Kategori arşivi: Kadınlar.İlişkiler

Sana Sonsuz SEVGİ Bırakıyorum.

Dingin daha dingin..
Duru daha duru..
Ruhunun şu anda deneyimlediği duygular, senin içsel zenginliğine bağlıdır.
Bir kişi geçmiş yaşamlarını ancak kendisini bir transa daldırarak veya meditasyon yoluyla hatırlayabilir.
Bunun için dingin daha dingin olmayı seçiyoruz..
Duru daha duru..
Varlığınızın her anının tadını çıkarın,
Kendinizi geliştirin ve yeni şeyler öğrenmeyi bırakmayın.
KAVGA ETMEDEN,BİRBİRİNİZİ YARGILAMADAN,HIRPALAMADAN,BÖLÜP PARÇALAMADAN..
Birbirinizi tanıyamıyorsanız işe elementleri tanımaktan başlayabilirsiniz.
Birbirinizi anlayamıyorsanız işe Dünyayı anlamaktan başlayabilirsiniz.
Dünyanın yaşam enerjisi ATEŞ, TOPRAK, AĞAÇ ( TAHTA ), SU ve METAL..
Bu elementler olmazsa Dünya olmaz..
Dünya olmazsa SEN olmazsın..
Bu yaşam enerjimizi kaybetmememiz için tek bir şeye ihtiyacımız var…
KALBİMİZDE Kİ BİRİKMİŞ SEVGİ ENERJİSİNİN SALINMASINA..
Sal gitsin karışsın ateşe,suya,metale,toprağa,ağaca,
Karışsın Akılda ki Eril enerjiler Kalpteki Dişil enerjilere …
Tabiat Ana Senden Bu Aşkı Yıllardır İstiyor ,
Aç Kalbinin Kapılarını Sana Sonsuz SEVGİ BIRAKIYORUM
Sakın kalbinde tutma…
Git dağıt,bulaştır bunu tüm Dünyaya .

Cansel Işık

Paylaş

Arka Balkonun Poklu Bahçesi

Arka balkona çıktığımda son zamanlarda muhteşem kuş sesleri duymaya başladım.Arka balkonumun baktığı yer 10 ya da 15 binanın karşılıklı ve yan yana dizilimiyle oluşturduğu, dikdörtgen uzunlamasına çıkışı olmayan bir bahçeyi görüyor,bahçe de ne bahçe poklu bahçe.Bahçeye fare düşse cennete düştüm sanır o derece.Neyse uzun zaman önce yan binanın zemin katına bir adam taşındı,o daire binalar arasında en şanslı olanı.Vaktiyle ilk oturan peyzajını yapmıştı.Bu adam da sonradan o daireyi satın aldı.(İtiraf ediyorum o evde gözüm vardı ?)
Her sabah ve gün içinde duymaya başladığım kuş sesine kulak verir oldum.Meraklıyım hani bu muazzam çoğul konçerto nereden geliyor. Poklu bahçeden gelmesi imkansız.Bakınca insanın şevki kırılıyor.Duyduğum sesler sıradan doğa kuşları değil, kanarya,muhabbet,bülbül ne ararsan karışık sesler.Bir ara baktım zemin kattaki adam güvercin uçuruyor , ama öyle böyle değil tanesi 50 binlik cins güvercinler, şöyle 12 tane var.50 binlik güvercinler ben 5 ci katta olduğum için gelip gelip benim camlarıma sıçıyorlar. Hani hayvan severiz ya ” olsun 50 binlik güvercin boku bu götlerine sağlık” diyerek temizliyorum. Adam güvercin zengini. Ne var bir tanesi de kazara evimin içine girse ,burada kötü niyetliyim vallahi,içeri girdi mi bitti.Talih kuşum gelmiş diye götürüp satarım şerefsizim.?? Dokunmaz güvercin zenginine.
Ben halen kuş seslerindeyim tabi, nereden geliyor bu sesler.Bazen kuş sesleri de aralıksız çoklu duyulunca melodi olmaktan çıkıyor,beyin yanıyor. İnsanda ters etki yapmaya başlıyor.Yaktım bir sigara,çektim taburemi.
Yerde ufak yavru kedi bileklerimi tırmalayarak antrenman yapıyor.
Derken kuş sesleri bir yükseldi, bir çoğaldı. Arada karışık insan sesleri.Bir yerde bir şeyler oluyor kesin.
Aşağıda ki güvercinciye seslendim,”kuşlar” dedim, ” kuşlar sizin mi ?”
“Evet benim” dedi.
“Hayır güvercinleri kastetmedim,şu susmaksızın öten kuşları diyorum, duyuyor musunuz?”
” Ha onlar mı,onlar bu evin kuşları ” dedi benim çaprazımdan bir balkon gösterdi.
İyice baktım dikkatlice, ne göreyim adam dizmiş kafesleri, cik cik cik meğersem konçerto oradan gelirmiş ? Öyle bir kaç kuş değil söylediğim.
Dedim ki ” kuşçu mu bunlar? Evlerinde kuş mu satıyorlar? ” dedim.
” Hayır adam satmıyor,zevkine besliyor da,daha doğrusu karısının çenesi açılınca ötüyor bu kuşlar, adam karısının çenesine çare olarak en son bunu bulmuş.”dediğinde
“Vay be” dedim.
Aklıma geldi bir aralar karısını döven bir adam vardı, her akşam kavga kıyamet kopardı. Poklu bahçe tarafında öyle bir şey ki herkes herkesin evinde ne oluyor,ne bitiyor megafona verilmişcesine ister istemez duyuyor.Aile kavgaları,telefon konuşmaları,ekonomik yetersizlikler,kadınların dedikoduları,çoluk çocuk tantanaları,küfürler,müstehcen iletişim sesleri ne ararsan var,bunlara bu aralar Arapça yayından Suriyeli konuşmaları da dahil oldu..Hepsi sanki aynı çatı altındaymışsın gibi evinin içinde,kulağının içinde.
Güvercincinin demesine göre kuşların sahibi meğersem karısını döven adammış.Kuşlardan sonra dövmez olmuş.Kadın konuşmaya başlayınca kuşlar çıldırmış gibi ötmeye başlıyormuş ve adam kadının sesini duymaz oluyormuş.
Neyse kuşlar işe yaramış,kadın dayak yemez olmuş.Ne güzel.
İyi güzel kuşçu karısının sesini duymaz olmuş da, gel gelelim kuşçunun bilmediği bir şey var; kuşlarda bende insanlar ötünce tüm evleri duyuyoruz.Hele kuşlar Arapların evinde kavga olduğu zaman çıldırıyorlar.
İşte bu sıkıntı.
Nitekim arka poklu bahçede ki evler hiç susmuyor ve susmayacak,e tabi bütün evleri duyan kuşlarda öyle.
Çünkü bu durumdan kuşlarda rahatsız bende.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Çalınmış Hayat ve Çalınmış Düşünce Yoktur

Kendinizi yaşadığınız acılar ve mutluluklar ile kenara çekip sınıflandırmayın.
Yaşadıklarınız sadece size özel değil,farkında değilsiniz belki ama ,aynı hayatın 5 sahne eksiğini ya da fazlasını yaşayanlarla yaşıyorsunuz bu kainatta.
Ünlüler ve ünsüzler,ezikler ve güçlüler diye bir kavramda yoktur aslında.Bu kavramı destekleyenler hep aldananlardır.
Yaşanmış hayatın bilançosuna göre sağlıklı ve sağlıksız insanlar vardır sadece.İhtiyaçlarımız aynıdır,
Mücadelelerimiz bile aynıdır.
Çünkü insan olanın mutlak benzeşen bir hayatı ve vermesi gereken sınavı vardır.
Herkes; sınavı seçtiği bölüme göre değil,yaşadığı çizgiye göre değerlendirilir.
Dolayısıyla bir gün; başkalarınca yaşanmış bir hayatın,ve başkalarınca yazılmış bir kitabın da özet kısmında rastlayabilirsiniz kendinize.Rastlamadıysanız henüz sizin hayatınızı yaşayanlar daha sizi yazmamışlardır.
Çalınmış hayat ve çalınmış düşünce yoktur.
Yazılmamış hayatlar ve hayata geçirilmemiş düşünceler vardır.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Terörist Kalpli Adam

 

Biliyor musun mevsimlerden kış ve ben ilk defa üşümüyorum Anne.

Oysa üşürdüm ben, hemde çok üşürdüm. İliklerim donardı.Soğuktan ağlardım.

Gözyaşlarım pınarlarında donardı.

Sanırsın Cudi dağında bir teröristin kalbine kapatmışlar.

Gözyaşlarım içime akardı korkudan.İçime akan içimde boğardı beni.Dışarı aksaydı da değişen olmazdı ki.
Celladım gözyaşlarımı doldururdu bir cezveye, kaynatıp yine dökerdi gözlerime.


Kurtulamazdım onun ne ayazından, ne de kan kokan odalarından.

Bütün şiddetini kusardı,kalbinin soğuk odaları.
İlk defa üşümüyorum biliyor musun Anne.

Sabah Nur dağına götürecekler beni.Üzerime Nur yağacakmış öyle dediler.Ve kucağıma düşecekmiş Güneş.
DüŞünsene sarılıp yatacağım ona.

Sen beni merak etme Anne.
Nasıl olsa o soğuk, kan kokulu odalardan kurtuldum.


Bak her yer toprak kokuyor…
İlk defa üşümüyorum Anne.
İlk defa…

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Haşlanmış Karnıbahar Kokusu

Atatürk’e bakınca yerden göğe kadar bir duygu kaplıyor beni.
Kusura bakma Kılıçdaroğlu ama sana bakınca da nedense sadece haşlanmış karnıbahar ve lahana kokusunu anımsıyorum.
Atatürk’ün Kemal ismiyle geldin de hani gerizekalı olmak lazım bunu yemek için.
Bir gitsen de yerine botanik kokulu bir adam gelse diyeceğim de maalesef artık gelmez.CHP sayende artık tasmalı.Gelecek olanda böyle bir durumda zaten piyon olur..
Fethullah’ın Deniz Baykal’ın yatağında ne kadar eli varsa senin de Chp ye gelişinde o kadar eli var.Kusura bakma ben yiyemedim huzursuz bağırsak ağrısı gibisin , bu kokularla da hiç çekilmiyorsun.
Nasıl bir şeysin biliyor musun ? Tıpkı bir zamanlar kendi eliyle oğluna gelin alan ve sonra da gelinine düşman olan kaynana vardır ya, hah o aklı fikri kin ve öfke de olan, oğlunun kuyusunu kazmak ve yuvasını yıkmak için yeni gelin almaya kalkan,yeni gelinle bir olup,taaa uzaklarda bile olsa, tele kulakla her boka karışan hain kaynana var ya, işte o hain kaynananın emrinde çalışan kuma gibisin.Evin baş geliniyle didişmekten öte gitmiyorsun.
Senin Atatürk’e varsa bir aşkın, varsa bir sevdan, Atatürk’ün düşüncelerini ve ilkelerini rehber almalıydın ama almadın.Götün sıkıştığında Atatürk ismine sığındın…Çünkü senin ki koltuk sevdası.Bugün Erdoğan’a muhalefet olmayı vazife belledin, koltuk aşkıyla da o göreve getirildin. Karşındaki bu isim Erdoğan olmayabilir, başka isimde olabilirdi.O ve sen yine aynı vazifeyle getirilecektiniz.Fakat tek bir gerçek vardı,senaryoya göre ikinizde aynı kaynananın gelini olacaktınız.
Aranızda gördüğüm tek bir fark var ki ; o da eski gelinin senden daha zeki ve akıllı çıktığı.Kaç yıldır koltuğunu sana kaptırmadı.O da gün oldu senin gibi kaynanaya saygısızlık olmasın diye onun yolundan gitti,ona itaat etti,dedim ya akıllı olunca akıl başka oluyor sessizce savaşıyor,ve sessizce elde ediyor,kaynana onu nereye götürdüyse kimle muhattap ettiyse hepsini hafızasına yazdı.Kim düşman ,kim dost,gittiği yol ne, yolların,şahısların hepsini ve misyonlarını itaat edermiş  gibi yaptı, bir gün lazım olur diye aklına yazdı.Bu arada onların sayesine cebini de doldurdu.Bu da senin zoruna gitti.Haklısın senin yerinde olsam benim de zoruma gider,aynı adama yıllarca çalıştın ama koltuk sevdasıyla hırsla bedavaya çalıştın.
Ne zaman ki kaynananın maskesi düştü, şaha kalktı eski gelinin canına kast etti, eski gelin kozları eline alarak ipini koparttı öğrendiklerinin hepsini kaynanaya ve onu destekleyenlere koz olarak kullandı.Bugün görüyorum ki kaynana eski gelinini bitirme projesinde halen seni kullanıyor.Eski gelin “ona inandım kandırıldım” derken bugün sen “kandırıldım ya da diğerleri gibi ellerine düştüm tehditle çalıştırılıyorum” gerçeğini bile diyemedin.Ülkeni ve milletini seven adam kusura bakma mevzuyu öğrendikten sonra kendini muhalefette olsa kullandırtmaz.
Atatürk’ün kurduğu partiye gelip de maskara ettin ya CHP nin itibarını, işte o karnıbahar ve lahana kokunla bitirdin. Ne zoruma gitti biliyor musun ? Hiç zeki değilsin,akıllıca manevralar yapamadın ve halende yapamıyorsun.Görüyoruz ki kırkayak tapınakçılarından aldığın son görevin de görev tahtasına yeni yazılmış,kadınları devlete karşı örgütlemek,devlete karşı baş kaldırtmak.
Senin tapınakçılara ve Fethullah’a kaldıramadığın başı biz kadınlar devletimize mi kaldıracağız ? ? Sende haklısın,yediğin tabağa pisleyemiyorsun,fakat ülke kadınlarını kullanarak vatanına pisliyorsun.Seni Deniz Baykal’ı kasetle bitirip Chp ye getirenlere tüm bağlılığını devam ettiriyorsun işte.Emir demiri kesiyor çünkü.Nasıl olsa kaybettin ya,okey masasında elinde çift okey olan adamı ne olursa olsun taşla diyorlar sana, sen kaybetsen bile biz kazanınca seni bağrımıza basacağız diyorlar..Arkandayız korkma diyorlar.Bir kaç provakatörle kadınları arkana vereceğiz diyorlar.
Şimdi onların şerbetiyle sen ve Atatürk’le alakası olmayan parelel çanakçıların diyorsunuz ki merttir kadın,evet kadın erkeğe benzemez…Haklısınız anneliği ona; acı çekmeyi de öğretti, korumayı da…Ve asla vazgeçmemeyi de… Varlığımız hiç umurunuzda değilken nasıl oldu da aklınıza geldik ? Evet başımız dik…Yüreğimiz büyük…Sesimiz çıkınca çığlık çığlık.Korkumuz yok…Lakin hayal kurarken unuttuğunuz bir şey var ,o kadar da aptal değiliz.
Ne tesadüf ki böyle bir ayaklanma örgütlenmesini yaparken de aaa tarihler öyle bir tarih gösteriyor ki Atatürk’ün Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını verdiği o günün tamda 83. yıl dönümü.Bak sen şu ulvi aşka.
Sana tavsiyem; Erdoğan’ı devirmek için kadınların mertliğinin arkasına saklanmayın.Koltuk aşkıyla, Fethullah kumandasıyla Erdoğan düşmanlığını yaparken bari biraz akıllı olun.Bugüne kadar Devletin halkın nefretini kazandığı her vaka ön perde de Erdoğan etiketli gibi gözükse de, arka perde de Fethullah projesiydi. “Kadınları öne koyup arkalarına gizlenerek geldiler…Bu sefer gidişte, peşlerinde kadınlar olacak…” dediğiniz o kadınlar biz değildik. Akp yi kendi çıkarları için Erdoğan’a kurdurtan Fethullah’ın kandırdığı cemaat kadınlarıydı. Şimdi onlarda ak koyunun kara koyunun farkındalar.
Allah için Erdoğan düşmanlığı yaparken desteklenecek aklı başında başka bir alternatif adam mı bıraktınız ?Hepiniz gelmiş geçmiş partiler olarak sümsük olduğunuz için 40 yıl boyunca tapınakçılar alt devlete Fethullah’la gelip halkın haberi olmadan oturmadı mı ? Velev ki Erdoğan’ı kadınlar devirecek fikriyle hareket ediyorsunuz, Protestolar, mitingler, gösteriler için gaz veriyorsunuz da, devlete ve Erdoğan’a karşı yapılan bu ayaklanmalar bumerang gibi ülkemize geri dönmeyecek mi ? En ufak bir hava boşluğundan faydalanıp hamle yapacaklar, ülkemizi bitirecekler. Ne çabuk unuttunuz Arap baharını Tunuslu bir esnafın kendini yakmasıyla başlattığını ?
Orta Doğu’nun Arap baharının listesinde olduğumuzu unuttunuz mu ? Mısır mı olalım ? Irak,Tunus,Yemen,Suriye mi olalım ? Bu mudur kadınlardan beklentiniz ?
5 Aralık gibi bir günde kadınları Erdoğan’a karşı fişekleyerek neyin kafasını yaşıyorsunuz ? Biz Fethullah’ın götünden çoluğunun çocuğunun gelecek günleri ve meslekleri için  giden, çıkarcı kadınlar gibi gerizekalı mıyız her dediğinizi yapacak ? Bizi karıştırıyorsunuz .
Sizin ağzınız ne söylüyor ?
Cumhuriyetçi kadınlar partileri ve çıkarlarını değil vatanını,askerini,polisini, ve ülkesinin güvenliğini riske sokacak durumlar karşısında sadece ülkesinin çıkarını düşünür. Siz ülke çıkarını düşünseydiniz Deniz Baykal’ın pornografi komplosuyla CHP den uzaklaştırılmasını hazmedemezdiniz.Ben şahsım adına size güvenmiyorum.Sadece size değil parti cemaatlerinin alayına güvenmiyorum. Siyaset ve politika sevmediğim alandır, lakin hani aptal ve kör de değilim.
Atatürk ne demiş bak ;
“Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır” (1923)
Son tavsiyem Fethullah’ın kıçını öpeceğim diye şu Milleti Erdoğan düşmanlığına örgütlemekten,sürüklemekten  vazgeç.Atatürk gibi düşün Milli benliğini bul, zaten av olmuşuz bari bizi dünya ülkelerine av yapmaktan vazgeç.
Hazır Erdoğan hepsine posta koymuşken Fethullah’ın kıçını öpeceğine Ülkemizin güvenliği için Erdoğan’ın arkasına geç ama parmaklarına hakim ol,bunu koltuk sevdan için değil bu sefer ülken için yap.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Paylaş

Çocuklar Cennete Kesilmiş Bilet Değildir.

