VE MEDYADAKİ HALKI KIZIŞTIRACAK KIVILCIM YARATACAK BİÇİMDE Kİ SUNUMLARINA BAKARAK SAKIN ZİHNİNİZİ KARIŞTIRMAYIN VE BUNA MÜSADE ETMEYİN.
ÇÜNKÜ ORTADA BÜYÜK BİR HESAPLAŞMA DÖNÜYOR.
ÜLKE OLARAK YAŞADIĞIMIZ HER YENİ ACI BİR ÖNCEKİNİ AKLIMIZA GETİRİYOR…
BU TOPRAKLARDA YAŞANAN KAOSLAR İÇİN BİRBİRİNİZİ DIŞLARSANIZ SİYONİZM SİZİ BOZUK PARA GİBİ HARCADIKLARININ ARASINA KATAR.
ONLARI HATIRLAYIN LÜTFEN KENDİ İÇİNİZDE BÖLÜNMEYİN VE KENETLENİN.
YİNE BAŞARAMASINLAR.

BURADA ÖLENLER TIPKI GEZİ DİRENİŞİNDE OLDUĞU GİBİ VATANIMIZIN HEPİMİZİN ÇOCUKLARI..
ARKALARINDAN KÖTÜ KONUŞMAK “ORADA NE İŞLERİ VARMIŞ” GİBİ SORGULARLA İNSANLIĞA GÖLGE DÜŞÜRMEK HİÇ BİRİMİZE YAKIŞMAZ.
BU KONUDA FAZLA SÖZE GEREK YOK..
.
AYNI GÜN İÇİNDE ADIYAMAN DA PKK İLE ÇATIŞMADA ŞEHİT OLAN ASKERİMİZ VE SURUÇ’TA ÖLENLERİMİZ İÇİN YARADANDAN RAHMET,YARALILAR İÇİNDE ACİL ŞİFALAR DİLİYORUM.
YARADAN RAHMET SAHİBİDİR VE RAHMETİNİ HİÇ BİR KULUNDAN ESİRGEMEZ
BU ÜLKENİN ÜSTÜNDE GÖZÜ OLANLARIN GÖZÜ ÇIKSIN..BU KATLİAMLARI ÇIKARLARI UĞRUNA YAPANLARI ALLAH KAHHAR İSMİYLE KAHRETSİN DİYORUM…
Selametle kalın….

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

ÇEKİM YASASI SENİ KULLANMASIN SEN ÇEKİM YASASINI KULLAN.

grafik

Bizler enerji yayan varlıklarız.Tıpkı kablosuz görüntü ve ses alıcı vericisi gibi..Düşünün ve canlandırın zihninizde.. Her an mutlak olarak etrafınızda sizin gibi bir çok insanında sokakta yürürken,iş yerinde çalışırken,araç kullanırken,sohbet eden görüntü ve ses alıcı vericisi olduğunu düşünün..
Birbirimizi yaydığımız bu enerjiler ile kötü yada iyi yönde etkileyebileceğimizi unutmayın.
Gün içinde bazılarının enerjileri sabit durumda kalır iken bazılarının enerji seviyesi değişime uğrayabilir,bazılarımızın enerjileri pozitif kanaldan enerji yayar iken bazılarımızın frekansları negatif kanaldan yayın yapabilir.
İşte yabana atılan en önemli detayda burada saklı.Hepimizin kablosuz görüntü ve ses alıcı vericisi gibi olduğumuzu düşünürsek yayın frekanslarımızı değiştiren ve değiştirebilecek güçte olan sadece kendimiz oluyoruz.
Yeryüzündeki her şey enerjiden meydana geldiği için mesela; kenarında rahatlamak için oturduğumuz bir deniz enerjinin deniz şeklini almış halidir.
Evinizdeki muhabbet kuşu enerjinin kuş şeklini almış halidir.
Bir köpek yine aynı şekilde enerjinin köpek şeklini almış halidir.
Ve etrafınızda dolanan sünepe sümsük insanlarda enerjinin sünepe sümsük şeklini almış halidir.Odanızda izlediğiniz televizyonda enerjinin televizyon şeklini almış halidir.Yine aynı şekilde gördüğünüz deli dolu, kıpır kıpır,daima gülümseyen insanlarda enerjinin neşeli ve mutlu insan şeklini almış halidir.
Bunun gibi bir çok örnekler daha bulabilirsiniz.
Enerjiden meydana gelen her şeyin kendi frekansına göre yayını vardır..Bu frekanslar negatif ve pozitif olarak bizleri etkisine alırlar.Aynı şekilde biz insanlarında birbirine pozitif yada negatif enerji verebilme özelliği vardır.
Bu yaydığımız enerjiler çok önemli.Çünkü hayatımızı çirkinleştirmek ve güzelleştirmek bu yaydığımız enerjilerle mümkün oluyor.

Hatta burada aklımıza Albert Einstein’in şu sözünü de getirirsek,demiş ki Albert Einstein ;”İnsanoğlu ağzından çıkan cümlelerin, beyninde çıkan düşüncelerin bütün evreni dolaşıp, tekrar onlara geri döndüğünü bilse, çok daha dikkatli olurdu.” demiş.

Biraz önce yukarıda da belirttiğim gibi frekanslarımızı ancak kendimiz değiştirebiliriz.Bu nasıl oluyor dersek,çekim yasası ile oluyor.
Düşüncelerimizin gücü oldukça yüksektir,bu nimeti fark edip kontrolü ele alanların yaşamları oldukça başarılı seviyededir.
Bu yüzden yaşantımızda kendimiz ve başkası için ne düşünüyorsak onu kendimize çekeriz.Ne düşünürsen onu yaşarsın sözü de bu yöndeki tecrübelerden yola çıkmış bir sözdür.Olumsuz düşünen bir insanın düşüncesini olumlu yöne çekmek aslında yaşantılarımızın güzelliği adına yerine getirilmesi gereken ciddi bir görevdir.
Düzeltilmeyen her olumsuzluk içeren düşünce,hayatı yaşanmaz hale getirir ve hayatımız enerjinin negatif haline tutsak olarak kalır.
Hani şu etrafınızda size defalarca zikredilen şu söz gibi mesela ;
“Başının üstünde yine kara bulutlar dolaşıyor”
Yada hasta olan bir insanın sağlık şikayetini öğrendiğinizde
“Seninde devenin misali neren düzgün be kardeşim her yerin çürük””
“Bu aralar hiç iyi görmüyorum seni iyi değilsin sen “
“Gelmez o beklediğin gelmeyecek bekleme”
“Alamazsın o parayı gör bak demişti diyeceksin”
“Terk edecek seni gör bak “
“Safsın sen,salaksın işte sevmiyor o adam seni ve sevmeyecek”
“Yapamazsın sen bu kafayla başaramazsın”gibi sözler döner dolaşır zikredilen olumsuzluk içeren düşünceler yaşantımızda gerçeğe dönüşür.
Albert Einstein’ın da dediği gibi birbirimize bu şekilde sesli düşüncelerimiz ile zarar veriyoruz.
Aynı şekilde birbirimize verdiğimiz zarar gibi ,kendi olumsuz iç seslerimizle de kendi yaşantımıza zarar veriyoruz.Sadece birbirimize yada kendimize verdiğimiz zararla kalmıyor tabi bu arada olumsuz kaygı içeren sesli düşüncelerimiz ile çocuklarımızın bilinç altlarını da şekillemiş oluyoruz.Artık o çocukta sizin kaygılarınıza sahip olarak birey olma çabası vermeye çalışırken olumsuzluklar yaşamaya başlıyor.
Tipik ebeveyn sorumluluğunun baskısıyla da kaş yapalım derken sessiz düşüncelerimizle de bu şekilde göz çıkartabiliyoruz.
Çocuklarımızın taze beyinlerini negatif olumsuz sesli düşüncelerle katlettiğimiz gibi yaşamlarını da olumsuz kaygılı sessiz düşüncelerimizle çekim yasasının trafiğine kaptırmış oluyoruz.O vakitten sonra çark artık çekim yasasının trafiğine göre işlemeye başlıyor.