İnsanlığın en büyük imtihanıydı evlat yetiştirmek,nesil yetiştirmek…
Ve demişti ki “Cennet annelerin ayakları altındadır.”Bundan ötürü sandılar ki her doğuran evlat sahibi kadın cennete gidecektir.Oysa çocuklar her annenin cennete kesilmiş bileti değildiler.
Bir kadının yaratıcının karşısında anne olarak yeri ayrıydı,insan olarak, kul olarak yeri ayrıydı.Bir anne yeryüzünde yaratıcısını sevindirecek ne kadar iyilik ve hayırlı iş yaptıysa kendi mükafatını (cennet kapısını) tıpkı erkek gibi kendi kulluk boyutunda kazanır.
Yine kadın-erkek olsun,anne baba olarak ne kadar iman gücü zayıf, inancı zedelenmiş olursa olsun,ister dindar olsun ister dinsiz olsun ; anne-baba olarak her zaman doğurdukları çocuklardan evlatları tarafından saygı, sevgi ve yardım görmeye hakları vardır.
Çocuklar bir kavmin cennete açılan kapılarıdır,kanatsız melekleridir,günahsızlardır ve yaratıcının karşısında kıymetlidirler. Fakat o kıymetli varlıkları doğuranlar ise ; doğurduklarının saygı ve sevgisine,merhametine göre de Allah hükmünde o kapının anahtarlarıdır.
Bu yüzden Cennet annelerin ayakları altındadır.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Bilirim Siz Ölüleri Seversiniz.

 

Ölmek lazım sayılmak için, sevilmek için,hatalarının unutulup iyiliklerinin anımsanması için ,”şu fotoğrafta da ne güzel gülümsemiş canım benim” demeleri için.
Ölmek lazım “ya baksana nelerde yazmış bırakmış, anlatmış,satırlarında seni,beni,onu anlatmış, meğer kendisini bizden saymış,anlamamışız sessizliğin tınısını çığlıklarıyla harmanlamış, ama kimselere garibim sesini duyuramamış” demeleri için.
Ölmek lazım işte “beni ne çok severdi,ne emek verirdi, birlikteliğimiz için neler yapmıştı ben ona hak etmediği onca kötü şeyi yapmama ve canını acıtmama rağmen,bana hayata karşı dimdik durmayı o öğretmişti,şimdi beni onun gibi kim sevecek,kim çekecek,kim anlayacak ruhumu,beynimi kim düzenleyecek “diyerek ağlayanları duymak için ölmek lazım dostum…

Tıpkı sizi sevenlerin öldüğü gibi ölmek lazım işte.Bilirim siz ölüleri seversiniz,ölümü sevmezsiniz.Fakat ölüler sizi ölene kadar severler, öldükten sonra sevmezler.
Neden mi ?
Çünkü onların katili zaten sizlersiniz.Bu yüzden siz ölümü de sevemiyorsunuz işte,siz korkarsınız ölümden.
Siz yapay dünyanın kabadayıları,siz yaratıcının nefes üflediği kalbin size bahşedilen, gönderilen masum insanların sevgisini hunharca kullanıp ezerken ancak yapay dünyada celallenip dayılanırsınız. Kırarsınız,dökersiniz alemin en iyisi kralı biziz diyerek..
Kimse sizi öldüremeyecek kadar dürüstsünüzdür,yaşamayı hak ediyorsunuzdur çünkü.
İyisinizdir,hoşsunuzdur,yanlışların alayı size yapılmıştır da siz harikasınızdır.
Geceleri akıl melekeleriniz kafanıza balyozla vurur “yalan söylüyorsun ! yalan konuşuyorsun ! sus artık yalan konuşma,neler yaptın bir baksana ” diye diye geceleri kimseler yok iken yastıkları kucaklatıp ağlatırlar sizi içten içten.
Çünkü bilirsiniz kendinizi fakir tesellisiyle kandırmaya çalıştığınızı,kimsenin bilmediğini de sanırsınız ya biraz güç toplarsınız,aptalca uyuşturur bu sanrılar sizi.
Sabahın hayrına uyanacağınıza gecenin şerrini taşırsınız aydınlıklara.Güçlü olmak için insan kalbi kıra kıra yaşarsınız.
Ağzınızdaki dilin kıvrımlarıyla,envan çeşit yalanlara bezenerek
aptalca aktarırsınız fakir tesellilerinizi ,etrafınızda size kendini heba etmiş masum varlıklara.

Siz ölüleri seversiniz işte.Onlarda zaten siz onları bu şekilde seversiniz belki diye ölmek istediler…Siz dünya gözüyle sevmediniz ,kalp hakkını vermediniz diye yaratıcılarının şefkatli kollarına sığınmak için,sağlıklı halleriyle her gün çektirdiğiniz duygusal acılar yüzünden ölmek için dua ettiler..Gün gün eridiler,kimi üzüntüden hastalığa kaldı sırasını bekledi,kimi
kalbinde alacak hesaplarıyla onca acı ve ızdırapla yaratıcısına kavuşmak ümidiyle kendi kararıyla çekti gitti..

Zihnini yokluyorsun ve gülüyorsun değil mi ? “Çok şükür diyorsun olmadı öyle bir şey..Belki de sen farkında değilsin olacak..Etrafına bir bak,sorgula,yokla bakalım..
Sırasını bekleyenlerin değil de kendi kararıyla bu yaşamdan çekip gidenin, ya da gidecek olanın suç ortağı sensin işte ..Söylesene kaç tane kırdığın kalp var,kaç tane kalbinin içine akıttırdığın göz yaşı döken insan var ?
Sırada kaç tane ölmek için dua eden var ?
Ya da seni ölümüne sevdiğini söylerken,yaşamın getirdiği ağırlıkları varlığınla unutmaya çalışan,seni kendine anlamlandırırken yaşam enerjisini sana boşaltan,elinde tuttuğun,kandırdığın kaç kişi var ?
Kötü hallerini gördüğün halde görmemezlikten geldiğin,
Sevginden kollarından mahrum kaldı diye sağda solda şefkatli kol arattırdığın kaç sevgi açı masum var ?
Sana ihtiyacı olduğunu söylediği halde işim var diyerek keyfe aleme dalmaya gittiğin duymamazlıktan gelerek ağlattığın kaç kişi var ?
Sevgisizlikten delirttiğin için intiharın kollarına kendini bırakan, masumken günahkar ettiğin daha kaç can var ?

Siz ölüleri seviyorsunuz işte ,ancak öldükten sonra keşkelerle ağlıyorsunuz arkalarından başka yaptığınız bir bok yok.
Ancak kendinizi seviyorsunuz,gariban kalpleri paraya tapan yanlarınızla katlediyor gönderiyorsunuz hastalıklara ve ölüme.

Geceleri halen akıl melekelerin geliyorsa ,sana hatalarını yüzüne vuruyor ayna oluyorsa çok şanslısın.
Sırf sen onu bu dünyada sevmeyip,ezdin diye ölmek isteyen onca masum can var ya ; direne direne artık o gece akıl melekelerini görememiş duyamamışlardı.
Kalk geç olmadan, bak aynaya ve vur o bencil,egoist korkak suratına !
Ardı ardına vur tokatları.Hani yaratıcının nefes üflediği kalbin sana bahşettiği gönderdiği o masum insanların sevgisini hunharca kullanıp ezdin ya; işte onun için tükür o kertenkele suratına ve ağlattığın kalpler için ağlayarak af dile yaratıcından..
Unutma aslolan ölüleri sevmek,öldükten sonra sevmek,kıymet bilmek,kendini bir mezar taşına konuşarak affettirmek değildir .
Aslolan diriyken kıymet bilmektir,diriyken üzmemektir,diriyken incitmemektir,diriyken sevmektir,diriyken yarasına merhem olabilmektir,göz yaşını silebilen yakın bir el olmaktır,iki elin kanda da olsa ona koşturan ayak olmaktır,eksiğini tamamlayabilmektir. Hatalar insan içindir, olur da göz yaşını akıttıysan diriyken ağlattığından af dilemektir.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Narsist Burjuva Nöbeti

 

Hep duyarım. Aldığı eğitimin kalitesinden, yaşamının en sefil ve ezik döneminde, döneminin burjuva rüzgarından etkilenmiş ,kabul edilememe korkusuyla, okuduğu kitap sayısından, dinlediği müzik tarzına kadar, kendini entel dantel kariyer zirvesinde görüp, toplumdan soyutlayarak yaşamış, kendini bilgelikle etiketleyerek kendinden başkalarını beğenmeyerek yaşamış insanlara her zaman çok üzülmüşümdür.

Çünkü yaşam seçtikleri çizgide otomatikman yalnızlığı kendilerine hediye etmeye başlar ve kendilerini soyutlayarak kalite olarak ayırsalar da her insan gibi onlar da vesvese denilen illetin kucağına düşerler.

Narsist bir duygunun esiri olduklarından ötürü bulundukları durumu da kabullenemiyorlar, topluma uyum sağlayamadıkları için de kendilerini tedavi etmek için mutluluk ustalığına soyunuyorlar.

Geçmişlerinden getirdikleri bilgilerle dışladıkları toplumun bireylerine bilgece tutunmaya çalışıyorlar. Beni üzen tarafı bu.. Sanırım mutsuzken topluma mutluluk ustalığı yapmak ve bilgelik taslamak da böyle bir şey…

Mutlu bir varlıksan; toplumun sana ihtiyacı vardır, onları dışlamadan, ezmeden, sınıflandırmadan mutsuzluklarına odaklanabilirsin..

Fakat mutsuz isen özünle yüzleşerek önce kendi iç dünyanın mutluluğunu inşa etmelisin. Biraz inziva biraz da inşirah..

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Kedinin Ruhumla İlişkisi

gmölı

Kedi acıkınca miyavlıyor.Gidip kedinin önüne yemeğini koyuyorum.Kedi yemeğini yerken sevgiyle bakıyor gözlerime.Yemeğini bırakıp gelip avuçlarımın içine kafasını sürtüyor.Patilerini kaldırıp omzuma yerleştiriyor.Kafasını okşuyorum.Usulca gidip yemeğini yemeye devam ediyor.O yemeğini yerken eski kedim geliyor aklıma.

Kendi halinde sabahtan akşama kadar çalan radyoda bir şarkı başlıyor.
“Zalim kader yine ördün ağlarını,bitsin yeter ! Hak etmedim ayrılığı”
Boğazım düğümleniyor.Kedi hissetmesin diye bir köşeye geçip sessizce ağlıyorum.Şarkı bitiyor inadıma çalıyor sanki Sezen Aksu.
“Tut ki karnım acıktı anneme küstüm,tüm şehir bana küstü.Bir kedim bile yok anlıyor musun ? Hadi gülümse”
O gülümse dedikçe sesimi kısa kısa daha da çok ağlıyorum.

Eski kedim için mi ağlıyorum,yoksa bir kedi yüzünden kaybettiğim senin için mi…
Yoksa senin yüzünden ölen kedim için mi…
Şarkılar çaldıkça anlamsız bir durum kafesliyor ruhumu.

“Şu kedi kadar sevmedin beni” demelerin aklıma geliyor.
Bir kediyi kıskanarak öldürüşünü ve sonra çekip gidişini düşündükçe öfkeleniyorum.
Seni de bir kedi kadar sevmiştim oysa.
Ama sen bir kedinin önüne yemeğini koyar gibi tenimi önüne koymamı istedin hep.
Şimdi düşünüyorum da, şayet senden payıma düşen sevgi, önüne koyduğum yemek karşılığında düşecekse,bil ki kediler karnı açken de tokken de seviyordu beni.
Buna sevmek diyorsan gör ki tıpkı kedilerin beni sevişi gibi demek ki ben de çok sevmişim seni.
Fakat sen kedi gibi sevmiyordun beni.
“Düşün beni düşüneyim seni,sev beni seveyim seni” gibiydi senin sevgi anlayışın.
Bu arada hani sebebi olduğun,uzunca bir zaman beni terk etmeyen o gerilim baş ağrılarım vardı ya,senden sonra yok oldular.Üzülebilirsin.
Şimdi bak sessizce ağladığım için olsa gerek yada eski kedimi kıskançlığından zehirlemiş olduğunu hatırladığım için olsa gerek,yada anımsadığım sen olduğun için yine başım ağrımaya başladı.Sevinebilirsin.
Olduğum yere uzanmak zorunda kaldım,baş ağrım geçer umuduyla gözlerimi kapattım.
Şimdi yanımda olsaydın kesin şunu da derdin “şu nankör kedi için ağladığın kadar ben ölsem ağlamazsın”.
“Keşke kedinin yerine sen ölseydin” demek geliyor içimden.Sonra “Tövbe” diyorum .”Allah versin hakkını” diyorum.
Ben bunları düşünürken,karnını doyuran kedim yatağımın üstüne çıkıyor, bacaklarımın üstünden yürümeye başlıyor.
Sanki bilir gibi,ağrıyan başımın üstüne göğüs kafesinin tüm sıcaklığını vererek yatıyor.Birde nankör derdin kedilere.Kıskanıyorsun biliyorum.Kıskan.
Şu kedi kadar sevmedin beni diyordun ya,acaba şu kediler kadar beni anlamadığın için, ruhumu göremediğin için olabilir mi ?
Bunları benim düşündüğüm kadar düşünmeni isterdim.