Daha geniş düşünürsek sadece çocuğumuz ile de kalmıyor bu durum.
İş alanında,aşk hayatında,insan ilişkilerinde derken tüm dünyayı etkisi altına alan bir durum haline geliyor.
Hayatın suçu yok,dünyanın da bir suçu yok,başarısız olan bir çocuğunda suçu yok, mesela suçladığınız aşkında bir suçu yok,sisteminde bir suçu yok.Bütün sistem sizsiniz yayın akışı sizin yönetiminiz de..

Nedir bu çekim yasası hayatımızı yöneten derseniz mıknatısı düşünün derim.Mıknatıs gibi çalışan bir sistemimiz var.Ağzımızdan zikrettiğimiz yada beynimizde düşündüğümüz düşüncelere göre aynı frekanstaki insanları yada hadiseleri,kavramları kendimize çekerek yapıştırıyoruz.

Mesela “Kaybetmekten korkuyorum “dediğiniz an kişi yada sınavları kaybedersiniz.
Mesela “Beni aldatmasından korkuyorum,kesin aldatıyordur hislerimde yanılmam,bugüne dek hiç yanılmadım ne hissettiysem olmuştur” dediğiniz zaman sarf ettiğiniz kelimeye dikkat edin.
Ağzınızla söylüyorsunuz “Ne hissettiysem olmuştur”.
O halde neden kötü şeyler hissediyorsunuz madem bu güne dek hissettiğiniz şeyler oluyorsa güzel şeyler hissetmeyi de bilin o halde.
Güzel şeyler düşünüp güzellikleri hayatınıza çekmek varken neden kötü şeyler düşünüp hayatınıza olumsuzlukları çekiyorsunuz ? Çekim yasası işte budur.
Neden mutsuzluğa gömülüyorsunuz acı çeken oluyorsunuz ?
Sizi kandıran,yalan söyleyen,aldatan insanların suçu yok bu insanları kendi düşünce frekansınızdan yaptığınız yayın esnasında hayatınıza çekiyorsunuz.Çekim yasası işte budur.
Yeryüzünde her şey enerjiden oluşmuştur dedik,sizi aldattığını düşündüğünüz kişilerde sizin frekansınızdan yayılan enerji ile yaşantınıza sayenizde enerjinin aldatan insan şeklini alarak gelmiş oluyor.Çekim yasası işte budur.

Frekanslarımızdan olumsuz yayın yaptığımız zaman evrendeki yaydığımız bu enerjiler kendisiyle aynı frekanstaki enerjiyi arar çok geçmeden bizim düşüncelerimizle aynı rezonans ta olan düşünceyi bulur.
Bunu dikkate alın ve hayatınızı olumsuz enerjilerin akışına teslim etmeyin.
Bütün sesli yada sessiz düşünceleriniz olumlu olsun,yaşamınıza olumlu sonuçlar getirecek şekilde uygulayın…
Bu arada sorun yaratacak ön yargılı potansiyeller Albert Einstein’ın sözünden örnek verdik diye Einstein’in deistliğini sorgulasalar da umurum değil.Orada çakılı kalmak isteyenlerde buyurup kas kafalarıyla çakıla bilirler.
Biz gelelim konumuza.
Malesef Tanrıya edilen dualarda böyledir.Tanrıdan istediğimiz şeylerin olma biçimi de böyledir.Yeri göğü yaratanın karşısında dua ederken bile bir dua etme şekli vardır.Halinize şükrederek ve teşekkür ederek dua edeceksiniz.
Çünkü dualarda enerjinin dua şeklini almış halidir.
Tanrının yarattığı bu evrende bütün sistem sizsiniz yayın akışı sizin yönetimiz de.Çok ciddiyim bu yayın akışında Rtükte sizsiniz.
Bazen öyle insanlar görüyorum ki hayatındaki her şeyi kadere bağlayıp “Kaderim batsın ” diyorlar.”Benim kaderim boktan” “Anamın kötü kaderi bana geçmiş” “Kaderim kerhaneye düşmüş” diyorlar..Yok böyle bir saçmalık..
Beyninizden çıkan sesli düşünceler ve bilinçaltınızda oluşturduğunuz kiremitler gibi yığdığınız o olumsuz düşüncelerinizin haltından başka bir şey değildir sizin yaşadıklarınız.