Bil ki kedinin ruhumla ilişkisi senin tenimle olan ilişkini tek geçer.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

AŞK AKILLI BİR ADAMIN ELİNDE İSE

f46

“Psikojenez prensibine göre temelde tek yanlışın var” dedi.
“Nedir o ? ” dedim
“Senin gibiler pek kimsenin işine gelmez” dedi.
“Neden ?” dedim.
“Haddinden fazla akıllısın” dedi.
“Biliyorum hiç iyi değil bu durum” dedim.
“Aptalı oynarsın ama akıllı olmaktan yine kurtulamazsın”
“Çünkü sen aptalı oynadıkça içini kurtlar kemirecek.” dedi.
Hemen ilave ettim;
“Bir de bakmışsın etrafımda bir kaç tırtıl sürüngen,kalbimi öğlen yemeği, beynimi akşam yemeği yapma niyetindedir değil mi ? ” dedim.
“Seni bu yüzden seviyorum fakat özlediğin aşka da işte bu yüzden hasret bırakıyorum,çünkü sen kendin gibi akıllı adamları seviyorsun, lakin aşk akıllı bir adamın elinde ise,sistem akıllı bir kadına göre işlemeyecektir ” dedi.
O gözlerime bakarak sigarasını yaktı,bende suratına dahi bakmadan kahvemi yudumladım.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

TECAVÜZ DE SAP-SAMAN AYIRIMI

s-29e5418591d6a5a64bff759bf7aabb3acbf5c55e

Resmen ülke de tecavüz konusunda beyin illüzyonu yaşanılıyor.Halkın algısı zaten pelt.
Mevzu başka yere götürülmüş.Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedenle Tecavüz eden TECAVÜZCÜLERE af falan yok.
Öyle saçmalık mı olur.13 yaşında markette çalışan bir çocuğa 14 kişi tecavüz etti.Şimdi bu 14 kişi aynı zamanda evli ve mahkeme sürüyor.Bu 14 kişi o kızla evlenebilir mi ? 
Bu yasa 16/11/2016 tarihinden önce daha çok yaşı tutmayan, ailesinin rızası ile yada rızası olmadan kaçarak evlenmek istemiş fakat yasalar gereği resmi haklara sahip olamamış,aynı zamanda herhangi bir engel çıkmasın,bizi ayırmasınlar diye çocuk yapmış yaşı küçük genç çiftleri kapsıyor. 
Bundan evvel bazı geri zekalı ana-babalar (tövbe estağfurullah ) köylerde,doğu da ,metropol de hiç fark etmeksizin okumaya yüzü olmayan,ya da ailesi başında olmayan yaşı küçük kızları bu durumlara az mı soktular.Sonra yasa o bilincinde olmadan aile kurmaya kalkmış o erkek çocuklarını da,onlara yardım eden aile ve aile yakınlarını da çocuk istismarından ve tecavüz davasından yargılayarak gerekli cezayı verip hapse attı.
Burada sapla saman hikayesi var.O yaşı küçük evliliklerden olan çocuklara devlet el koydu.Anne ve babadan yoksun kalıyorlar.Aile olmaya çalışan yaşı küçük anne tecavüze uğramış olmasa bile kamuya düşen dava da yaşı 18 altında olduğu için mağdur olarak değerlendiriliyor,aile olmaya kalkmış 18 yaşında yada 20 yaşında bir erkek çocuğu da aile onayından destek alarak bu yasal olmayan evliliği yapmış olsa bile,zor kullanılmış tecavüz olmasa bile devlet bu tip evlilikleri 16/11/2016 dan sonra asla kabul etmeyeceği gibi bundan önceki ceza evinde bu suçtan yatanların bu yasa ile aftan faydalanıp ailesinin başında bulunmasını kadın ve çocuğunu bir arada tutmaya,mağduriyetleri gidermeye çalışıyor..Türkiye de bu şekilde çocuğunun babasını ceza evinden çıksın diye bekleyen ve çocuğunu esirgemeden alabilmek için gün sayan çok insan var.

Şayet Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedenle TECAVÜZ varsa en ağır suçlu durumunda cezalandırılacak olanlar ayrı.
Yani SAPLA SAMAN ayrılıyor.

Bana göre sapla samanı ayırdıkları sürece sorun yok.Bu çok hassas bir konu.Bahsettiğim durumları yaşayan yasaya göre zorla tecavüz olmasa bile yaşı küçük evlenip çocuk yapmış yaşı küçük kızın kocası yasaya göre çocuk istismarı ve tecavüz davasıyla değerlendirilip içeriye düşmüş ve gelmişler 24 yaşına Adam halen ceza yatıyor.Kadın ve çocuk dışarıda zor yaşamın içinde…İşte o adamları çocuklarına ve eşlerine kavuştursunlar.Diğer tecavüz davalarına işlemesin bu durum.Ve sonra da idamı getirsinler.Ben bunu makul görebilirim.

Burada çocuk ön planda ve devamında erkek egemenliği sayesinde aile düşünülürken işin özüne gelirsek KADINLARIN HAKKI VE KORUNMASI için düşünülen bir durum tabii ki yine yok..

Önerge sunulur geri çekilir,yine saçma sapan gündem.Ve zaman gösterecek tecavüze uğrayanın biz olmayacağını ne biliyoruz ki.

HİÇ UMMADIĞIM KİŞİLERDE BUGÜN GÖRDÜĞÜM ALGI,VESVESE ve….ÇORBA..

Yarasın cümlemize…

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

AKIL SAVAŞLARI

aptallar-ve-korkaklar

Eğer istedikleriniz verilmiyor ise ;
Almak zorundasınızdır.Bazı şeyler hak edilmiş ise zorla alınır.
Mesela“BAĞIMSIZLIK ” gibi.

Belkide her şeyi yaratandan beklememek lazım.
O zaten bizlere vereceğini vermiştir
“AKIL” gibi.

Eğer hak ettiklerinizi kaybetmeye başladıysanız;
Ya düşmanınız çok akıllıdır,
Yada piyon olup sizi satacak kadar zayıftır.

Eğer istediklerinizi alamıyor iseniz;
Ya APTALSINIZDIR
Yada savaşma aşkını yitirmiş bir KORKAK.

Bilin ki;
Akıl savaşları aptallarla oynanmaz,
Oynansa da kaybeden taraf her zaman
APTALLAR VE KORKAKLARDIR.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

HERKESİN HERKES’SİZ YAŞAMASI

ssss

“Sensiz yaşayamam” diyene “herkes herkessiz yaşayabilir ” demek bana nedense saçma geliyor.
İnsan birine karşı bir şey hissetmiyorsa,sevmiyorsa tabi ki onsuz yaşayabilir.
“Bensiz yaşayabilirsin” demek ilişkiye dair his taşımayan taraf için her zaman daha kolaydır.
Sensiz yaşayamam diyen taraf, zihninde ayrılık sahnesini canlandırdığı vakit,karşı tarafa beraber yaşanmışlıklarından biriktirdiği ile anlam yükleyerek o kelimeyi sarf eder.
Ve duygularından emin olarak ne istediğini bildiği için, pek tabi “sensiz yaşayamam” diyebilir.Bu bir acizlik değildir.
Çünkü insanoğlu herkesi aynı ölçüde sevemeyeceğini ve sevgisiz yaşayamayacağını çok iyi bilir.Herkesi onun yerine koyamaz.
Herkes herkessiz pek tabi yaşayabilir ama sevmiyorsa bu mümkündür, seni seven kişi seninle yaşadıklarını bir başkasıyla bir daha aynı dozda aynı coşkuyla yaşayamaz.
“Sensiz yaşayamam” diyenin bir deneyimlemesi,bir bildiği vardır.
Çünkü bir yanı daima buruk olarak sende kalacaktır.
Sen onun için “SEVGİ” demeksindir.
Ve insanoğlu SEVGİSİZ YAŞAYAMAZ.
Yaşayanlar ise ,insanlıktan nasibini almamış dediklerimiz misali daima eksiktir.Ve o eksiklikleri hiç bir zaman dolmaz.
Eğer istediğin sevmek ve sevilmek değilse kimsenin gönül bahçesine gereksiz yere macera olsun diye girme..
Kalbimiz yangın yeri…
Sevdası hep yarım kalmış,sevgisiz yaşayan ruhların eseri.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

KABUK BAĞLADIM,SIRADA Kİ YARA GELSİN

c5b8edc6fa8ea7c55170edfd38d60a18

Bana “İyi ki dostumsun,iyi ki tanımışım dediğim insanlardansın” demişti.
Tebessüm etmiştim..
Bana ne güzelde dosttu..Ne var ki hep kendi canı yanarken beni bulurdu.
Bugün canım yandı da bulmaya çalıştım onu..İşi vardı.Yoktu işte.
Çok sonra gördüm.
Baktım da şöyle,onun bunun poposuna layık, ne de yumuşak bir post olmuştu..
Yarın da poposuna post olduğunun yatağında tost olur.Sonra da ayağına paspas…

Kafam da deli sorular…
Herkese paspas olan bana gelince neden çek-pasın sapı oldu ?

Zalimsin felek…Tadından yenmez şimdi bana kavun diye gönderdiğin bu kelek..
Anladım ki; Sadece ben ona iyi olduğum için bana iyi olmuş..Ben ona kötü gün dostu olmuşum,sınavımı geçmişim.Onunda sınavı bugünmüş,gördüm ki o bana hiçbir şeymiş.
Zoruma neden mi gitti ?
Ben onun iyi ki tanımışlığı olabilmişken,o benim “iyi ki yoksun”um oldu.
Gider, zoruma gider,senin de gider..
Kaybeden ben olmasam da dostluğun adını puştluğa dönüştüren,dostluğun kaybedişine sebep olan her eylem zoruma gider benim.Senin de gider.

Her ne kadar dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme denilse de ilgilenmek fıtratımızda var bizim,dostun yüreğindeki yosunları temizleyip ışıldatmak mayamızda var bizim.
Maksat ayrı,yürek ayrı olunca da işte böyle zorumuza gider bizim.

Boşvere,boşvere bu hale gelsek de,tamam öyle olsun bunu da boşverelim gitsin,boşverdik.

Ne güzel de demiş üstad;
“Yar olsaydı kalırdı,yaraydı geçti”
Kabuk bağladım..Sıradaki yara gelsin…
Lakin gelecek olan çek-pas bilsin ki ; sapını kırmaya hazırım.
Bunu da bilerek gelsin .

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

BİR TEK YÜZÜMÜN KIRMIZISI KALDI SANA

ateş

Hani hepimizin bildiği “anı yazmak” diye bir kategori var edebiyatta.Yazılan “anı” da kişi öğretici ve bilgi verici yazılar yazmalıdır ya hani.
Gelecek kuşaklara ders vermek ve kamuoyu ile hesaplaşmak amacı da vardır biraz.
Yazar; yaşadığı dönemde olay, kişi ve dönem hakkında ki yaşadıklarını, ilginç olayları gözlem ve izlenimlerini anlatır ya.Bugün geçmişten kalan bir kalemin yazdığı “anı” yazısını okuyordum işte.Oturduğum yerde sinirden bir gülme geldi bana.
Sonra yazacağın yazıların,toplumun ruh sağlığına risk oluşturmaması da gerekir diye bunları düşünürken,yüzüme yapışmak için ısrar eden maskeyi kenara itmekle meşguldüm aynı zamanda.
“Ben bu dönemin çocuğu olarak yazmaya kalksam” dedim.
“Sahi ya ,yazmaya kalksam yaşadığım dönemin hakkında ki gözlem ve izlenimlerimi,şöyle doğrulardan kesinti yapmaksızın,cömert açılımlarda bulunarak yazsam kesin +18 mührünü basarlar ” dedim kendi kendime.
Tabi ki yazmayacağım o anı dediklerinden..Yazamam ki ..Çünkü çoktan terk ettik dönemin bize verdiği o cinsel kimlik rollerini.
Memleketimin şimdi ki insanlarının yaşattıklarını ve yaşadıklarımızı düşününce,hele şimdiki yeni neslin nesiller boyu dillerden düşmeyecek o durumlarından bahsetmeye kalktığımızı düşündüm de; kesinlikle insanlık hakkında bedbin fikirlere sahip birer ruh hastası olarak görülürdük.
“Gelecek kuşaklara şu zamanın pesimistliğinde küfürsüz ne anlatabilirsin ki” dedim kendi kendime..
“O tecavüzleri,tacizleri,uyuşturucu çukurlarını ve eskorta çıkmış bedenleri,nefsini doyuramamış,cinsel organına özgürlük bileti kesmiş o ruhları.Sonra oturup spermiyle sohbet eden adamları”.derken; yüzüm buruştu.İçtiğim kahve bile soğumuştu,tıpkı hayattan soğuyan yeni yetme bir çocuk gibi.
“Anımsadıkça pislikleşiyor lan bu dünya” dedim hoyratça.
“Hiç mi güzel anılarımız olamayacak bizim gelecek kuşaklara ? “
Bir kitaptan sıkılıp da fırlatır gibi fırlatmak istedim anımsadıklarımı.
Sanki ruhuma zehirli bir çiçek koklatmışlardı.
Hiç susmuyordu,zembereği boşalmış saat gibi,çığlıklar içinde ses çıkartmaya devam ediyordu zihnimin kemirgenleri.
“Öyle ya kaderini sanki zavallı bir patlıcandan almış,yüzünün patlıcandan farkı kalmamış,sırf araba da sevişmedi diye,o arabadan atılmış,kafası yarık kadınları gelecek kuşağa nasıl anlatabilirdim ki ?”
“Bu kadınları evime hangi cesaretle getirebildiğimi,evimin yaralı bereli kadınlarla kadın sığınma evine döndüğünü,annesi şiddet görmüş o masum çoluk çocukları sırf okuldan geri kalmasınlar diye evimin adresini kadına şiddet masasına sığınma noktası olarak yazdırdığımı nasıl anlatabilirdim ki …Uçkuru için kadına şiddet gösteren canavar adamların o ölüm kokan tehditlerine dimdik durup ta meydan okuyuşumu.Ve sıradan bir insan oluşumu…Nasıl anlatabilirdim ki küfürsüz,kibar kibar hemde pembe masallar gibi.Hem kimse de anlamazdı ki zaten…Başına gelmesi gerekirdi illaki anlaması için.”
“Tavşan gibi çeşitli insanlarla aşksız çiftleşme sonucu, yüksek doyum nedeniyle kendi bedeninden ve karşı cinsinden tiksinip,kendini kaybetmiş,nirvana denilen noktada, kendini bulma aşkıyla yanıp tutuşan,o rotasını zevki uğruna şaşıran,testesteron nöbetine yakalanmış kızı yaşında ki kızları aşk yapmış,östrojen nöbetinde bunalım takılan, oğlu yaşındaki çocuğu aşk yapmış ya o entel dantel teyzeleri nasıl anlatabilirsin ki ” diye tam da içimde ki kemirgen zihnimi kemirirken acı acı bir sesle irkildim.
Biiiip…Biiiiip.Biiiip…Biiip..Tam konuşmaya devam edecek o içimdeki susmayan kemirgen…Yine ötüyordu Biiip…Biiip…Biiiip.
Çamaşır makinası değilde,adeta namı diğer rtük gibiydi. Acı,acı öterek sanki sansür koyuyordu zihnime.
Bence bizden öncekilerin de zihninde bir sansür vardı.
Ondan yazamadılar belki de,en gerçek anılarını bizlere.Mutlu mesut yaşamamızı istediler aşk hikayelerinde.
Mecnundan Leyla’ya bir çöldü aşk.,Ferhat’tan Şirin’e delinmesi gereken bir dağdı.Kerem’den Aslı’ya söndürülmesi gereken bir ateşti aşk.Emekti,çileydi,hak etmekti.
Aslı’nın elinde kaldı aşk,yandı bitti kül oldu.Ve kalan küllerdi bize Aşktan kalan..
Sonrasını utançlarından anlatamamış olmaları gerek ki gerçeklikten uzak, bu kadar yapay,acılara üzüntülere hazırlıksız,deprasyon ilaçlarıyla sevişen bir kuşak vardı yaşadığım bu dönem de.
Çok ta görmüyorum aslında.Biz Araf çocukları çünkü şaşkınız hepimiz,yaşadığımız,duyduğumuz,gördüğümüz bu pislik hikayelere.
Kaldıramıyor bir tarafı aşka tutkun yeni yetme ruhumuz.
Dayanamıyoruz “Birden ölüm gelsin,ölümü özledik anne ” diyoruz. Bunlar nasıl anlatılırdı ki gelecek kuşaktaki zihinlere…
Belki de o dört duvar karanlık odaları karartan siyah perdeler sakladı bizden ahlaksızlıkları.
Soylunun soyluluğunu kaybetmemek uğruna yaptıklarını siyah perdeden başka ne saklayabilirdi ki ? Aslı ile Kerem’de kaldı onların aşk hikayeleri.Onlar derme çatma namus,haysiyet,şeref,onur hikayeleri bıraktılar bizlere.Yatak odalarının dışında,sırf evlenmeleri için çabalamış aileleri mutsuz olmasın diye mükemmel uyumlu çiftleri oynayan,aslında birbirlerinden uzak, evlilikte kerameti öğretmeye çalışan muhteşem çiftlerdi .
Birbirinin elini insanların önün de tutmaktan bile utanırken,o mahrem odalar içinde,aşktan yoksun kardeş gibi,kivre gibi bir yaşamı saklamaktan utanmamaktı belki de onlar için mükemmel aile olmak dedikleri.
Evinde namus,şeref,haysiyet rolüyle para kurtarıyordu çünkü her durumu.Tıpkı bir “Pezevenk” yazısının üstüne koyulan paraların pezevenk yazısını yok ettiği gibi…
Sus diyorsun bana değil mi ? Mahremiyeti olmalı değil mi insanların ? Kara kutuları olmalı bir uçak gibi…
Emin ol mahremiyet dedikleri bir maskeden ibaret.Gerçekte olsaydı mahremiyet dedikleri şimdi duyamazdın tecavüze uğrayan çocukların intihar hikayelerini,okuyamazdın bu kadar adı mahremiyet olan belden aşağı pislik gerçekleri.
Merak etme siyah perdeleri zaten yırttı birisi.Tıpkı düşen uçakların açılan kara kutuları gibi.Bu topluma iyilik mi etti,kötülük mü etti bilinmez..Bizler işte bu yüzden Araf çocukları olduk.Aslı ile Kerem’den kalan küller ile avunup,yırtılan siyah perdeden sızanlar arasında,duygusundan suçluluk duyan,duygu açı çocuklar olduk.”Aldırma gönül” diyen şarkılar da bulduk kendimizi.Aşk için yolları giderken,rakı masalarında demlendik ,iki güzel kelimeyi duyup da inanmak için,kurşunları ata ata bitirdik,bu mahremiyet denilen pislik hayatı mapuslar da yata yata öğrenmek için.
Böyle böyle ağlamamayı öğrendiysek de,bizler duygulu şarkılarda,duygulu filmlerde yine ağlak,salyalı,sümüklü çocuklarız.Fakat acıya da bir o kadar dayanıklı çocuklarız artık.Çünkü kendine sunulan cenneti, ustaca cehenneme dönüştüren pislikten yalamaya dönmüş,kalbini unutmuş,penisini seven adamları gördükçe aşka inancını yitirmiş mutsuz çocuklarız artık biz.
Bu yüzden mevsimlerden en çok ilkbaharı özleyip sevdik.Bahar geldiğinde demir parmaklıklara,üzerine yazılar yazdığımız kağıttan beyaz güvercinleri astık,belki rüzgar alıp yaşayamadığımız,hasret kaldığımız tüm güzelliklere onu ulaştırır hayaliyle,kağıttan güvercinleri bile özgür bıraktık.
Ve işte anımsadıkça,gözümde pislikleşen insan hikayelerinden sonra, anladım ki hiç bir güzel anımız yok bizim gelecek nesillere..Ben en çok gelecek kuşaklara bırakacağım rengin KIRMIZI olmasını isterdim oysa.. Fakat bırakabileceğim bir tek yüzümün kırmızısı kaldı onlara..
Bu yüzden belki de hırçın beynimizin bir tek dışkısı var; o da küfür. Bunca utanmaz,aymazın içinde utanmaz olduk ettiğimiz küfürlerden.Unuttuk Aslı İle Kerem’de kalan aşkın küllerini,Neyzen gibi,Can Yücel gibi adamlar tanıdık,küfrettik işe yaramayan kilisenin papazına ve halende küfrediyoruz camilerin tecavüzcü imamlarına..O yüzden sevmezler bizi de onlar gibi.Dokunur bu yüzden yaralarına yazdığımız her kelime.Ruhunun devası olmayanın inancı kalmazmış mahremiyete.Kalmadı inancım benim de.
Sana da dokunduysam eğer kelimelerim de, dört duvar karanlık odalarda,onca acıyla mahremiyet süslemesinde sustuğun için,gördüklerini maviş maviş,pembiş pembiş boyaların altına saklayıp da,yalanlarla parlatıp sunduğun için ben seni affetmeyeceğim.
Esas gerçekleri yazdığım için sen beni affeyle.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