Kader bir yere kadar işler,her biriniz iyiyi ve kötüyü ayırt edecek akıla ve zekaya sahip olarak yaratıldınız.Kaderinizi değiştirebilecek olanda sizlersiniz.Burada size sizin için yaşamda iyiler ve kötüler gösterildiği halde kötü yönde zarar veren davranışları yapmaya devam ederseniz kaderiniz o yönde yol alıp ilerleyerek yolun ucu çekim yasasının trafiğine çıkacaktır.Siz iyiyi yaparsanız da kaderiniz iyi yönde yol alıp yine yolun ucu çekim yasasına çıkacaktır.
Yaşantınıza ve sevdiklerinizin yaşamlarına zarar veren bu olumsuz yayınlara yasak koyabilirsiniz mesela.Frekanslardan gelen olumsuz yayınlara yasak koyarak,olumlu yayınlar doğrultusunda kendinize koruma kalkanı da oluşturarak hayatı yaşanılır hale getirebilirsiniz.
Nedir koruma kalkanı dersek,fiziki bedenimizi ve enerji bedenimizi yani auralarımızı güçlendirmek için zikrettiğimiz dualardır.
Burada önemli bir hususta tevekkül de hata yapmamak çok önemlidir.
“Babam sağ olsun benim babam kral olduktan sonra benim sırtım yere gelmez bu hayatta o ne derse o olur” demek fani olan bir insana tevekküldür.
“Bende bu mal mülk olduktan sonra bana bir şey olmaz, kimse bana bir şey yapamaz, ben her istediğimi alırım, her şeyi yaparım” demekte mala mülke tevekkül etmektir.
“Ben ayakta olduğum sürece bu sağlık bende olduktan sonra ne istersem yaşarım güç bende ” demekte insanın nefsine tevekkül etmesidir.
Mala mülke insanlara yada nefse tevekkül etmek hayatı yaşanmaz hale sokacağı için işte bu noktada kaderim boktan dediğiniz noktaya gelebilirsiniz.
Ancak ve ancak yeri göğü yaratana tevekkül etmek ve enerjilerimizi düzgün ve doğru bir şekilde kullanarak istemek en doğrusudur..Koruma kalkanı dediğimiz bu şekilde oluşturulur.Koruma kalkanı oluşturmak için zikredilecek sözleri yada duaları araştırma yapabilecek akıla ve zekaya sahip olduğunuz için özellikle burada yazmayacağım.İnsanlar akıl ve iradeleriyle sebepleri bulabilirler. İnsan evrende geçerli olan yasaları gözeterek, çalışır, çabalar, sebeplere sarılır, ondan sonra Allah’a güvenir. Allah hiç bir kulunun kaderini boktan yapmaz yada ananızın kötü kaderi diye tabirlediğiniz o kaderi size yazmaz.Tanrının yarattığı evrendeki olaylar bir düzen ve yasalar çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içinde olmaktadır. O kötü kader sizin meşhur frekanslarınızın marifeti..

ARTIK KADERİ SUÇLAMAYI,İNSANLARI SUÇLAMAYI,AŞKI SUÇLAMAYI,ÇOCUKLARI SUÇLAMAYI,HAYATI SUÇLAMAYI KISACASI ŞU SUÇLAMAYI BİR BIRAKIN.
CANINIZI YAKAN ,ÖFKENİZLE YAD EDİP İÇİNİZDE HAPSETTİĞİNİZ BÜTÜN İNSANLARI ÖNCE BİR AZAD EDİN,İÇİNİZDEN GÖNDERİN.MEYVESİNİ ALMAYA BAŞLAYACAKSINIZ.GÖNDERMEZSENİZ SÜREKLİ BİR KISIR DÖNGÜDE TIPKI BİR DEJAVU NÖBETİ GİBİ AYNI KİŞİLER OLMASA DA FARKLI ZAMANLARDA FARKLI İNSANLARDAN AYNI HADİSELERİ YAŞAR VE ÇEVRENİZE DE YAŞATIRSINIZ.
TEMİZ BİR SAYFA AÇARAK KALBİNİZİ CENNET OLARAK KABUL EDİN.BU CENNETE SADECE İYİLİKLERİ VE GÜZELLİKLERİ YERLEŞTİRİN YAŞAMA ZARAR VEREN TÜM KÖTÜ DÜŞÜNCE VE İNANÇLARLA KÖTÜ İNSANLARI DA DÜŞÜNCE GÜCÜNÜZLE REDDEDİN.
YANILMADIĞINIZI DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ O HİSLERİNİZİ GÜZEL DÜŞÜNCE VE OLUMLU SÖZLERLE İYİ YÖNDE BESLEYİN Kİ DEĞİŞTİRME GÜCÜNÜZÜ GÖRÜN..
SİZLER ENERJİ YAYAN VARLIKLARSINIZ.YAYDIĞINIZ VE ALACAĞINIZ ENERJİLERİN FARKINA VARIN ARTIK.
HAYAT ÇEKİM YASASINDA ENERJİLERLE İYİ YÖNDE YADA KÖTÜ YÖNDE BİLİNÇLİ YADA BİLİNÇSİZCE SÜRÜKLENMEKTİR.ANCAK FARKINA VARAN İNSANLAR DOĞRU TEVEKKÜL İLE YAŞAM İÇİNDE KÖTÜLÜKLERDEN KORUNURLAR..

MUTLU OLUN ÇÜNKÜ BUNU HAK EDİYORSUNUZ..
NEŞELİ İNSANLARLA OTURUP KALKIN.SİZİ MUTLU EDEN İNSANLARIN NEŞELERİNİ BOZMADAN NEŞELİ OLUN…NEŞENİZ BOL OLSUN.SİZİN GİBİ BAŞKA İNSANLARINDA NEŞESİ OLUN..
ZİRA NEŞELİ ,GÜLÜMSEYEN MUTLU İNSAN GÖRMEK HEPİMİZİN TEK İLACI..