BEKLEME YAPMA !!

13094427_10209651943123572_9181205937121220483_n

İki kişilik mutluluk projelerinin genellikle ufak nüansları olur,
Sizin gözünüz ışıl ışıl parlarken,her ne olursa olsun mutluluk adına davranışlarınız da,her beklentiniz de,her katılımınız da, eğer karşınızda ki kişi kendi ihtiyacını karşıladıktan sonra,sosyal aktivite ve kaliteli zaman paylaşımında çeşitli bahaneler ile sizi yalnız bırakıyorsa, bir kahvaltı masasında bile ufacık bir masum öpücükte “dur bir yaaa kendime geleyim şimdi değil ” diyerek,bir buhranlık tavırlar sergiliyor yüzünüzü yere düşürüyorsa, onun belirlediği mutluluk projesinde ki o kişi emin olun siz değilsinizdir.
Bazı insanlar mutluluk projelerinde figüran olarak zaman geçirmekten keyif alır.Ve siz onu mutluluk projesi için hayatınıza alırken o sizi geçiş projesi yaparak hayatına katmıştır.
Unutmayın;hayat kimsenin kendine gelmesini bekleyecek kadar merhametli değil,size acımaz hızlıca akıp gider.Bekleme yapmayın.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

KADINIM VE İNSANIM DEMEDEN ÖNCE

FGNHGN
Eğer biz bir KADIN isek ;
kendi ülkemizdeki kadını sahiplenip,ülkemizin dışındaki kadınlara nefret duyuyor ve aşağılayıcı hakaretlerde bulunuyor isek, bizim kadınlığımız evet sorgulanmalı..
Nitekim biz bir İNSAN isek;
insanları ayrımcılık ruhuyla ayırıp,benimsediğimiz yanın dışında kalana hakaret ediyor,eziyor,aşağılıyor isek ,evet bizim insanlığımız da sorgulanmalı.
Bir kere insanın dünyaya geliş hikayesinde en önemli faktörü oynayan Kadın;
öncelikle cinsiyet fark etmeksizin tüm insanlara karşı,yeryüzündeki tüm canlılara karşı, yaratandan ötürü merhametli ve vicdanlı davranmak durumundadır.
Ve kişileri değerlendirirken, ülke genellemesi yapmadan,ırk ayrımcılığına düşürmeden fikrini sunmak durumundadır.
Her ülkenin içinde illaki karaktersiz olanı vardır,illaki ahlaksız olanı vardır.Fakat bu demek değildir ki o ülkedeki tüm insanlar o etiket altındadır.Bir kültüre yada bir topluluğa ahlaksal boyutlarda yakıştırmalar yapmadan önce,kendi içinde bulunduğun toplumuna bakacaksın.
Bizim kadınlarımızın kaybettiği yerlerden biriside malesef bu.
Ya karşı dairede oturan komşusunun ahlaki mahkemesini kurar,hakkı varmış gibi yargılar,etiket basar.
Ya da kendi ahlak şovunu yapmak istercesine komşusunun bacak arasının girdisini çıktısını tutar.Ve üstüne birde bunu yaptığı için şak şak ve övgü bekler.
Ya da kendi ülkesinin dışında kalan kadınları aşağılayarak onları ahlaksal boyutta dışlar..
Kendi toplumundaki aile yapısının ve çarpıklaşmış ilişkilerin nedenini sorgulamaz.Onu da geçtim kendini sorgulayarak doğruya varmaz.
Unutmayın ki bir KADIN,
bir erkeğin yürüyeceği yolun asfaltını düşünceleriyle döşer,erkek ise o asfaltın üzerinden basa basa,nedene niçine takılmadan geçip gider.
Sizler yeryüzünde kendi cinsiyetinize saygı göstermez sahiplenmezseniz, karşı cinsinizden de siz kadın olarak saygı ve sahiplenme göremezsiniz.
Düşüncelerinizle döşediğiniz yollar,yarın gelecekte çocuklarınızın da üzerinde yürüyeceği yollar olacağı için, düşüncelerinize başta erkeklerden daha çok, siz kadınlar dikkat etmek durumundasınız.
Nasıl ki bir insanın dünyaya geliş hikayesinde en önemli faktörü siz oynuyorsanız,toplumu oluşturan bireylerin yine zihinsel etkileşimlerinde ve biçimlenmesinde, iyi yada kötü düşüncelerinizle iz bırakacak olan sizlersiniz.
Bu topluma kendini yetiştirmiş,aydın,aklıselim,yapıcı,yanlışı çürütebilecek bilgili kadınlar lazım..Çürümüş,kötü kokulu ve tehlikeli düşünceleri ile hangi ülke olursa olsun,hangi ırk olursa olsun,yaratanın yarattıklarını ötelemek cahillere has bir davranıştır.
Evlerinizi temizlerken,üstü tozlanmış kalplerinizin ve bilincinizin de tozunu almayı unutmayın.
Bilgi ve ışık ile kalın..
Sevgilerimle..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

AŞK KIŞ UYKUSUNA YATMAZ,ÖLÜM UYKUSUNA YATAR SEVGİLİ.

dsgfg

Seninki ne biliyor musun sevgili ;kış uykusuna yatıp ta ,aşkı baharlara bırakmak.
Ben seninle her mevsim,tutunacak dallarımız olacak ve öyle yaşlanacağız sanıyordum.Bilirsin ben hep seni sevmek isterdim.
Uzaklığını,uzak durduğunu gördükçe de, nedense inatla da sevilmek..
Ve sen buna öfkelenirdin.
Sen uyumak isterdin”uyanınca” derdin.”Uyanınca”… “Söz bak” derdin “Birazcık uyuyayım” dediğinden sonra geçip gitti zaten o güzelim yıllar.Bir uyudun uyanmadın bir daha yıllarca.
Fani işlerin buhranlarıydı seni benden alıp götüren,aşkı uykularda öldüren.Geçerdi her dert,mevsimlerin gelip geçtiği gibi,günlerin gelip geçtiği gibi…İnsan ömrünün iyi kötü geçip gittiği gibi.Bir şeylerden ışık alırsın da,gözlerin açılır belki diye, özenle özellikle anlatırdım bunları sana..Ama fani işler kafanı bozardı,küserdin yine herkese.Hayır,bana da küserdin sanki suçum varmış gibi.
Benim de kafamı bozar,yorardın fani işlerle.Yok edesim gelirdi seninle beraber her derdi de.Günler geçip giderken mesela kalmazdı öyle büyük bir sıkıntı.Sıkıntısız günlerde hani dikkatimden kaçmazdı,gözlerini açardın da yine ertelerdin bize dair her şeyi.
Bunu okuyanda çaresiz derdin var sanacak sevgili.Kabul edelim,seninkisi gözümün üstünde niye kaşım var diyerek ota poka kendince sıkıntı üretmekti.
Tüm güzellikler yaşamamız için bizi bekliyordu,el ele verip,ucundan tutup çabalamak yerine , aşkın 4 mevsiminden birini, kalbini uyutarak benden çaldın işte sevgili.Sonra ikincisi,üçüncüsü derken; aşkı kış uykusuna bir yıl daha yatırdın.Bana seninle yaşayacak mevsim bırakmadın sevgili.Ben çalınan mevsimlerimin peşine düşmek ve hep huzuru beklemek zorunda kaldım yıllarca.
Öyle günler olurdu ki zaman geçiyor diye korkardım, bu derin uykudan uyanmanı, mutlu olmanı isterdim.Hatta ateş püskürmesin,yine çıldırmasın canımı yakmasın diye,usulca severdim,usulca öperek uyandırırdım seni .Sense her uyandığında,nedense aşkı hep ertelerdin,sevmeleri ertelerdin,dokunmayı ertelerdin,gülümsemeyi ertelerdin,önemsizmiş gibi gösterirdin herkesin ulaşmaya çalıştığı Aşkı.
Değersizmiş gibi davranırdın birde, herkesin içine ulaşabilmek için çabaladığı,can attığı kalbime. Ben sana bir değil,bin adımları aşıp geldim de sevgili, sen öfkeleri ateşleyip,yakıp yıktın, kış uykusuna yatan ayılar misali.Sana gelen ayaklarımı anlamsız bir şekilde kırdın.
Sana kaç kez söyledim a hayırsız laf dinlemez,kalbimin yerine burnunun dikini mesken yapmış,bildiğini okuyan sevgili..Aşkın ateşi,öfkeyi sevmez ey kalbi küf tutmuş sevgili..Sevmez işte.
Hani sen uyanınca cemre düşecekti ya,şöyle çocuklar gibi, dağ bayır koşup ta,salıncaklar kurup sarmaş dolaş sallanacağız,baharın kokulu çiçeklerini beraber koklayacağız diye sözler verirdin ya.
Cemre düşecek diye beklerken,ben bir uyumuşum ki sorma sevgili.Nasıl uyumuşsam,yıllar gençliğimden alıp gitmiş.Uyandığımda ağlıyordum, nefes alamıyordum,kendimi çok kötü hissediyordum,sana seslendim ama beni duymadın.Tutamıyordum zamanı,battıkça batıyordum. “Kalk sevdiğim,her yer bataklık,kurtar bizi ” dedim sana, “kalk geçip gidiyor zaman,tut elimi ” dedim.
Ne göz yaşlarım sana ulaştı,nede çığlıklarım..Duymadın beni sevgili duymadın…Fakat görüyordum,gözlerin açıktı,boşluklara sapladığın o gözlerini çeviremedim kendime doğru,anladım ki yine fani işlerin dertlerini düşünüyordun.
Sen cemre düşecek diye beklerken,sonbahar dalları kırıp gitmişti sevgili,bırak salıncak kuracak dalları,artık tutunabileceğimiz tek bir dal kalmamıştı.Sen uyurken ben bir daha uyuyamadım işte sevgili.
Var gücümle bizim için,huzur için,aşk için bir daha haykırdım “GİT BAŞIMDAN GİT” dedin,”HUZUR VER BANA” dedin anladım ki beni duymak istemedin.Hem niye öyle bağırdın ki bana ? Zaten sen fani işlerin derdini düşünürken ben gidiyordum ki sevgili.Ben giderken biz gidiyorduk.Bitiyorduk yani.Ölüm gibi korkuttu beni.Sırf bu yüzden uyandırmak istedim seni.Gitmek istemezken,bataklık denilen zamanın içinde sürükleniyor gidiyordum.Oysa ben uyandığında yalnızlıktan korkma diye ağladım…Gör ve kurtar bizi istedim.Anlamadın ki sevgili.
Bundan sonra sen sakın rahatsız olma hemi ,uyumaya devam et kış uykusuna yatan ayılar misali.
Haaa uyanır da gün ayarsa, sakın aşksız kaldım diye ağlama oldu mu.
Çünkü ben artık o ertelediğin aşkı başka bir şehrin,başka bir mevsimine,başka bir kalbine yolladım.
Sırf sen kafanı dinle,huzurlu ol diye.
Ama şunu da unutma ki ;
AŞK KIŞ UYKUSUNA YATMAZ,ÖLÜM UYKUSUNA YATAR SEVGİLİ..

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

KOD ADINIZ MUTLULUK MU ?

MUTLULULUK
Yaşam denilen aslında, insanların yanılgılı seçimlerinden geriye kalan tecrübeler zinciridir. Bazılarımız bu yolculuğu acılı,bazılarımız tatlı bir şekilde sürdürürken,bazılarımız bu yolculuğa karmakarışık,gel gitli bir şekilde devam eder.Yaşamlarında mutlu olabilecek bir kaç kareyi gel-gitlerle tecrübe etmiş olanlar, ilk zamanlar da nostaljik fırtınalara kapılsa da,kısa zamanda toparlanırlar.Bir süre sonra da geçmişin can yangınlarını tebessümle anıp,geçmiş yaralarına,hüzünlerine sarılıp asla avunmazlar.Hatta yol almak için,hatırlamak bile istemezler.
 
Fakat bazılarımız vardır ki anlamsız bir şekilde geleceğine yönelmektense, geçmişine çakılıp kalırlar.Çıkartmaya çalış,mümkün değildir, çıkartamazsın.Unutmak istediğini de söyler,perişandır hatta.Üzülürsün o haline.Böyle olmak istemediğini de söyler.Motive et,yardım et,tezat bir portre ile mümkünsüz,imkansız hale gelirler.Çünkü kabul etmese de,doğru ya da yanlış orada mutlu olduğunu keşfetmiştir.
 