OKUYAN HERKESE MUTLU BİR ÖMÜR DİLERİM.
MUTLU OLURSANIZ ZATEN SAĞLIKLI DA OLURSUNUZ HAYDİ KALIN SELAMETLE…

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

LGBT,ONUR HAFTASI VE ÇOK SAYIN MASKELİ HOMOFOBİKLER

11230724_10207278332344786_1161675284986814_n

Amerikanın 26 haziran 2015 de eşcinsellere sağladığı şu evliliğin yasal olması dünyada ki bütün muhafazakarları çileden çıkartınca,her yıl olduğu gibi bu yılda haziran ayının sonlarında LGBT için düzenlenen onur haftası İstanbul’da da muhafazakâr görüşlü homofobik kitlelerin hedefi haline geldi.Her ne kadar iki aynı cinsin evliliği  kulaklara bir garip gelse de dünyayı ayağa kaldıracak kadar da garip değil.
Memlekette  bir huzursuzluk yaşatılacak ya hiç boş durdukları yok maşallah.İlle çamur yapılacak.
Şu memlekette ottan boktan gıdasını alan çoğunluk nedense ota boka karşı görüşe geçip ortaya ille bir şov yaparak çıkmazsa rahat edemiyor arkadaş ya.
Sanki yaratıcı tanrılar.Sanki yeri göğü onlar yaratmışlar.Bu topraklarda kimlerin nefes alıp kimlerin nefes alamayacağına onlar karar vermekte.
Şu dünyada anlam yüklemekte zorlandığım şeylerden biri de zaten ötekileştirme denilen şu illet kavram.
“Sen neyi ötekileştiriyorsun kardeşim ?” diyerek uçan tekmeyle dalasım var böyle davrananlara.
Nasılda sütten çıkmış ak kaşığı oynamaya bayılıyoruz,soyluluk oynuyoruz.Sadece biz kusursuz kullarız,sadece biz mükemmel insanlarız,sadece biz muhteşem bir ırkız v.s (Hay o ayırım yapan dilinizi eşek arısı soksun )
Hep aynı mavra aynı kokuşmuş haykırışlar.
Ben insanları seviyorum,hayır arkadaşım kim ne derse desin seviyorum.
Yeri göğü yaratan tanrı gibi bir insan yaratabilecek kudrette biri miyim?
Hayır değilim,o yüzden canlı cansız tanrının yarattıklarının hepsini seviyorum.
Bir kere insanları sevmem için yaşadığım ülkeden yada doğduğum şehirden,kasabadan olmak zorunda değil.
İnsanları sevmem için benimle aynı inançta yada dinden olmak zorunda değil,
İnsanları sevmem için benimle aynı cinsiyette olmak zorunda değil.
Ve insanları sevmem için benimle aynı düşüncede olmak ve aynı dili konuşmak zorunda da değil.
Yaratıcıyı inkar etmek gibi bir şeydir insanları ayırarak sevmek.
Olması gereken bu olsaydı Tanrı yarattıklarının zevklerine uyacak aynı tipte özellikte canlılar yaratırdı.
Ve sevgi önemli olmasaydı insanları duygusuz,hormonsuz bir et yığını yapardı.
Bu yüzden yarattıklarını farklı özelliklerde yarattı ki sevgi insanların en büyük sınavı oldu.
Benim insan sevgisine bakış açım böyle bir şey.

Fakat yeri geliyor öyle durumlar gözlemliyorum ki tanrının yarattıklarının arasında insan denilen canlının karaktersizlikler sergileyenlerinede kızıyorum.Fazla sözü uzatmaya gerek yok.Konumuz üçüncü cinsiyetler diye dışladığımız insanlar ve onur haftası..Ve bu insanlardan korkan transfobik ve homofobik insanlar.Artık çoğumuz LGBT nin  toplumda neden bu kadar tepkiler aldığını biliyoruz.
Şu eşcinsellik dile dolanan namı değer eşcinsellik hakkında aslında bilinmeyen o kadar şey var ki,buna rağmen insan bilmediği bir olgudan korkar yada kaygı duyabilir mi ? Bu korkuyu yaşayan homofobiklere şaşkınlıkla bakmaktayım.
Yani lezbiyenlik ve gay dediğimiz iki aynı cinsin birbirini hormonsal davranışlarla duygusal anlamda tamamlamasıyla oluşan şu kavram,yüzyıllardır genel ahlak kurallarını bozduğu gerekçesiyle toplumda her daim  hedef tahtasına koyulup homofobikler tarafından yuhalanmıştır.Bu bir insan evladı için gerçekten çok acı bir durumdur.
Bu konuda aslında çok geniş yazılar yazabilirim.İçimde ki ses yazmam gerektiğini de söylüyor.
Bizler anaerkil toplumdan gelip ataerkil topluma geçtikten sonra toplum olarak her zaman nerede bir çağ dışı düşünce eylem varsa onun izinden gittik ve bunun yere düşen çürük meyvelerini de hepimiz toplum olarak yıllar sonra gördük ama yiyemedik.
Bu aynı şuna benzer aslında doğada bazı hayvanlar doğurduktan sonra yavrularını kabullenmez yanlarına sokmazlar.Bizim toplumumuzda bunların misali.
Çok uzağa gitmeyin kendi aile içi yaşamlarınıza bakın,geçmişlerinize bakın.Dedelerimizden anne babalarımıza gelen yasaklar ve bilinç altlarında korkuyla oluşturulan tabulara bakın.Yan yana görülen bir kız ve bir erkeğin namus yolunda aldığı cezalara ve iftiralara bakın.Dışlanmalara bakın.Bir kız çocuğunun genç bir erkeğe karşı duyabileceği aşk duygusunun adının orosbulukla eş tutuluşuna ve dışlanmasına bakın.Kadın ve erkeğin islami usûle göre sürekli irdelendiği tablolara bakın.

Bu arada bizler öyle berbat bir toplumuz ki aşktan öyle nefret ediyoruz ki sırf bu yüzden Mevlana ve Şems-i Tebrizi gibi kemale ermiş,insanlık için çok güzel olgular bırakan o çok özel insanları bile eşcinsel diye damgalayabilen bir toplumuz.Buradan da anlaşıldığı gibi böylede bir özelliğimiz var.Bilmeden,görmeden gıybet ediyor,günaha giriyor sonrada günahçılık oynayıp insan eti yiyoruz.Böyle iğrenç mahluklarız işte.

Eşcinsellik denilince ilk akıla gelen hep LUT kavminin helakı hikayesidir nedense.Kur’an-ı Kerimde Lut Kavmi Allah tarafından erkek erkeğe seksin yasaklandığı ancak bu yasağa uymadıkları için cezalandırıldıklarından bahsedilir.Ve yine Yine Kur’an’da erkeklerin erkeklerle cinsel ilişkiye girmesi  aşağılık bir davranış olarak anlatılır.Fakat ceza olarak ne söyleneceği, ne yapılacağı herhangi bir Kur’an âyetinde açıklanmamıştır..
Buna rağmen islam konferansı örgütüne üye olan 23 ülke de ise eşcinsellerin alacakları cezalar idam,hapis veya yer yer ömür boyu hapis cezası, para ve kırbaç cezası veya sopa cezasıdır.İşin içine islam girince işte böyle bir tablo çıkıyor.
Homofobiklerin korkularına neyin neden olduğunu anlamak aslında zor değil,bu konuya muhafazakar düşünceyle baktıkları için durum bu hale geliyor.Duruma “MODERN LUT” damgasını vurmadan önce bir kere Lut kavminin ve diğer helak olan kavimlerin neden helak olduğunu iyice tam detaylı araştırıp bilinçlenerek konuşmak gerekir. Yeryüzünde 4300 tane din var ise yer yüzündeki bütün eşcinsellerin yada transların aynı dinde yada aynı inançta olduğunu kim söyleyebilir.

Bana göre Lut hikayesinden yola çıkıp eşcinselliğin günah olduğunu düşünebiliyorsanız buna karşın Allah’ında bu hususta bağışlayıcı olduğunu unutmamanız gerekir.Allah bütün günahları bağışlar.Eğer bir eşcinsel son nefesine kadar eşcinsel ilişkilerine devam edecekse de bırakalım da ne olacağını Allah bilsin biz insanlar hüküm ve ceza kesici olup dışlayıcı tavırlar sergileyip onları insan haklarından muaf kılmayalım..Sonuçta varlar ve var olanlar vardır olmayanlarsa bir rüyadır malesef.Şimdi bu kadar var olan insanları ne yapalım yani geri dönüşüm hakları yok artık bu insanların..
Onlarında yaşam hakları var bu dünyada öyle değil mi amcaaaa 😀
Aşağıdaki fotoğraftaki amcada sanırım düşüncelerime katılıyor.
Şaka bir tarafa da bu fotoğrafı yılın fotoğrafı seçmek lazım dehşetül vahşet yani 🙂 lgbtx

Şimdi konuya birazda neden,niçin diyerek psikolojik yönden çocukluktan başlayarak bakalım.
Sen bundan çok eski bir zamanda okul yolunda bir genç kız ile bir erkek çocuğunu yan yana okula beraber giderken gördüğünde,anormal bir tablo görmüşcesine daha belleğinde aşkı şekillendirememiş o taze beyinli çocuklar hakkında kalkıp büyük bir sorumlulukmuş gibi okuluna ve ailelerine afiş ederek rezil ettiğin vakit, bu çocukların bilinç altında hangi düşünceleri hangi duyguları oluşturduğunu biliyor musun ?
Sonra sen anne baba olarak kızını böyle bir durumda utanç tablosu ilan edip,kızlık muaynesine götürüp üstüne birde evde bir kamyon dayak atıp ceza olarak okuldan aldığında,eğitimini yasakladığında peki geleceğin eşcinsel adayını kendin imarladığını biliyor musun ?
Sonra erkek çocuğu annesi ve babası olup,oğluma helal olsun her ne yaptıysa deyip başkasının kızını sürtük orosbu diye nitelendirdiğinde hangi psikolojik bozukluklara zemin hazırladığını biliyor musun ?

Çocuklarınız heteroseksüel davranışlar sergilediğinde onları suçlayarak,irdeleyerek ayıpçılık oynadığınızda,kendi istediğiniz gibi bir çocuk şekline getirmeye kalkarken,oysa siz hetero anne ve babalar bir erkek ve bir kadın olarak,çocuğunuzun önünde aşkı ve cinselliği suçlaya suçlaya geceleri yatak odanıza çocuğunuza yalan söylediğiniz için zevklerinizden ve gerçeklerinizden utanarak cinselliğinizi yaşamaya gidiyordunuz.Bu hareketlerinizde sizler çok mu masumdunuz ?
Acaba söylediklerinizle yaşadıklarınız çelişmiyor mu burada ?

Sonra çocuğunuz bu kadar utanç belası hata objesi olarak nitelendirilen bacak arasından gelen sesleri duyduğunda içine kapanıp bu seslere yanıt bulmaya çalışırken bunalıma girdiğinde ne yapıyorsunuz ?
Yada bu yanıtları bulmaya çalışırken bedeninin ihtiyacını karşılamaya çalışan,mastürbasyon yaparken yakaladığınız kızınıza yada oğlunuza nasıl tepki veriyorsunuz ?
Bir çoğunun aldığı tepkileri birinci ağızdan dinlediğim için bunları aslında sizlere örneklerle çeşitleyebilirim.
Mastürbasyon yaparken ebeveynine yakalanan bir genç kıza sarf edilen işte o müthiş kişilik geliştiren altın sözler;
-“Allah belanı versin bu kadar iğrenç olmak zorunda mısın şerefsiz !!”
-“Kim sokuyor senin aklına bunları ? Derhal psikiyatriye gidiyoruz hiç itiraz istemem anlaşıldı mı !!”
-“Senin içine şeytan girmiş şeytan !! Git abdest al evin içinde ekmeğe dahi dokunma pislik cenabet !!”
-“Tövbe estağfurullah tövbe bunu da mı görecektim Allahım tövbe aklıma mukayet ol,baban duymasın ikimizi de parçalar “
-“Derslerinde niye başarısız olduğun şimdi belli oldu sen aklını apış arana koymuşsun”
Yada o an sorgusuz sualsiz elinizdeki yeni yıkanmış çamaşırları suratına fırlatıp “”nalet şey babası kılıklı ne olucak” gibi altın sözler..
Sanki siz hiç o anı yaşamadınız.Rahibe geldiniz rahibe gittiniz ya. Vajinanıza hiç dokunmadınız.Dokunursanız da ısırır zaten…
Kaldı ki bir dönem kilisedeki o bakire diye bildiğiniz kendini Tanrıya adamış rahibeleri bile rahipler cinsel açlıkları vesilesiyle amaçları için bir dönem kullanmışlardır.Geçeceksiniz bu öcü gibi göstermeye çalıştığınız cinselliği ayıplama rollerini.

Mastürbasyon yaparken ebeveynine elinde bir porno dergisiyle yakalanan bir genç erkek arkadaşım vardı.

-“abaaaw ne yapıyorsun !!” diye çığlık atan bir de annesi 🙂
Panik yapma annesi deriiin derin nefes al bunlar tamamıyle bir halüsülasyon geçecek, ve az sonra mantı dökecek oğlun..Sonrada börek açmana yardım edebilir. 🙂

İşte çocuğunuz bu kadar utanç belası hata objesi olarak nitelendirilen bacak arasından gelen sesleri duyduğunda,bu seslerin arasına sizden çıkan sesleri de katıştırınca ortaya karışık kuruşuk topluma bozuk ses çıkaran bir canlı çıkıveriyor.
Gün geliyor kendi bedeninden gelen sıvıdan bile tiksinenler mi istersiniz,ayıplanan etiketlenen kız erkek ilişkisinin yerini hem cinsinden karşılamaya çalışanlar mı istersiniz,kızlık zarını koruma derdine hem cinsiyle sevişen kızlar mı istersiniz,dışlanacağını düşünmeden erkeklikten vazgeçip kadın olmaya karar veren mi istersiniz,yalnızlığını ancak kendi cinsinden biriyle paylaşabilecek pısırık içine kapanık ketum insanlar mı istersiniz,daha neler neler var sayabileceğim..Hepsine sorarsanız mutluluk avına çıkmışlardır.Mutluluk ne güzel kelime değil mi?