Eğer geçmişine çok sık dalmaya başlamışsan, bu yaşadığın şimdiki zamanın içinde,sarılacak tutunacak bir şeylere ihtiyacın olduğunu gösterir.Gelenler hep gideni arattırmış olsa da,giden gitmiş olsa da kalbin oraya taşınır ve geçmişin anıları ile mutlu olmaya çalışırsın.Çünkü mutlu olmaya ihtiyacın vardır.Mutsuzluktan korkarsın.Çalınmıştır sevdan,koparılmıştır zorla hayatından.Unuturum sanıp silmeye çalışmışsındır.Mutsuzluk bulutlarında kalıp,onsuzluğun fırtınalarında,afetlerde kalıp çok savaş vermişsindir.Fakat kalmıştır acısıyla,derin yaralarıyla ruhunda..İşte mutsuzluk bu yüzden korkutur insanı, gelecek aşkın sancılarında.
 
Geçmişine sığınırsın, çünkü mutluluk adına biri varken yanında, her çabana rağmen seni mutlu eden biri yoktur aslında hayatında. Bir de mutluluğu hak ettiğinin bilincindeysen, artık yeni bir insan tanımaya da,hayatına almaya da cesaretin olmaz.Yanı başındaki adı geleceğin olan kişiyle yol arkadaşlığına dair,yanıtlarını bulamadığın sorgularından sonra pişmanlıkların başlar.Ne sevmeye geliyordur,ne sevişmeye.Sineye çeker gibisindir.Soğutmuştur aslında seni ilgisizliği,sevgisizliği..Gitsen olmaz,kalsan olmaz,ayrılsan olmaz.Yapay tebessümler eşliğinde ruhunla uzaklaşır gidersin geleceğinden,senin bile haberin olmaz..
 
Hayatına kod adı mutluluk olarak gelen kişi hep alıcıysa, verici değilse malesef arafta kalır gibi kalırsın.Gözünü bir açarsın ki; zihninde bir zamanların acısı olmuş, şimdi ise seni tebessüm ettiren bir geçmiş,kıvrım kıvrım kıvrılmaya başlamıştır hayallerinde,onu nasıl öptüğünü,onun tarafından nasıl şehvetle karşılık gördüğünü hayal ederken bulursun kendini.
 
Eğer gözyaşları içine akan birisiysen,gelecek denilen kişi gelmiş ve artık yanı başında olmasına rağmen, sana koca bir yalnızlık yaşatıyorsa,ilgisiz bırakıyorsa,geçmişini düşünmek istemesen de engel olamazsın,aklın geçmişine kayar, geçmiş sevdanı anımsarsın özlemi,yokluğu acı verse bile.
Çünkü sevilmenin ne olduğunu bilirsin.Geçmişi sana iz olarak bırakan kişi ile,olur olmaz kedi köpek gibi kavga bile etmiş olsan,o itişip kakışmalar çok masum gelmeye başlar sana. İşte o an hissedersin bir zamanlar ellerin üşüyor diye onun kalbinin de nasıl üşümüş olduğunu,hasta olduğunda senin için nasıl çırpındığını.Mutlu etmek için etrafında nasıl pervane olduğunu.
 
Yanı başında ki kod adı mutluluk olan kişi, elini bile tutmazken,türlü bahaneler ile güzel anları ertelerken, tam da o an da gelir geçmişin seni teselli eder gibi  aniden kucaklar.Hele ellerini kavrayıp ısıttığı günler vardır ki, aklına gelir seni mutlu eder.Kokusunu anımsarsın,sarılır yatarsın yastığına, kokusuyla yatarsın sırf seni yalnız bırakmasın diye.
 
İşte böyle böyle, yanı başındaki kod adı mutluluk olan kişinin ilgisizliği yüzünden,kalbin hep geçmiş yangınına teslim olarak yaşamaya alışır.Gittikçe daha çok hoşuna gider bu durum.Başı boşsundur,boşluktasındırBir sürü neden vardır seni geçmişine doğru itekleyen,onun hayali kucağı seni sarıp sarmalar,hep ayakta tutar.
 
”Çok şükür “dersin “iyi ki sevmişim,iyi ki aklımda kalmış,ya o’da olmasaydı ?”
 
Geçmiş yangınların bile, kod adı mutluluk olanın yaktığı kadar yakmaz artık canını.Kimseler bilmez , mutluluğunun sırrıdır o , kimselere söylemek istemezsin,yanı başında nefes alan kişi de dahil bilsin istemezsin.O saatten sonra seni mutlu eden bir tek kişi vardır artık hayatında.Mutlusundur artık.Kimse bozamayacaktır.Kimse elinden alamayacaktır.
Uykusuz geçen gecelerin yerini,tatlı bir uyku isteği almıştır,hatta o kadar değişir ki davranışların,kod adı mutluluk olan insanın artık yanı başında olmasını, yatmasını istemezsin,sırf ona dair her şey rüyana girsin diye,odalardan oda beğenir,geleceğinden kaçarsın,tek başına yatmaya başlarsın.
 
Bir çoğumuza garip gelir belki bu durum,muhtemelen etrafınızda da vardır bu durumda insanlar,etrafa bakmaya da gerek yok gerçi,belki sende bu durumdasındır.
 
Empati ile bakarsak eğer;
 
Muhteşem sevdanın,zoraki ayrılığını yaşayan aşk mağdurlarının içinde,zoraki pasifleştirilmiş bir sevda vardır ki;bu yüzden yaşamına mutluluk adına gelen yeni kişi tarafından yaşatılan sevgisizlik,ilgisizlik ve kırıcı davranışlar onları geçmişlerine sığınmaya iter.
 
Eğer kod adınız mutluluk ise;hayatına girmeye karar verdiğiniz biri varsa yada hayatında olduğunuz biri varsa,lütfen giden sevgiliyi arattıracak kadar,nasıl olsa beni seviyor,sevmese yanımda olmazdı diyerek SEVGİSİZ,İLGİSİZ davranmayın.
 
Şu ölümlü dünyada mutlu olmak ve mutlu etmek için yaşıyorsunuz.Mutlu olmadığınız sürece mutlu da edemezsiniz.Unutmayın ki; sizi mutlu eden insana, bir insanı mutlu etmenin ne demek olduğunu, mutlaka sizden önceki başka bir insan öğretmiştir,bu yüzden mutsuz ederek siz de mutsuz etmeyi öğretmeyin.Aynı çatı altında olsun yada olmasın,mutsuzum dediğiniz vakit kendinizi sorgulayın.Mutsuz ettiğiniz kişiyi fark edip bulacaksınız karşınızda.
 
Hayatına kod adı mutluluk olarak girdiğiniz kişi,sizi eskisi kadar mutlu etmiyor ve uzaklaşmışsa sizden, bu tamamıyla sizin eksikliğinizdir.Kod adınız mutluluktur ama sizi mutlu ederek mutlu olmaya çalışan insana yaşattığınız hayata bakın.Koskoca bir mutsuzluk işte.Eğer halen geç kalmamış iseniz,yakaladığınız yerden tutun onarın.Kolay olmayacaktır ama pes etmeyin.Onu şimdiki zamana döndürüp geçmişinden çıkaramazsanız ,işte kabul edin ki bu sizin salaklığınızın eseridir
 
Aşkın meşk hali her şeyin tamam olduğunu,sorunların,engellerin bittiğini göstermez.Hiç bir şey sonsuza dek sürmez.İnsanların yapmış olduğu seçimler ile, değişime uğrayarak farklı boyutlarda ilerler.
 
Her giden gibi,sizin de içinde bulunduğunuz yaşamdan gidici olabileceğinizi düşünün..Yaşamınızı paylaştığınız kişiye işte sırf bu yüzden güzel izler bırakmalısınız.
Unutmayın,gitmek sadece ayrılmak,terk edilmek yada terk etmek değildir.
 
Şu hayatta sevmek,en baş ilkeniz olsun…Mutlu edin mutlu olun…Lakin sevmiyor iseniz kimsenin hayatına kod adı “MUTLULUK”olarak da girmeyin..Çünkü sevginin olmadığı yerde, mutluluk adına yazılmış olan bütün kodlar,kısa sürede kendini imha eder.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

SİLİNİYOR TÜM İZLERİN..İNAN Kİ SUÇUM YOK..

zamn2

365 günün içinde,bir güne bir gün yalnızlığımı paylaşmak için yola çıksaydın keşke.
Su vermeyi unuttuğum,ölen çiçeklerimi,ateşte unuttuğum,o simsiyah olmuş tencereleri mi görseydin keşke.
Sen gittikten sonra değişen kapı anahtarlarının sayısını hatırlamıyorum bile.Siliniyor tüm izlerin, inan ki benim suçum yok.Kafamın içinde bir silgi.Siliyor sürekli yaptıklarını, göz yaşlarımın akması için,özenle seçerek söylediğin kelimeleri.
Sonra canım senin ki de iş mi yani böyle ?
Zaten hayat kısa. Bak hem mutlu edildiğim günü de hatırlayamıyorum. Aşk kelimeleri olsaydı unutmazdım belki de.
Hem kim ister içinde fosilleşmiş bir sevgiyle, mutlu olmadan ölmeyi söylesene ?
Kımıltı yok,heyecan yok işte.
İnan köşeden çıksan,bana bakıp gülümsesen,başka bir adam sanırım yani o derece..
İnan ki benim suçum yok.Hiç kızma bu duruma.
Kafamın içinde bir silgi, bana danışmadan her gün siliyor.
Nasıl bir silgi bu ?
Senin gibi aynı ; inat ve laf dinlemiyor.
Sonra insanlar her şeyi unutsa bile,kokusunu unutamaz derlerdi.Ruhumu nasıl orgazm etmişsem artık,hatırlamıyorum kokunu bile.Çok sonra çöpten bir şişe çıkartıp getirdiler.Bu yıllardır atmaya kıyamadığın o adamın kokusu diye.
İnan ki benim suçum yok;hatırlayamadım işte.
Zaman gibi,herkes gibi,belirsizleştirdin kendini bende.
İmzasız acılar var zihnimde faili belirsiz.Bütün bu olanlar benim değil,silginin değil de,senin suçun belki de.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Facebook'ta Paylaş

Paylaş

DELİ GÖMLEĞİNİ GİYDİREBİLİRSİNİZ DOKTORCUM ARTIK HAZIRIM…

izmir-de-iki-cocuk-annesi-bir-kadin-intihar-etti-5638147_1511_o

Yaşadığın ülkeyi düşünme Cansel.
Ölenlerin insan olduğuna hele hiç üzülme .Sen aşka bak meşke bak.Kim ne giymiş nerede sevişmiş,1 kilo rakı ipek çarşaflı yataklarda nasıl hangi mezeyle içilirmiş,kaslı kolların, ipek gibi bacakların arasında nasıl dans edilirmiş onlara bak sen.
Aşkın tarifini sevgilisinin tangasına yazan adama bak sen.
Filiz Akının,Müjde Ar’ın geçmişteki don modellerine bak mesela.Erkeğini baştan çıkartmak için onun hangi don modelinden hoşlandığını sorgula mesela.
Tecavüze uğrayan çocukları da kadınları da düşünme.Ekmeği olmayanı da düşünme,80 yaşında bir adamın ayakkabı boyadığını da düşünme,10 yaşında okula gidemeyen çocuğu da düşünme.okul açıldığında defterini kalemini alıpta çantasını ayakkabısını kıyafetini alamayan çocuğu da düşünme.
Yuvasından düşen bir kuş içinde üzülme.
Susuzluktan ciğerin yanıyorsa iç suyunu kana kana,sonra sokakta ki suyunu içen kedinin önündeki su tasına vur bir tekme.
Düşünme işte kadın.Sana ne ki !
Alemin derdi seni mi gerdi ?
Duygularını esrarlı bir çuval ota gömen et beyinli insanlar gibi,
Keyfini her gün iki şişe içkiye sığdıran insanlar gibi
Sende topla boktan satırlarını ve ziktir olup git bak keyfine.
Hem her ne yazıyorsan duygularını aldır da yaz Cansel.
Şiirde neymiş,
Aşkta neymiş,kalpte neymiş ki,hem ölüm tadında ayrılıklardan, efsanevi kavuşamamış sevdalardan sana ne.
Geçimini fahişelikle sağlayan Ukraynalı kadınları Türk erkekleri neden tercih ediyor,evdeki karısını Rus kadınlarıyla neden aldatıyor .
Evdeki karısı fahişe olunca neden öldürüyor bundan sana ne.
Kutsal evliliklerini kurtarmak adına birbirlerinin karılarını düzen insanlardan sana ne.
Bir eşcinsel nasıl oluşuyor,yaşamından sana ne.
İstanbul’un güzelliğinden,batan güneşten,Taksimdeki taksim taksim insan motiflerinden sana ne.
Ailesini bir istasyonda kaybedip sevdiğini trenin altına iten genç kızdan sana ne.
Bir bardak çayın deminden,çınarların asaletinden,kelebeğin ömründen sana ne.
Bir çift göze mühürlenmiş hayattan sana ne.
Tekerlekli sandalyesi yok diye eve çakılan adamdan sana ne.
Dışarıda ki yeşil parklardan, çiçeklerden, temiz oksijenli havalardan sana ne
Yaşanmışlıklardan sana ne ,
Hem bilmez misin geçmişe mazi edilmişe gazi derler.
Yaşanmışlıkların gelmişine geçmişine de at bir kahkaha.
Duyguda neymiş hem duygular orana burana bulaşınca insanlar sana bak konduramıyorlar zaten ki, sunduramıyorlar.
Sadece bildikleri çamur atmak,bok atmak ve bazende sorgulamadan yargılamak.
Ve sonra yardıra yardıra maytaplarken,saygıya paslı bir bıçak sokmak.
Ah tabi hep yaşamı düşündükçe hüzün bulaşıyor o ruhundan kalemine.
Ne çabuk unuttun zira hüzünlenmekte yasak sana.
Sen hüzünlenemezsin.
Maytaplayanlar çoktan aldılar o hakları senden.
Onlar meydanlarda zırıl zırıl ağlarlar,ama sana yakıştıramazlar.
Şiirli fotoğraflarında bile hüzün var,niye çiftetelli oynarken fotoğraf çekilmiyorsun be kadın.
Bundan sonra yazdığın şiirleri yada yazıları göbek attığın fotoğraflara yaz.
Yada dekoltene yaz.
Ah güllük gülistanlık olmayan şu ülkeyi düşünmekten vazgeç artık.
Sevdiklerini incitenleri de düşünme,
Bak kalemine düşen hüznün adını karamsarlık koymuşlar,öğrenemedin mi daha be kadın öğren artık bunu..
Hüznün her çeşidi yasak sana.Yakışmıyormuş anlasana.
Ağlamak yasak.
Düşünmek yasak..
Yada hiç edemiyorsan öfke kus öfkesini kontrol edemeyenlerden azcık öğren de.
Kıçını yalatanlar gibi bastır egonla çarp,çırp kandır edepsizliğinle yardıra yardıra.
Ayıp sana be kadın,ciğerin kan ağlarken açacaksın bir fidayda çok üzüldüm diye oynayacak ve ağlayacaksın ama kahkaha tarzında.Bak nasıl etrafın kalabalıklaşacak.
Evet evet kahkahalar atacaksın şehvetli şehvetli,ah tabi yaa birazdan fazlada baştan cıkartıcı olacaksın,dekoltesinde ki dövmesiyle domalan dudaklarıyla “ille de aşkım gelsin beni delsin” diyenler gibi olacaksın ama sen olamıyorsun be kadın.
Ve sen satırlarına yalandan bir tebessüm koyamayacak kadar yeteneksizsin kabul et ..
Satırların,mısraların ruhu çalınmış bir fahişe gibi kırıtmalı.
Oynak,şeffaf bir dansöz gibi bir o yana bir bu yana.
Ama asla içinde bir Cansel olmamalı.
Kalbindeki acıyı yansıtmasan olacak bu iş.
Zorla biraz kendini.
Kevgire dönmüş yüreğinden damlayan kan damlasını alıp dudaklarına bulayacak,o şehvetli rengin büyüsüyle mutlu etmeyi bileceksin insanları.
Tıpkı padişahın soytarısı gibi.
Anladın değil mi ?
Aslında sen kendi kaleminle bir dar ağacı çizsen de olur mesela.
Bak iyi fikir …
Yaşama dair ne varsa as öldür içindekileri…
Sevindir hadi şu garipleri.