Bir kız arkadaşım vardı,hiç unutmuyorum onun yaşadığı sahneyi.Tecavüze uğramıştı,hemde öz abisinden uğramıştı.Halbuki bu öz abi kız kardeşini dışarıda bir erkek çocuğuyla görüşüyor diye tekme tokat dövdükten sonrada tecavüz etmişti.Bu hikayeye bir tek ben şahittim.Tecavüzcüsüyle aynı evde yaşamak zorunda kaldığı için durumu tüm aile öğrenmesine rağmen gidecek,şikayet edecek, yaşayacak bir yeri de yoktu garibimin.Buna müsade etmiyorlardı.Ya ölecekti yada susacaktı.
Çok geçmeden erkeklere olan ilgisini kaybetmişti.Bildiğiniz kendi cinsine ilgi duymaya başlamıştı.Onunla bir gün sohbetim sırasında bana her şeyini anlatabilmişti.
“Kimse fark etmiyor bir kızla seviştiğimi çünkü sıradan bir arkadaşım sanıyorlar,bazı günler hatta yanımda kalıyor,yanımda yatıyor hiç akıllarına gelmiyor oysa biz neler yaşıyoruz,bunlara bu müstehak,eserleriyle gurur duysunlar “demişti.
Ne hissettiğini sorduğumda ise “canımın yanmadığını söyleyebilirim,ve kendi cinsimden biriyle öpüşürken sevişirken kirlenmediğimide söyleyebilirim,ama mutlu oluyorum,daha önce olmadığım kadar deli bir mutluluk bu…Bana tepkili bakma lütfen kelepçeyi kendileri hak ederken benim bedenim kelepçelenmeye tahammül edemiyor  ne yapayım bunu da mı yaşamayayım,o ayıp bu ayıp,o yasak bu yasak.Bir erkekle olsan adın orosbu oluyor” demişti.
Bir kaç defada intihar eyleminde bulunmuştu ama başarısız olmuştu.Sonra epey bir zaman görüşemedik.

Yine birden fazla erkek çocuğununda yaşadığı hayat hikayelerine şahit olduğum için bir tanesini örnek verebilirim,diğerini kaldırabileceğinizi sanmıyorum.O yüzden diğer kahramanımızın hikayesinden bahsedemeyeceğim.
Annesi çok despot erkeksi davranan sert bir kadın ve babası ise ev içinde pasifize olmuş bir adam.Anne 6 çocuğunun arasında en son doğurduğu erkek çocuğu üzerinde aşırı bir baskı uygulamaya başladığında, erkek çocuğu tam ergenliğin içine yeni adım atmış durumdaydı.Asla oğlunun konuştuğu kızlara tahammül edemezdi,kızlar o anne için oğlunun ırzına geçebilecek tecavüzcü coşkun gibiydi.Ve çok geçmeden oğlunun yanında gördüğü kız arkadaşının saçını başını yolup, kızı ailesine şikayet edecek kadar bela olmuştu.”Oğlumdan uzak dur seni kahpe” diye çığlık attığı için okulda bu durum herkesin dikkatini çekmişti.Ve çok geçmeden bu katı kurallı annenin oğlu, toplumdan darbesini alan, tecavüze uğramış ruhu yaralı bir gençle tanıştı .Sonuç malum o ruhu yaralı genç ile bu erkek çocuğunun arasında bir bağ kuruldu.Annesi oğlunun yanında eve yemeğe gelen ruhu yaralı gence hiç tepki vermemiş oğlu gibi de sevmişti.Neyse işte hikayenin sonu falan yok bu despot annenin oğlu tecavüze uğrayan erkekleri memnun eden,onları mutlu eden tercih edilen bir erkek olarak hayatına devam etti.Ama o despot annede o pasif babada oğullarının bu yanını hiç bilmediler ve bu arkadaş karşı cinsinden biriyle asla konuşamadı ilgi duyamadı ve hiç evlenemedi.
Gün geldi yaşadığı bu kavramdan suçluluk duymaya başladığında beni aradı.

“Görüşelim “dedi.”Sana çok ihtiyacım var konuşmalıyız” dedi.Kırmadım gittim vakit ayırdım.Kahvesini yudumlarken oturduğu yerden hem denizi kesiyordu hemde konuşmaya çalışıyordu.
“Biliyor musun “dedi.”
“Benim normal erkekler gibi çocuğum olmayacak,olamayacak.Önceleri bu durumu umursamıyordum ama sonraları ister oldum, Fakat bir kadına dokunmaya kalktığımda kusuyorum olmuyor bu şekilde baba olmam imkansız.Bana yardımcı olur musun” dedi.
Ona nasıl yardım edebileceğimi bilmiyordum.Aklına gelen dahiyane fikrini benimle paylaştı.
“Bak” dedi.
“Tıp çok ilerledi.Sen taşıyıcı anne olacaksın cinsel münasebette bulunmadan tüp sistemiyle hamile kalacaksın,inan bana bunu yap ne istersen yaparım,sana istanbul da yaşayabileceğin geri kalan hayatını rahat yaşayabileceğin bir düzen sağlarım.Ama tek ricam var hamilelik doğum ve emzirme sürecinden sonra çocuğu bana bırakacaksın,sen karşısına bir daha annelik imajıyla çıkmayacaksın”dedi..
Şok olmuştum.Bu nasıl olabilir diye düşünüp dururken tamam düşünüp yanıtımı vereceğim diyerek ayrıldım.
Tabi dönüp yanıt veremedim,sessizliğe büründüm.Ve çok geçmeden intiharı seçti…Ama ölmedi..
İşte buda benim nazarımda annesinin abartılı çocuk sevgisiyle cinsel kimliği zedelenmiş travmalı bir insandı..

Bu durumların her hangi birisini çocuklarınızda fark ettiğinizde normalde deli doktoru diye kendiniz için bile gitmeye götünüzün yemediği psikiyatrilerin kapısını çalıyorsunuz değil mi ?
O saatten sonra çünkü kurtarıcıdır psikiyatriler..
Ama psikiyatriler çocuğunuzu anlayarak uygulanması gerekeni size tavsiye ettiğinde de bir tarafınıza takmıyorsunuz o kapısına gittiğiniz psikiyatrileri..
Boşa giden emekler ve bir hiç uğruna rezil olan travma geçiren taze beyinler.
Durumu düzeltmek adına zorla kullandırtılan takipsizlik ile devam eden antidepresan kullanımları ve sonrasında hoş geldin uyuşturucu…Güle güle denge…

Ailesine kendini yakın hissetmeye çalışan çocuklar o hatalarından arınmak için iki gram sevgiyi hak etmek adına kişiliğini kaybediyor,sizlere ya tam teslim oluyor, ne denilirse yapmaya çalışıyor yada tamamıyle asi ve isyankar bir çocuk olarak kendini suçlu hissettiği için sizleri üzerek aykırı davranarak cezalandırıyor.Toplumdan kendini soyutluyor.
Bir süre sonrada yaşama hakkının olmadığını düşünerek ölümü seçiyor.

Nitekim gelişimi boyunca iyi yönde destek almayan taze beyinler toplumun perdesini sizin tabirinizle AR ve NAMUS perdesini isyanlarıyla paramparça etmekte gecikmediler.
Sonra bozulan gençlik ismiyle günümüzün sorunu haline geldiler..Bu toplumun yırtılan perdesinin güneşlik kısmıydı sadece.Birde bunun tül olan kısmı var.Bu kısmı zaten günümüze yani 2015 yılına kadar yaşayan 90 lı çocuklar çok iyi bilirler.(Bir eli yağda bir eli balda olanlar kendilerini dahil etmesinler onlar bilmezler )
90 lı çocukların elinde ise bu perdeden sadece tül olanı kalmıştı.Oraları genişçe anlatmaya gerek yok,güneş ışığına maruz kalan tül perde çürümeye ve yıpranmaya kopmaya mahkumdur zaten.