***Deli gömleğini giydirebilirsiniz pek sevgili doktorcum..Artık hazırım..***

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Facebook'ta Paylaş

Paylaş

İYİ Kİ VARLAR..

book-coffee-hot-love-it-nature-Favim.com-270516

Düşüncelere gömüldüğümüzde yaşamla ilgili doğru sorular sormak gerek..Doğru sorgulama biçimiyle yaşam bizi ciddiye alır ve yanıtını verir.
Geçmiş haftalarda,aylarda,yıllarda yaşadığımız hangi günün daha kötü bir gün olduğunu düşünmek ruhsal uyanışımızı engeller.
Eğer yaşadığınız kötü günlere şahit olan insanlar varsa onlarında bu konuları anımsatmasına izin vermeyin.
Yaşadığınız kötü günleri hiç kimselere anlatmayın..
Kendinize bile…
Bizim tek ihtiyacımız olan RUHSAL UYANIŞ..
Ruhsal inançlarımızın bizi desteklemesi ve yaşamımızın bir parçası haline gelmesi bizim elimizde.
Bazıları halen “yapamıyorum böyle yaratılmışım ben buyum” diyor ,ay böyle mır mır mır,hayır efendim yapamıyorum diye bir terim zikretmek zaten en başta yasak olandır.
Terk et yapamıyorumları.
Yapacaksın..
Gün içinde olumlu düşüncelerinize muhalefet olan tezatlık sunanlar olabilir olacaktır,pes etmek yok..
O kişilerin isimlerini bir deftere not edin ve oradan uzaklaşıp sesli olarak “olumlu düşüncelerimin gücünü kıramadın ve kıramayacaksın” diyerek ismine koca bir çarpı atın.
Bunlar sizi olmak istediklerinizden,sahip olmak istediklerinizden alıkoyan insanlardır.
Onları ayıklayın iç dünyanıza barikat koyun ve barikatın dışında kendi konuşsun kendi duysun.Zira konuştukları bizim için tehlikeli olduğu için biz duymayalım.
Bu tip insanlar güç kırıcılardır bu yüzden yapamıyor olduğunuzu görün,yapamadıklarınızı yaradılışınıza endekslemeyin.
Sitemli sözlere ve duygusal sömürü stillerine de teslim olmayın.
Erkekler,kadınlar,para,vaatler,ilişkiler,sağlık,cinsellik,iş,aile,evlilik,çocuk,yatırım gençlik,yaşlılık,ölüm v.s hakkında inandığımız ne varsa bunlar bizim içsel inançlarımızdır.
İnançlarınızı olumlu yönde besleyen destekleyen insanlarında isimlerini yazın ve onlarında isimlerinin altını çizin.Onlar bize ve bu dünyaya lazım insanlar.
Bu yüzden inançlarımızı olumlu yönde besleyen destekleyen bu insanlara ihtiyacımız vardır.
Ve iyi ki varlar..Bu tip insanlarla oturup sohbet edip kahve için zaman geçirin,iyi yönde enerji alıp verin…Ve lütfen var oldukları için de teşekkür edin.
İyi ki varlar…
Varlıkları hep olsun..Çoğalsınlar..
“Yeryüzünde iyi ki varsın” dediğimiz teşekkür ettiğimiz o insanlardan olmak da sizin elinizde.
Çıkarın aklınızdan sonu “mıyorum,miyorum” ile biten her şeyi.
Sevgi ve mutlulukla 🙂 kalın sağlıcakla.

 
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

KADIN BİR ERKEĞİ DOĞURMAK İSTEMEDİĞİ AN SANİYEDE YOK EDER.

11047913_794164404033696_9029466103096164740_n

Bugün haber başlıklarını dolaşırken bir başlıkla karşılaştım…
“Türkiye Aysun Altay’a ağlıyor” diyordu başlıkta..Haberin alt kısımlarını okudukça şöyle bir derin nefes aldım.Ne tarafa baksam her yer tecavüz,kadına şiddet,ölüm vs.
Nasıl bu hale geldik aslında biliyorum da bilmiyorum..
Bu son yıllarda gördüğüm duyduğum ne kadar kadına şiddet,tecavüz konusu varsa sanki bu konularda adım adım boyut değiştiriyoruz gibi geliyor bana.Bu kadar eğitim seminerleri verilirken,ailede çocuğun ve kadının önemi vurgulanırken,insanlar daha iyiye gideceği yerde daha kötü davranışlarda,şiddette kendilerini gösterir oldular. Sanki bütün bu olanlar yeryüzünde kendini koruyabilecek tek bir kadın yokmuş gibi bir algı bırakıyor insanda …

Rahmetli Duygu Asena ruhu şad olsun,bir zamanlar “Kadının Adı Yok” adlı bir kitap yazmıştı.Çokta haklı çıktı.
Eskiden bu gibi mevzuları eğitimsizliğe bağlardık..Özellikle denilirdi ki doğuda kadınlar aşağılanıyor,darp ediliyor,kadının yatakta da,hayatta da kıymeti yok,bir genç kız birine aşık olduğu zaman aile ve akrabaları tarafından töre kararı ölüm bileti kesiliyor derdik,tuhafımıza giderdi insanlık dışı görürdük.
Aslında bunun ne doğuda yaşamayla nede batılı olmayla alakası yokmuş.Kırsal kesimde yaşamakla metropol de olmakla da hiç alakası yokmuş..
Eğitim eksikliğine bağlardık,eğitim eksikliğiyle de alakası yokmuş malesef.
Ne eğitimli insanlar gördük şiddet kahramanları olarak..
Bu konuda 20 yıldan fazladır insanlarımıza eğitim verilmekte olmasına rağmen daha çok şiddet gören kadınlarımız,daha çok şiddet gösteren erkeklerimiz olmaya başladı.Daha çok istismara uğrayanımız olmaya başladı.
Öncelere bakarsak geleneklerimize göre önceden öğretilirdi,aile arasındaki mevzulara kimse karışamaz denilirdi.
Kocasıdır,abisidir döver de sever de,saçını tutup sokaktan eve de götürebilir de.Gördüğünüz yerde sakın karışmayın denilirdi.Başlıca hata zaten burada değil mi ?
Aklım almıyor hem dövüp hem sevme yetkisi alan adam tecavüzde eder öldürür de..
Bu nasıl bir teslimiyettir ?
Bugün kadınların ve kızların toplumdaki durumlarına baktığımda,erkeklerin söylemlerine,işlevlerine baktığımda Duygu Asena’ya hak vermemek elde değil..
Biz kadınların kişisel özgürlüklerine sahip olabilmesi için bir ülkemi kurması gerekiyor ?.
Yada örgütlenmesi mi gerekiyor ?
Savaşması mı gerekiyor?
Bize erkekler dokunmasa bizim korunmaya sahiplenilmeye hiçte ihtiyacımız yok aslında.
Pavyonlara erkekler tarafından satılan,sosyal evlerde çalıştırılan küçük kadınlardan zaten hiç bahsetmeyeceğim..
çocuk gelinlerden hiç hiç bahsetmeyeceğim.

Ülkemizde ki özgürlük kavramı,kişisel özgürlük kavramı aslında sadece erkekler için varmış.Şu yaşanılanlara bakınca Duygu Asena’nın kitabının da mahkeme kararıyla 1988’de neden yasaklandığını da anlamış bulunuyorum.
Duygu Asena’nın o zamanki bilinçlendiriş ve uyandırış biçimi biz kadınlar için tehlikeli bulunduğu için yasaklanmış,bunu anlıyorum.
Unutulmasın ki ;devleti yönetenlerde erkek egemenliğince kutsanmış yetkililerdir..
Bunları okuyan erkekler kusura bakmasınlar..Bakıyorlarsa da keyifleri bilir.
Şöyle bakarsanız gelmiş geçmiş savaş hikayelerinin kahramanları hep erkektir.Savaşı erkekler çıkartır.Hiç gördünüz mü doğada herhangi bir hayvanın bir kadının tuzağına düşüp zarar gördüğünü.Erkekler doğadaki canlıyı yaşam hakkını elinden alarak avlar ve yer..Tıpkı dişi canlılara yaptığı gibi..
Kimse bana feminist misin de bunları yazıyorsun demesin.
Topluma zarar veren yanlışları irdelemek bugün feministlik değildir artık.
Zihnimde geçmişten bu yana şahit olduğum saklanmış o kadar tecavüz vakası ve insan hayatları var ki toplum bunların hiç birini bilmedi,duymadı,yüzleşmedi.Hiç birini henüz daha yazmadım..Ama hepsi için oturup ağladım.Çünkü ağlamaktan başka yapabileceğim hiç bir şey yoktu.
Eminim benim gibi daha bir çok kişininde çevresinde şahit olup içinde sır olarak sakladığı hayatlar vardır.
Şimdikiler gibi medyaya,yada sosyal medyaya düşmedi o hayatlar.
Bazen tanıdıklarımda şahit olduğum vakaları ara sıra anımsadıkça ağlayıp buhranlara giriyor nöbetleniyorum.Bu konularda sivri çıkışlı yazılar yazdığım zaman en yakınımdaki dostum dediklerim şaşırıp kalınca bana “hayırdır sen küçükken tecavüze falan mı uğradın” diyorlardı.Susardım..Anlat derlerdi anlatamazdım..
Evet duyarlı ruhum tecavüze uğradı benim ve halada gördüklerimle uğramaya devam ediyor işte.
Ruhu tecavüze uğramış bir kadınım ben artık ve eminim sizlerde şimdilerde benden farklı değilsiniz.
“Gittikçe büyüyen kötülükler,gittikçe canileşen bir dünya,rahat gezemediğimiz sokaklar,rahat konuşamadığımız yerler,hep sustuklarımız,sustukça içimizde büyüyen hayallerimiz,dışa vuramadığımız,umudumuz hepsi gün geçtikçe dibe vuruyor,gittikçe nefes alamaz hale geldik.
Her kadın eziliyor,dövülüyor.Bitsin artık dedikçe dahada çoğalıyor”…diyen benim gibi kadınların sayısı bu ülkede çoğaldı.
Gazetede Aysun Altay vakasını okurken,vatandaşlardan bir genç kızımızın şöyle bir isyanına tanık oldum..

“Temiz kalmak için ölmesi gerekmiyordu ! İyice arsızlaştı memleket,ne bacı,ne ana,ne baldız,ne yengeyi bilmez oldular !!!
Erkek çocuklarınızı ya düzgün eğitin yada eğitemeyecek iseniz çocukluktan öldürün !!!
Biz kadınları siz bu kadar cani yaptınız ! Kadınlar özgür olsun diye illa erkeklere ölüm mü istemeli ?”

Bu kızcağızı oldukça da haklı buluyorum bu isyansal sorgusunda..
Buna yanıt verebilecek olanlarınız var mı ?

Ve gözümden kaçmayan bir başka husus daha var.
Özgecan da olduğu gibi,Cansu da olduğu gibi,Aylada da bazı erkekler olanlara tepkilerini dile getiriyorlardı,kendi cinslerine lanet ediyorlardı.Erkek oldukları için utanıyorlardı.Bir kadınımızı daha koruyamadık diyorlardı.
Korumayın zaten kardeşim dokunmazsanız zaten korunmaya da muhtaç kalmayız !!
Biz kendimizi sizlerden nasıl koruyacağız ona bir çözüm düşünün !!

Mor çatımız var değil mi..Var tabi ne çatı ama..Mor çatının da çatısını başımıza geçiriyorsunuz.
Mor çatıya sığınmış ,şiddetinizden kurtulup yaşamaya çalışan kadınlarımızı tövbeler edip “bir daha yapmayacağım seni çok seviyorum” diyerek kandırıp cehenneme götürüyor öldürüyorsunuz.
Siz kimsiniz beee!!
Siz kimsiniz kadın tarafından yaşama hakkına sahip olan canlılarsınız.
Kadının rahminde can kazanıp dünyaya gelensiniz.
Kadın bu dünyada rahat yüzü görmek için rahminde mi boğup öldürmeli sizi ?
Canilik savaşı buysa kadın bir erkeği doğurmak istemediği an saniyede yok eder..
Midem bulanıyor artık,başımın damarları ağrıyor,temcit pilavı gibi her kadına şiddet,her tecavüz ve istismar vakasında aynı şeylerin konuşulmasından bıktım.
Birbirinizi lanetlemelerinizden bıktım.Kendinizi ayıklayıp bir diğerinin sapıklığını deşifre etmenizden bıktım.
Erkekler önce aşkı kirlettiler, sonra arkadaşlığa ve dostluğa leke düşürdüler.
Şimdi ise kardeşliği ve abiliği bitirdiler.Bazı erkekler bu sözüme alınıp ta hepimiz aynı değiliz derseler kusura bakmayın aynı değilseniz o zaman erkekliğin yüz karasını beslemeyeceksiniz..
Aslında kadınlar bugüne dek gerçekleri saklamış olmasalar da anlatmış olsalardı,erkeğin aynada ki görüntüsü inanın küçülürdü.Ve erkek kendisinden nefret ederdi.Erkek kendisiyle yüzleşmek istemediği için görüldüğü gibi ya kaba kuvvete başvuruyor,yada bir şekilde susturuyor..
Şiddet gören tecavüze uğrayan,istismara uğrayan dişi yaratıklar tecavüzcülerinin krallıkları ve egemenliklerinin baskısı altında susturulmaya devam ediliyor.
Çoğu ya boyun büküyor yada intiharı seçiyor..Boyun bükmeyen ve susmayan ise katlediliyor.
Daha dünden önceki zamanlarda MERSİN’in Tarsus İlçesi’nde cinayete kurban giden Çağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencisi 20 yaşındaki Özgecan Aslan’a yaşatılanları hazmedememiş,kadın erkek hepimiz buna karşı tepki gösterirken, bugün 22 yaşındaki Aysun Altay adlı genç kızımızın abisi tarafından tecavüze uğradığı için,hayatına son vermiş durumda olduğuna şahit oluyoruz.Sorgulamamız gerekiyor.Aysun Altay vakası tecavüzle beraber ensest ilişki dosyasını da getiriyor önümüze.
Eminim ensest dosyasını okuyunca da bu insanlardan bahsederken hepiniz kendinizi kenara çekip konu kahramanlarını ruh hastası olarak etiketliyorsunuzdur.
Bizim toplumsal davranış bozukluğumuz da budur işte malesef.
Sadece lekeleriz,etiketleriz fişleriz.Ötesinde bir hamle olmaz.Yaşamaya hakkı olanları yaşatmayız öldürürüz,yaşamaya hakkı olmayanları ise besler yaşatırız.
Özgecan ve Ayla vakasındaki kahramanlarımızın biri gördüğünüz gibi dışarıdan bir erkek,biride aile içinden bir erkek..İşin aslına bakarsanız şiddet ve istismar hikayelerindeki baş kötü karakter ,baskın taraf olan hep erkek..
Sosyal medyayı her ne kadar zararlı bulsalar da toplum bugün aslında sosyal medya sayesinde kendisiyle çok çetin bir şekilde yüzleşiyor.Sosyal medya sayesinde artık herkes her şeye şahit oluyor.
tecavuz-ettigi-kizindan-dogan-bebekleri-kopeklere-atti-5903166
Biraz önce bir haber başlığı daha okudum,
Antalya da tecavüz ettiği kızından doğan bir baba bebekleri köpeklere attı..
Haber aynen şöyle ;
“Tecavüz ettiği kızından doğan bebekleri köpeklere attı
ANTALYA’da kızı H.E.’ye 6 yıl boyunca tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklu Ekrem E. ile tutuksuz yargılanan eşi Cemile E. hakkında, kızından doğan iki bebeği öldürmek suçundan ’ağırlaştırılmış ömür boyu hapis’ istemiyle açılan davanın görülmesine başlandı. Mağdure H.E.’nin avukatı Serap Ertuğrul, doğan bebeklerin köpeklerin yoğun olduğu bir araziye bırakıldığını belirterek, hayvanlar tarafından yenildiğini iddia etti.”

Buyurun işte bu nasıl bir mide bulandırıcı bir durum.
Sıtkımı sıyıracağım..