Eşcinselliğin oluşum ve gelişim evrelerini incelerken,benim bu toplumda gördüğüm eşcinsellik tablolarının oluşum ve gelişim hikayelerini ele alırsak eşcinsellik üç çeşit cinsel yönelimden biridir diyebiliriz.
LGBT nedir çatısını kimler oluşturuyor dersek de bunları şöyle sıralayabiliriz.
LGBT, “lezbiyen”, “gay”, “biseksüel” ve “transgender” kelimelerinin baş harfleridir.İşte homofobiklerin tedirgin olduğu LGBT grupları;

• Eşcinsel: Kendi cinsine ilgi duyan kişi.
• Biseksüel: Her iki cinse de ilgi duyan kişi.
• Lezbiyen: Kadınlara ilgi duyan kadın.(aktif ve pasif olgulu)
• Gay: Eşcinsel erkek.(aktif ve pasif olgulu)
• Travesti: Karşı cinsin giysilerini giymekten hoşlanan kişi. (Türkiye’de transeksüel anlamında da kullanılıyor.)
• Transeksüel: Kendi biyolojik cinsiyetinden memnun olmayıp karşı cinse geçmek isteyen ya da geçmiş kişi.

Yani anlayacağınız homofobikler tarafından hastalıklı diye tabirlenen LGBT bireylerinin çoğunun yukarıda anlattığım çocukluk evrelerinden geçmişlikleri vardır ve eğer eşcinsel bir çocuğunuz var ise de bu aile olarak aslında inkar etmeyelim sizlerin eseridir.Onların suçu değildir.

Şimdi birde LGBT bireylerinden toplumda kabul görmeyen travesti yada transeksüel denilen bireylere gelelim.Bunların yaşamlarının görünen yüzleri ve görünmeyen yüzlerini konuşalım.Transeksüel yada travesti denilince akıla hep fuhuş yapan,gazinolarda şıkır şıkır giyinen,striptiz şovlarında para kazanan,yollara çıkan bedenini satanlar gelir.Ama görünmeyen yüzü böyle değildir aslında.Bir çok travesti genellikle fuhuş yapmaktan hoşlanmaz.Bunu da çocukken 6 yaşında tecavüze uğrayan bir travestiden dinlemiştim.

Demişti ki ;”Türkiye’de insan gibi yaşamak çok zor,hele travesti isen dahada zor.Bir kere kimliğini açıklıyorsan, kendini belli ediyorsan sahip olduğun bir mesleğin var ise işinden oluyorsun.Otomatikman dışlanıyorsun ekmek parası kazanacak hiç bir kapın kalmıyor fuhuştan başka.Ama bize iş verseler çoğumuz fuhuş yapmayız” demişti.
Bu konu içinde aslında tüm Türkiye’ye intiharıyla mesajlar bırakan trans Eylül’ü hatırlayabiliriz.Trans Eylül’ü intihara götüren başlıca sebep; veteriner yardımcısı olarak çalışırken çevre baskısıyla seks işçiliği yapmaya zorlanmasıydı.
Orada da çeteler çalıştırmadığı için annesine görüntülü bir video bırakıp tüm Türkiye’ye bu davranışıyla olması gerekeni içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışmıştı.
Trans Eylül’ün “Yapamadım, insanlar bana izin vermedi, çalışamadım, bana çok engel oldular ve beni çok mağdur ettiler” diyerek ağlayıp ölüme gitmesi,aslında bizlere Türkiye’de trans bireylerin cinsel kimlikleri nedeniyle yaşadıkları baskıları öğretti..İşte gördüğümüz gibi trans Eylül’de bu uğurda öldü.Peki yoluna giren bir şeyler oldu mu dersek Türkiye için hayır.Daha ne Eylüller bu şekilde ölecek bilinmez.Bunlar görünen tarafları.

Birde transeksüellerin toplumda görünmeyen bireyleri mevcuttur aslında.
Bunlar normal erkek, normal kadın gibi davranıp maskeli yaşamak zorunda kalırlar,ama çoğunlukta toplumda formaliteden karşı cinsle beraberlikler yaşarlar,bu beraberlikler çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanır.Çünkü hissettikleri bir şey yoktur.Ve karşı cinslerine bunu açıkca ifade ederler,eğer toplumun kabul ettiği partnerleri bu duruma olumlu bakarsa,kendi kafasına uyumlu kişiyse,baskı görmemek için dışlanmamak için o kişiyle formaliteden anlaşmalı evlilik yapmak durumunda kalırlar.Her ikisi de yaşamında özgürdür ama evli kalmak şartıyla.Çünkü toplum bu şekilde onları fişleyemeyecektir.

Ve çoğu kamu sektöründe hetero diye bildiğiniz insanların % 65 i bu durumdadır bilginiz olsun.
Ve asla cinsel hayatları,hayatlarını formaliteden birleştirdikleri karşı cinsiyle beraber değildir.
Çünkü erkek olanın ruhunda olmak istediği saklı bir kadın,kadın olanında ruhunda olmak istediği saklı bir adam yaşar.
Ve baskının kalktığı yerde şartlar gereksinimi transeksüel olarak kendi cinsel kimliklerini tespit etmeye başlarlar,bu gelişim çoğunlukta cesaretini ortaya atmış cesur kimliklerde görülür.Ve ameliyatla erkek olan bireyin kadın olmasıyla,kadın olan bireyinde ameliyatla erkek olması şeklinde devam eder.
Transeksüel bireyde ameliyatlar tek başına işe yaramaz tabi ki bütün rolü hormonlar oynar..Bu yüzden erkekten dönenlere östrojen (kadınlık hormonu) kadından erkeğe dönenlerede androjen (erkeklik hormonu ) takviyesi uygulanır.O saatten sonra kadına dönüşen artık gerçek bir kadın duygusunu hormonunu taşıdığı için üçüncü cinsiyet değil artık tam anlamıyla bir kadındır.Nasıl olabilir derseniz de sizlere çocuğu olmayan kadınları ve erkekleri hatırlatabilirim.Şimdi doğurganlığı olmayan hormonları sarsılan bir kadına kadın denmiyor mu ?
Yada sperm sayısı düşük olduğu için eşini hamile bırakamayan erkek erkek olmuyor mu? Olmuyor dersek hakaret olur yani..