Erkekler her zaman ailelerindeki kadın ve kızları dışarıdaki erkeklerden korumakla görevli hissederlerdi kendilerini.Nedeni belli çünkü erkekler asla kendi cinslerine güvenmezlerdi.Biz kadınlar nasıl bir kuyunun içindeyiz anlıyor iken anlamak istemediğim yerdeyim.
Bir toplumda bir erkeğin cinsel organı bu kadar korku yaratan,tiksindirebilecek bir silah halini alabiliyorsa orada sağlıklı düşünen bir birey,sağlıklı düşünen bir aile ve sağlıklı bir toplum göremezsiniz.
Bu tehlikenin kimse farkında değil.Gazetelere manşet olan haberlerde ki konulara ahlar vahlar döşemekten kınamaktan öteye gidebildiğimiz yok bizim.Bir kaç gün sonra buda unutulur.
Biz toplumda kadının can güvenliği yok derken kadın evinin içinde de güvende değil gördüğünüz gibi.
Yoksa erkek,cinsel organını korku yaratmak ve bir silah olarak kullanmayı seçtiği için mi bütün bunlar oluyor ?
İnanın kafam karman çorman oldu neresinden bakıp yazacağımı şaşırır oldum artık.
Aslında bir gidip kusup gelsem iyi olacağım.
Evet nefes alıp devam ediyorum..

Özgecan vakasında da gördük ki “orada ne işi varmış” diyenlerden tutunda bu gibi vakalarda hep kadın kısmına suç yapıştırarak günah yüklemeyi seçti bu toplum..Bizler bunları da duyduk,okuduk.
Aysun Altay’a bakıyoruz tecavüzcüsü kendi ana rahminden gelmiş,aynı kanı taşıyan öz kardeş.
Ve tecavüzcüsüyle aynı evde yaşamak zorunda kalıyor oda mecburiyetten yaşam şartları gereğince.

Ha sanmayın bu ülkemizde ilk yaşanan bir olay falan diye düşünmeyin.
Öz babasından tecavüze uğrayan kızlarımız olmadı mı ?
Köylerde olduğu kadar metropol de daha fazla oldu.
Geçmişte de oldu ve hala olmaya devam ediyor işte..
Abilerinden tecavüze uğrayıp hamile kalıp doğuranlar yok mu ?
Aileler ne yaptı ?
Gördüğünüz gibi susmayanların tecavüzcüleri ceza alsa da yaşamaya devam ediyorlar.
Susturulanların ki ise yol aldı..
Bir çok aile ise kızlarının doğurduklarını nüfuslarına alarak hayata devam ettiklerini sandılar.
Ve hiç kimseler bilmedi ve duymadı, sözde çok ahlaklı aileler olarak yaşayıp gittiler,sizlerin kızlarının giyimine,kuşamına karışıp ahlak dersi vermeye başladılar.
Dışlanma belasına her zaman küçük kızlarını susturdular,oğulcuklarının yada kocalarının ayıbını örttüler.
Peki niçin ?
Hep bu toplumda yalnız başına yaşayamayıp maddi anlamda hayatı göğüsleyemeyeceklerini düşündükleri için..
Peki devlet ne yaptı ?
Yani demem o ki bu vakalar hep vardı ama bugünkü gibi ortaya çıkmazdı.Anne ekonomik bağımsızlığı olmadığı için ses çıkaramazdı.Tecavüze uğrayanın zaten hiç konuşma hakkı yok.Konuşursa çünkü yaşayacak,gidecek bir yeri yok.
Perde arkasında ise bir ailenin tecavüze uğrayan kızı bir kenara çekilmiş,hayatı nasıl göğüsleyeceğini düşünürken,dışlanma korkusuyla susarken,ölümle kalım arası gidip gelirken,aile tecavüzcü oğlunu başka bir ailenin kızıyla evlendirir ve oğlu soyunu üretecektir ya hani gurur duyar oğlunun penisiyle..
Ve bilinmez o penisle yeni tecavüzcüler üreyecektir yeryüzüne..
Oğlunun bu hayasızlığından kimseye bahsetmez bir aile.
İyide neden!!
Ama kızlarına bir başkasının oğlu aşık olursa kızını en baş orospu ilan eder.
O kız abisi tarafından dövülmeyi hak etmiştir.Arsızdır hani namuslarına leke getirecek düşüncesiyle o kızın hayatını kısıtlarlar.Onun edebini yırtan,hayasının ırzına geçen erkek ,sırf dışarıdan geç geldi diye ,bir akşam yine bir abilik makamıyla ona terbiye verecektir.Bu terbiye nasıl veriliyor onuda gördük işte.Ya dayak ile yada tecavüz ile..
Bırakın Allah aşkına eli çükünü sıvazlayan,sırf mini etek giydi diye onun bunun karısının kızının kalçasına bakıp eve geldiğinde kendi ailesindeki karısını kızını dışarıdaki adamlardan kıskanan adamlara abi diyoruz,baba diyoruz,koca diyoruz biz..
Edepten yoksun olanın edep dersi verdiği nerede görülmüş.
Böyle fanusta kalmış sesi çıkmayan nice yaşamlar var biliyor musunuz siz ?
Fanusu kırıp okuyarak hayatını kurtaracağını sanan kızlar dışarıda da yine güvende değiller malesef.
Bu toplumda denize düşüp yılana sarılarak yaşamayı tercih edenleri de gördük.
Erkek her yerde harcadı kadını.Ve fahişe yaptı.
Ve ben karanlık çöktüğünde evinin yoluna gitmek istemeyen nice kızlar tanıyorum.
Şimdi Aysun kalbine sıktığı kurşunla kalbini susturdu.
Aslında susturulan nice kızların kadınların yeryüzüne yankılanan sesi oldu.
Şimdi artık her şey ortaya çıktı.
Peki toplum ne yaptı ?
Sadece lanetliyor,küfrediyor,isyan ediyor..
Bu ülkede abi tecavüz eder,
Baba zorla evlendirir,
Sevgili öldürür,
Devlet “kadınsın sus” der.
Kısacası zordur Türkiye’de kadın olmak..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

ÇEKİM YASASI SENİ KULLANMASIN SEN ÇEKİM YASASINI KULLAN.

grafik

Bizler enerji yayan varlıklarız.Tıpkı kablosuz görüntü ve ses alıcı vericisi gibi..Düşünün ve canlandırın zihninizde.. Her an mutlak olarak etrafınızda sizin gibi bir çok insanında sokakta yürürken,iş yerinde çalışırken,araç kullanırken,sohbet eden görüntü ve ses alıcı vericisi olduğunu düşünün..
Birbirimizi yaydığımız bu enerjiler ile kötü yada iyi yönde etkileyebileceğimizi unutmayın.
Gün içinde bazılarının enerjileri sabit durumda kalır iken bazılarının enerji seviyesi değişime uğrayabilir,bazılarımızın enerjileri pozitif kanaldan enerji yayar iken bazılarımızın frekansları negatif kanaldan yayın yapabilir.
İşte yabana atılan en önemli detayda burada saklı.Hepimizin kablosuz görüntü ve ses alıcı vericisi gibi olduğumuzu düşünürsek yayın frekanslarımızı değiştiren ve değiştirebilecek güçte olan sadece kendimiz oluyoruz.
Yeryüzündeki her şey enerjiden meydana geldiği için mesela; kenarında rahatlamak için oturduğumuz bir deniz enerjinin deniz şeklini almış halidir.
Evinizdeki muhabbet kuşu enerjinin kuş şeklini almış halidir.
Bir köpek yine aynı şekilde enerjinin köpek şeklini almış halidir.
Ve etrafınızda dolanan sünepe sümsük insanlarda enerjinin sünepe sümsük şeklini almış halidir.Odanızda izlediğiniz televizyonda enerjinin televizyon şeklini almış halidir.Yine aynı şekilde gördüğünüz deli dolu, kıpır kıpır,daima gülümseyen insanlarda enerjinin neşeli ve mutlu insan şeklini almış halidir.
Bunun gibi bir çok örnekler daha bulabilirsiniz.
Enerjiden meydana gelen her şeyin kendi frekansına göre yayını vardır..Bu frekanslar negatif ve pozitif olarak bizleri etkisine alırlar.Aynı şekilde biz insanlarında birbirine pozitif yada negatif enerji verebilme özelliği vardır.
Bu yaydığımız enerjiler çok önemli.Çünkü hayatımızı çirkinleştirmek ve güzelleştirmek bu yaydığımız enerjilerle mümkün oluyor.

Hatta burada aklımıza Albert Einstein’in şu sözünü de getirirsek,demiş ki Albert Einstein ;”İnsanoğlu ağzından çıkan cümlelerin, beyninde çıkan düşüncelerin bütün evreni dolaşıp, tekrar onlara geri döndüğünü bilse, çok daha dikkatli olurdu.” demiş.

Biraz önce yukarıda da belirttiğim gibi frekanslarımızı ancak kendimiz değiştirebiliriz.Bu nasıl oluyor dersek,çekim yasası ile oluyor.
Düşüncelerimizin gücü oldukça yüksektir,bu nimeti fark edip kontrolü ele alanların yaşamları oldukça başarılı seviyededir.
Bu yüzden yaşantımızda kendimiz ve başkası için ne düşünüyorsak onu kendimize çekeriz.Ne düşünürsen onu yaşarsın sözü de bu yöndeki tecrübelerden yola çıkmış bir sözdür.Olumsuz düşünen bir insanın düşüncesini olumlu yöne çekmek aslında yaşantılarımızın güzelliği adına yerine getirilmesi gereken ciddi bir görevdir.
Düzeltilmeyen her olumsuzluk içeren düşünce,hayatı yaşanmaz hale getirir ve hayatımız enerjinin negatif haline tutsak olarak kalır.
Hani şu etrafınızda size defalarca zikredilen şu söz gibi mesela ;
“Başının üstünde yine kara bulutlar dolaşıyor”
Yada hasta olan bir insanın sağlık şikayetini öğrendiğinizde
“Seninde devenin misali neren düzgün be kardeşim her yerin çürük””
“Bu aralar hiç iyi görmüyorum seni iyi değilsin sen “
“Gelmez o beklediğin gelmeyecek bekleme”
“Alamazsın o parayı gör bak demişti diyeceksin”
“Terk edecek seni gör bak “
“Safsın sen,salaksın işte sevmiyor o adam seni ve sevmeyecek”
“Yapamazsın sen bu kafayla başaramazsın”gibi sözler döner dolaşır zikredilen olumsuzluk içeren düşünceler yaşantımızda gerçeğe dönüşür.
Albert Einstein’ın da dediği gibi birbirimize bu şekilde sesli düşüncelerimiz ile zarar veriyoruz.
Aynı şekilde birbirimize verdiğimiz zarar gibi ,kendi olumsuz iç seslerimizle de kendi yaşantımıza zarar veriyoruz.Sadece birbirimize yada kendimize verdiğimiz zararla kalmıyor tabi bu arada olumsuz kaygı içeren sesli düşüncelerimiz ile çocuklarımızın bilinç altlarını da şekillemiş oluyoruz.Artık o çocukta sizin kaygılarınıza sahip olarak birey olma çabası vermeye çalışırken olumsuzluklar yaşamaya başlıyor.
Tipik ebeveyn sorumluluğunun baskısıyla da kaş yapalım derken sessiz düşüncelerimizle de bu şekilde göz çıkartabiliyoruz.
Çocuklarımızın taze beyinlerini negatif olumsuz sesli düşüncelerle katlettiğimiz gibi yaşamlarını da olumsuz kaygılı sessiz düşüncelerimizle çekim yasasının trafiğine kaptırmış oluyoruz.O vakitten sonra çark artık çekim yasasının trafiğine göre işlemeye başlıyor.

Daha geniş düşünürsek sadece çocuğumuz ile de kalmıyor bu durum.
İş alanında,aşk hayatında,insan ilişkilerinde derken tüm dünyayı etkisi altına alan bir durum haline geliyor.
Hayatın suçu yok,dünyanın da bir suçu yok,başarısız olan bir çocuğunda suçu yok, mesela suçladığınız aşkında bir suçu yok,sisteminde bir suçu yok.Bütün sistem sizsiniz yayın akışı sizin yönetiminiz de..

Nedir bu çekim yasası hayatımızı yöneten derseniz mıknatısı düşünün derim.Mıknatıs gibi çalışan bir sistemimiz var.Ağzımızdan zikrettiğimiz yada beynimizde düşündüğümüz düşüncelere göre aynı frekanstaki insanları yada hadiseleri,kavramları kendimize çekerek yapıştırıyoruz.

Mesela “Kaybetmekten korkuyorum “dediğiniz an kişi yada sınavları kaybedersiniz.
Mesela “Beni aldatmasından korkuyorum,kesin aldatıyordur hislerimde yanılmam,bugüne dek hiç yanılmadım ne hissettiysem olmuştur” dediğiniz zaman sarf ettiğiniz kelimeye dikkat edin.
Ağzınızla söylüyorsunuz “Ne hissettiysem olmuştur”.
O halde neden kötü şeyler hissediyorsunuz madem bu güne dek hissettiğiniz şeyler oluyorsa güzel şeyler hissetmeyi de bilin o halde.
Güzel şeyler düşünüp güzellikleri hayatınıza çekmek varken neden kötü şeyler düşünüp hayatınıza olumsuzlukları çekiyorsunuz ? Çekim yasası işte budur.
Neden mutsuzluğa gömülüyorsunuz acı çeken oluyorsunuz ?
Sizi kandıran,yalan söyleyen,aldatan insanların suçu yok bu insanları kendi düşünce frekansınızdan yaptığınız yayın esnasında hayatınıza çekiyorsunuz.Çekim yasası işte budur.
Yeryüzünde her şey enerjiden oluşmuştur dedik,sizi aldattığını düşündüğünüz kişilerde sizin frekansınızdan yayılan enerji ile yaşantınıza sayenizde enerjinin aldatan insan şeklini alarak gelmiş oluyor.Çekim yasası işte budur.

Frekanslarımızdan olumsuz yayın yaptığımız zaman evrendeki yaydığımız bu enerjiler kendisiyle aynı frekanstaki enerjiyi arar çok geçmeden bizim düşüncelerimizle aynı rezonans ta olan düşünceyi bulur.
Bunu dikkate alın ve hayatınızı olumsuz enerjilerin akışına teslim etmeyin.
Bütün sesli yada sessiz düşünceleriniz olumlu olsun,yaşamınıza olumlu sonuçlar getirecek şekilde uygulayın…
Bu arada sorun yaratacak ön yargılı potansiyeller Albert Einstein’ın sözünden örnek verdik diye Einstein’in deistliğini sorgulasalar da umurum değil.Orada çakılı kalmak isteyenlerde buyurup kas kafalarıyla çakıla bilirler.
Biz gelelim konumuza.
Malesef Tanrıya edilen dualarda böyledir.Tanrıdan istediğimiz şeylerin olma biçimi de böyledir.Yeri göğü yaratanın karşısında dua ederken bile bir dua etme şekli vardır.Halinize şükrederek ve teşekkür ederek dua edeceksiniz.
Çünkü dualarda enerjinin dua şeklini almış halidir.
Tanrının yarattığı bu evrende bütün sistem sizsiniz yayın akışı sizin yönetimiz de.Çok ciddiyim bu yayın akışında Rtükte sizsiniz.
Bazen öyle insanlar görüyorum ki hayatındaki her şeyi kadere bağlayıp “Kaderim batsın ” diyorlar.”Benim kaderim boktan” “Anamın kötü kaderi bana geçmiş” “Kaderim kerhaneye düşmüş” diyorlar..Yok böyle bir saçmalık..
Beyninizden çıkan sesli düşünceler ve bilinçaltınızda oluşturduğunuz kiremitler gibi yığdığınız o olumsuz düşüncelerinizin haltından başka bir şey değildir sizin yaşadıklarınız.

Kader bir yere kadar işler,her biriniz iyiyi ve kötüyü ayırt edecek akıla ve zekaya sahip olarak yaratıldınız.Kaderinizi değiştirebilecek olanda sizlersiniz.Burada size sizin için yaşamda iyiler ve kötüler gösterildiği halde kötü yönde zarar veren davranışları yapmaya devam ederseniz kaderiniz o yönde yol alıp ilerleyerek yolun ucu çekim yasasının trafiğine çıkacaktır.Siz iyiyi yaparsanız da kaderiniz iyi yönde yol alıp yine yolun ucu çekim yasasına çıkacaktır.
Yaşantınıza ve sevdiklerinizin yaşamlarına zarar veren bu olumsuz yayınlara yasak koyabilirsiniz mesela.Frekanslardan gelen olumsuz yayınlara yasak koyarak,olumlu yayınlar doğrultusunda kendinize koruma kalkanı da oluşturarak hayatı yaşanılır hale getirebilirsiniz.
Nedir koruma kalkanı dersek,fiziki bedenimizi ve enerji bedenimizi yani auralarımızı güçlendirmek için zikrettiğimiz dualardır.
Burada önemli bir hususta tevekkül de hata yapmamak çok önemlidir.
“Babam sağ olsun benim babam kral olduktan sonra benim sırtım yere gelmez bu hayatta o ne derse o olur” demek fani olan bir insana tevekküldür.
“Bende bu mal mülk olduktan sonra bana bir şey olmaz, kimse bana bir şey yapamaz, ben her istediğimi alırım, her şeyi yaparım” demekte mala mülke tevekkül etmektir.
“Ben ayakta olduğum sürece bu sağlık bende olduktan sonra ne istersem yaşarım güç bende ” demekte insanın nefsine tevekkül etmesidir.
Mala mülke insanlara yada nefse tevekkül etmek hayatı yaşanmaz hale sokacağı için işte bu noktada kaderim boktan dediğiniz noktaya gelebilirsiniz.
Ancak ve ancak yeri göğü yaratana tevekkül etmek ve enerjilerimizi düzgün ve doğru bir şekilde kullanarak istemek en doğrusudur..Koruma kalkanı dediğimiz bu şekilde oluşturulur.Koruma kalkanı oluşturmak için zikredilecek sözleri yada duaları araştırma yapabilecek akıla ve zekaya sahip olduğunuz için özellikle burada yazmayacağım.İnsanlar akıl ve iradeleriyle sebepleri bulabilirler. İnsan evrende geçerli olan yasaları gözeterek, çalışır, çabalar, sebeplere sarılır, ondan sonra Allah’a güvenir. Allah hiç bir kulunun kaderini boktan yapmaz yada ananızın kötü kaderi diye tabirlediğiniz o kaderi size yazmaz.Tanrının yarattığı evrendeki olaylar bir düzen ve yasalar çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içinde olmaktadır. O kötü kader sizin meşhur frekanslarınızın marifeti..

ARTIK KADERİ SUÇLAMAYI,İNSANLARI SUÇLAMAYI,AŞKI SUÇLAMAYI,ÇOCUKLARI SUÇLAMAYI,HAYATI SUÇLAMAYI KISACASI ŞU SUÇLAMAYI BİR BIRAKIN.
CANINIZI YAKAN ,ÖFKENİZLE YAD EDİP İÇİNİZDE HAPSETTİĞİNİZ BÜTÜN İNSANLARI ÖNCE BİR AZAD EDİN,İÇİNİZDEN GÖNDERİN.MEYVESİNİ ALMAYA BAŞLAYACAKSINIZ.GÖNDERMEZSENİZ SÜREKLİ BİR KISIR DÖNGÜDE TIPKI BİR DEJAVU NÖBETİ GİBİ AYNI KİŞİLER OLMASA DA FARKLI ZAMANLARDA FARKLI İNSANLARDAN AYNI HADİSELERİ YAŞAR VE ÇEVRENİZE DE YAŞATIRSINIZ.
TEMİZ BİR SAYFA AÇARAK KALBİNİZİ CENNET OLARAK KABUL EDİN.BU CENNETE SADECE İYİLİKLERİ VE GÜZELLİKLERİ YERLEŞTİRİN YAŞAMA ZARAR VEREN TÜM KÖTÜ DÜŞÜNCE VE İNANÇLARLA KÖTÜ İNSANLARI DA DÜŞÜNCE GÜCÜNÜZLE REDDEDİN.
YANILMADIĞINIZI DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ O HİSLERİNİZİ GÜZEL DÜŞÜNCE VE OLUMLU SÖZLERLE İYİ YÖNDE BESLEYİN Kİ DEĞİŞTİRME GÜCÜNÜZÜ GÖRÜN..
SİZLER ENERJİ YAYAN VARLIKLARSINIZ.YAYDIĞINIZ VE ALACAĞINIZ ENERJİLERİN FARKINA VARIN ARTIK.
HAYAT ÇEKİM YASASINDA ENERJİLERLE İYİ YÖNDE YADA KÖTÜ YÖNDE BİLİNÇLİ YADA BİLİNÇSİZCE SÜRÜKLENMEKTİR.ANCAK FARKINA VARAN İNSANLAR DOĞRU TEVEKKÜL İLE YAŞAM İÇİNDE KÖTÜLÜKLERDEN KORUNURLAR..

MUTLU OLUN ÇÜNKÜ BUNU HAK EDİYORSUNUZ..
NEŞELİ İNSANLARLA OTURUP KALKIN.SİZİ MUTLU EDEN İNSANLARIN NEŞELERİNİ BOZMADAN NEŞELİ OLUN…NEŞENİZ BOL OLSUN.SİZİN GİBİ BAŞKA İNSANLARINDA NEŞESİ OLUN..
ZİRA NEŞELİ ,GÜLÜMSEYEN MUTLU İNSAN GÖRMEK HEPİMİZİN TEK İLACI..

OKUYAN HERKESE MUTLU BİR ÖMÜR DİLERİM.
MUTLU OLURSANIZ ZATEN SAĞLIKLI DA OLURSUNUZ HAYDİ KALIN SELAMETLE…

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

LGBT,ONUR HAFTASI VE ÇOK SAYIN MASKELİ HOMOFOBİKLER

11230724_10207278332344786_1161675284986814_n

Amerikanın 26 haziran 2015 de eşcinsellere sağladığı şu evliliğin yasal olması dünyada ki bütün muhafazakarları çileden çıkartınca,her yıl olduğu gibi bu yılda haziran ayının sonlarında LGBT için düzenlenen onur haftası İstanbul’da da muhafazakâr görüşlü homofobik kitlelerin hedefi haline geldi.Her ne kadar iki aynı cinsin evliliği  kulaklara bir garip gelse de dünyayı ayağa kaldıracak kadar da garip değil.
Memlekette  bir huzursuzluk yaşatılacak ya hiç boş durdukları yok maşallah.İlle çamur yapılacak.
Şu memlekette ottan boktan gıdasını alan çoğunluk nedense ota boka karşı görüşe geçip ortaya ille bir şov yaparak çıkmazsa rahat edemiyor arkadaş ya.
Sanki yaratıcı tanrılar.Sanki yeri göğü onlar yaratmışlar.Bu topraklarda kimlerin nefes alıp kimlerin nefes alamayacağına onlar karar vermekte.
Şu dünyada anlam yüklemekte zorlandığım şeylerden biri de zaten ötekileştirme denilen şu illet kavram.
“Sen neyi ötekileştiriyorsun kardeşim ?” diyerek uçan tekmeyle dalasım var böyle davrananlara.
Nasılda sütten çıkmış ak kaşığı oynamaya bayılıyoruz,soyluluk oynuyoruz.Sadece biz kusursuz kullarız,sadece biz mükemmel insanlarız,sadece biz muhteşem bir ırkız v.s (Hay o ayırım yapan dilinizi eşek arısı soksun )
Hep aynı mavra aynı kokuşmuş haykırışlar.
Ben insanları seviyorum,hayır arkadaşım kim ne derse desin seviyorum.
Yeri göğü yaratan tanrı gibi bir insan yaratabilecek kudrette biri miyim?
Hayır değilim,o yüzden canlı cansız tanrının yarattıklarının hepsini seviyorum.
Bir kere insanları sevmem için yaşadığım ülkeden yada doğduğum şehirden,kasabadan olmak zorunda değil.
İnsanları sevmem için benimle aynı inançta yada dinden olmak zorunda değil,
İnsanları sevmem için benimle aynı cinsiyette olmak zorunda değil.
Ve insanları sevmem için benimle aynı düşüncede olmak ve aynı dili konuşmak zorunda da değil.
Yaratıcıyı inkar etmek gibi bir şeydir insanları ayırarak sevmek.
Olması gereken bu olsaydı Tanrı yarattıklarının zevklerine uyacak aynı tipte özellikte canlılar yaratırdı.
Ve sevgi önemli olmasaydı insanları duygusuz,hormonsuz bir et yığını yapardı.
Bu yüzden yarattıklarını farklı özelliklerde yarattı ki sevgi insanların en büyük sınavı oldu.
Benim insan sevgisine bakış açım böyle bir şey.

Fakat yeri geliyor öyle durumlar gözlemliyorum ki tanrının yarattıklarının arasında insan denilen canlının karaktersizlikler sergileyenlerinede kızıyorum.Fazla sözü uzatmaya gerek yok.Konumuz üçüncü cinsiyetler diye dışladığımız insanlar ve onur haftası..Ve bu insanlardan korkan transfobik ve homofobik insanlar.Artık çoğumuz LGBT nin  toplumda neden bu kadar tepkiler aldığını biliyoruz.
Şu eşcinsellik dile dolanan namı değer eşcinsellik hakkında aslında bilinmeyen o kadar şey var ki,buna rağmen insan bilmediği bir olgudan korkar yada kaygı duyabilir mi ? Bu korkuyu yaşayan homofobiklere şaşkınlıkla bakmaktayım.
Yani lezbiyenlik ve gay dediğimiz iki aynı cinsin birbirini hormonsal davranışlarla duygusal anlamda tamamlamasıyla oluşan şu kavram,yüzyıllardır genel ahlak kurallarını bozduğu gerekçesiyle toplumda her daim  hedef tahtasına koyulup homofobikler tarafından yuhalanmıştır.Bu bir insan evladı için gerçekten çok acı bir durumdur.
Bu konuda aslında çok geniş yazılar yazabilirim.İçimde ki ses yazmam gerektiğini de söylüyor.
Bizler anaerkil toplumdan gelip ataerkil topluma geçtikten sonra toplum olarak her zaman nerede bir çağ dışı düşünce eylem varsa onun izinden gittik ve bunun yere düşen çürük meyvelerini de hepimiz toplum olarak yıllar sonra gördük ama yiyemedik.
Bu aynı şuna benzer aslında doğada bazı hayvanlar doğurduktan sonra yavrularını kabullenmez yanlarına sokmazlar.Bizim toplumumuzda bunların misali.
Çok uzağa gitmeyin kendi aile içi yaşamlarınıza bakın,geçmişlerinize bakın.Dedelerimizden anne babalarımıza gelen yasaklar ve bilinç altlarında korkuyla oluşturulan tabulara bakın.Yan yana görülen bir kız ve bir erkeğin namus yolunda aldığı cezalara ve iftiralara bakın.Dışlanmalara bakın.Bir kız çocuğunun genç bir erkeğe karşı duyabileceği aşk duygusunun adının orosbulukla eş tutuluşuna ve dışlanmasına bakın.Kadın ve erkeğin islami usûle göre sürekli irdelendiği tablolara bakın.

Bu arada bizler öyle berbat bir toplumuz ki aşktan öyle nefret ediyoruz ki sırf bu yüzden Mevlana ve Şems-i Tebrizi gibi kemale ermiş,insanlık için çok güzel olgular bırakan o çok özel insanları bile eşcinsel diye damgalayabilen bir toplumuz.Buradan da anlaşıldığı gibi böylede bir özelliğimiz var.Bilmeden,görmeden gıybet ediyor,günaha giriyor sonrada günahçılık oynayıp insan eti yiyoruz.Böyle iğrenç mahluklarız işte.

Eşcinsellik denilince ilk akıla gelen hep LUT kavminin helakı hikayesidir nedense.Kur’an-ı Kerimde Lut Kavmi Allah tarafından erkek erkeğe seksin yasaklandığı ancak bu yasağa uymadıkları için cezalandırıldıklarından bahsedilir.Ve yine Yine Kur’an’da erkeklerin erkeklerle cinsel ilişkiye girmesi  aşağılık bir davranış olarak anlatılır.Fakat ceza olarak ne söyleneceği, ne yapılacağı herhangi bir Kur’an âyetinde açıklanmamıştır..
Buna rağmen islam konferansı örgütüne üye olan 23 ülke de ise eşcinsellerin alacakları cezalar idam,hapis veya yer yer ömür boyu hapis cezası, para ve kırbaç cezası veya sopa cezasıdır.İşin içine islam girince işte böyle bir tablo çıkıyor.
Homofobiklerin korkularına neyin neden olduğunu anlamak aslında zor değil,bu konuya muhafazakar düşünceyle baktıkları için durum bu hale geliyor.Duruma “MODERN LUT” damgasını vurmadan önce bir kere Lut kavminin ve diğer helak olan kavimlerin neden helak olduğunu iyice tam detaylı araştırıp bilinçlenerek konuşmak gerekir. Yeryüzünde 4300 tane din var ise yer yüzündeki bütün eşcinsellerin yada transların aynı dinde yada aynı inançta olduğunu kim söyleyebilir.

Bana göre Lut hikayesinden yola çıkıp eşcinselliğin günah olduğunu düşünebiliyorsanız buna karşın Allah’ında bu hususta bağışlayıcı olduğunu unutmamanız gerekir.Allah bütün günahları bağışlar.Eğer bir eşcinsel son nefesine kadar eşcinsel ilişkilerine devam edecekse de bırakalım da ne olacağını Allah bilsin biz insanlar hüküm ve ceza kesici olup dışlayıcı tavırlar sergileyip onları insan haklarından muaf kılmayalım..Sonuçta varlar ve var olanlar vardır olmayanlarsa bir rüyadır malesef.Şimdi bu kadar var olan insanları ne yapalım yani geri dönüşüm hakları yok artık bu insanların..
Onlarında yaşam hakları var bu dünyada öyle değil mi amcaaaa 😀
Aşağıdaki fotoğraftaki amcada sanırım düşüncelerime katılıyor.
Şaka bir tarafa da bu fotoğrafı yılın fotoğrafı seçmek lazım dehşetül vahşet yani 🙂 lgbtx

Şimdi konuya birazda neden,niçin diyerek psikolojik yönden çocukluktan başlayarak bakalım.
Sen bundan çok eski bir zamanda okul yolunda bir genç kız ile bir erkek çocuğunu yan yana okula beraber giderken gördüğünde,anormal bir tablo görmüşcesine daha belleğinde aşkı şekillendirememiş o taze beyinli çocuklar hakkında kalkıp büyük bir sorumlulukmuş gibi okuluna ve ailelerine afiş ederek rezil ettiğin vakit, bu çocukların bilinç altında hangi düşünceleri hangi duyguları oluşturduğunu biliyor musun ?
Sonra sen anne baba olarak kızını böyle bir durumda utanç tablosu ilan edip,kızlık muaynesine götürüp üstüne birde evde bir kamyon dayak atıp ceza olarak okuldan aldığında,eğitimini yasakladığında peki geleceğin eşcinsel adayını kendin imarladığını biliyor musun ?
Sonra erkek çocuğu annesi ve babası olup,oğluma helal olsun her ne yaptıysa deyip başkasının kızını sürtük orosbu diye nitelendirdiğinde hangi psikolojik bozukluklara zemin hazırladığını biliyor musun ?

Çocuklarınız heteroseksüel davranışlar sergilediğinde onları suçlayarak,irdeleyerek ayıpçılık oynadığınızda,kendi istediğiniz gibi bir çocuk şekline getirmeye kalkarken,oysa siz hetero anne ve babalar bir erkek ve bir kadın olarak,çocuğunuzun önünde aşkı ve cinselliği suçlaya suçlaya geceleri yatak odanıza çocuğunuza yalan söylediğiniz için zevklerinizden ve gerçeklerinizden utanarak cinselliğinizi yaşamaya gidiyordunuz.Bu hareketlerinizde sizler çok mu masumdunuz ?
Acaba söylediklerinizle yaşadıklarınız çelişmiyor mu burada ?

Sonra çocuğunuz bu kadar utanç belası hata objesi olarak nitelendirilen bacak arasından gelen sesleri duyduğunda içine kapanıp bu seslere yanıt bulmaya çalışırken bunalıma girdiğinde ne yapıyorsunuz ?
Yada bu yanıtları bulmaya çalışırken bedeninin ihtiyacını karşılamaya çalışan,mastürbasyon yaparken yakaladığınız kızınıza yada oğlunuza nasıl tepki veriyorsunuz ?
Bir çoğunun aldığı tepkileri birinci ağızdan dinlediğim için bunları aslında sizlere örneklerle çeşitleyebilirim.
Mastürbasyon