Erkeğe dönen kadınlarda erkek duyguları taşıdığı için artık bir kadına tam bir erkek olarak ilgi duymaya başlarlar.
Bir çoğuda toplumdan dışlanmamak için saklanır, kendi özgürlüğünü yaşayabileceği kadarını gizlice yaşar.Ama ne ailesi bilir nede çoluğu çocuğu..Evet görüntüde düzgün giyimli,düzenli bir aile tablosuyla anne ve babası için çoluk çocuğa karışmış dışarıda da bu tür bağlantılarını gizlice devam ettiren erkekler var.
Çalışmak zorunda oldukları için kariyerleri nedeniyle dış görünüşlerini asla değiştirmezler.Homofobikler ve transfobikler yüzünden hiç bir zaman bunu kimselere açıklayamazlar.Bu kadar emin olarak nereden mi konuşuyorum ? Aklınıza bu soruyu sormak geliyor sadece değil mi?
Ben ne takım elbiseli kravatlı karizma erkekler gördüm bilseniz,bana ağlayarak içinde bulunduğu durumu anlatan,ve “olmak istediğim aslında bu” diyerek,sırf akşamları dantelli iç çamaşır giyebilmek için evliliğini sonlandıran ne kariyerli meslek sahibi erkekler tanıyorum bir bilseniz.
Sonra toplumda bir eşcinsel dışlamasında aynı homofobik,transfobik maskeyi takan içine kapanan dışarıda toplum tarafından kabul edilmek için maço,evinde ruhu kadın ,bedeni erkek olan insanlar var hemde sürüsüyle.
Eğer LGBT bireyleri yuhalanıyorlarsa bu ülkede bence yuhalayanlar haksızlar.Ben bunu bilir bunu söylerim.
Kimse görünen yeriyle masumculuk oynamasın.LGBT ye hakaret yaparak saldırıda bulunan siz sayın homofobikler,transfobikler sizlere aslında çok kızgınım ve bu hususta saydıra bileceğim sözlerim var,ağırınıza mı gider yoksa borunuza mı kaçar artık bilemem.
Toplumda bu insanlara bu kadar acı çektirirken siz hiç kendinize baktınız mı ?
LGBT bireylerini dışlarken ötekileştirirken biz heteroyuz diye böbürlenirken o halde
translara ve eşcinsellere ahlak dersi vermeye kalkarken size hatırlatacaklarım var.

Bunları hatırlarken yazarken aklımın sınırları zorlanıyor.
LGBT nin her yıl kutladığı onur haftası bu yıl onurunuzu mu incitti ?
Çok onursuz olan o çok onurlu maskelerinize zeval mi geldi ?.
Onur haftasının mubarek ramazan ayına isabet etmesiyle ortalığı karıştırdınız ya vallahi pes..
Arkadaşının pansiyoner yazlık evlerine yada evli erkeklerin kendilerine bekar evi adı altında actıkları evciklere 14 yaşındaki karı kızları toplu sex icin götüren,viagralarıyla toplu fantazi yapan,sırf önümde iki kadın sevişsin bende zevkin doruklarına cıkayım diye bilmem kaç dolar para ödeyen maskeli zampara şebelekler !!
Sizlerin onur haftasının bahanesiyle Ramazan ayının mubarekliğinden bahsetmesi zaten ayrı bir ironi…
İşin içine cinsellik yada aşk girdi mi nedense 7 den 70 e ahlak bekçisi kesilip dine sığınan bir toplum oluveriyoruz biz.
Yüz milyondan birisinin ağzı amel oldu diye toplumda herkes ahlak bekçisi yada din adamı olup onun bokuyla oynuyor.
Peki sorarım sana her yerde toplum olarak ayrımcı,dışlayıcı,öteleyici,itekleyici ve tahrikleyici olmak zorunda mıyız ?
Sen 7 yaşında ki çocuğa nikah kıyanı seyredeceksin o vakit dinden ahlaktan bahsetmeyeceksin.
Sayısız kadınla nikahsız sex yapıp çocuk peydahlayacaksın,sonra götün yemeyince kürtaj yaptıracaksın.Bunlar günah yada ahlaksızlık değil senin yaşamını şekilleme hakların,özel hayatın bizi değil seni ilgilendirir olacak öyle mi ?

Toplumda tecavüzler üst üste gelirken sesin çıkmayacak,sonra para için onun bunun avradını becerdiğin günleri unutacaksın,gizli kamerada avradını başkasının becermesini seyredince bunlar senin zevkin olacak,sonra birileri lut kavminden bahsedince mÜslüman olduğunu anımsayacaksın,oh ne ala memleket iki medya şarlatanı bir türkü söyleyecek sende nakaratını okuyacaksın.
Çok ahlaklısınız çoook…

Dikkati mi çekti de bir tek şu onur haftası denilen yürüyüşte IRK AYRIMI olmuyor.
Birilerinin hormon dansı başka birilerine kaos için fırsat mı oluyor acaba ?
Bu dünyada 4300 tane din var,her koyun nasıl kendi bacağından asılıyorsa,ben kendi yaşadığım ülkeye bakarak konuşurum..
Bizim ülkemizde apış arasından çıkamamış sizin gibi zihniyetler günahçılık oynamayı nedense çok severler.
Hele ahlak bekçiliğinde üzerlerine hiç yoktur.Evelallah hepsini gördük.

Peki günahçılık ve soyluluk oynayan homofobiklere göre onlar modern Lut ise maskeli zampara şebelekler hangi kavim ?
Zaten bu toplum değil miydi kızların namus zarından ahlak felsefesi yapıp ta Fatihlere, Ahmetlere ,Mehmetlere tecavüz edip lalezarda terk eden…
Simdi o tecavüz edilen Fatihlerin kimisi Ayşe kimisi Neşe oldu işte..
Fatihlerden dönen neşeleriniz bol olur inşallah..

NE GÜZEL OLDU DEĞİL Mİ HER YER 7 RENK GÖKKUŞAĞI GİBİ.RENGARENK…
TOPLUMUN FIRÇASINDAN TUALE DÖKÜLEN ESERDİR İŞTE BU 7 RENK..
VAR OLANI BU YÜZDEN ARTIK YOK SAYAMAZSIN İŞTE..
BU İNSANLARI SENİN KULLANDIĞIN DEVLET HAKLARINDAN MAHRUM BIRAKAMAZSIN.DIŞLAYAMAZSIN !!
VELHASIL SOYLULUK OYNAMAYI BIRAKALIM YEDİĞİMİZ HALTLARA BAKALIM BİZ ÖNCE,
BİRAZDA NE NEDİRCİLİK OYNAYALIM..
OLMAZ MI PEK SAYIN SOYLU HOMOFOBİK..

magelini

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş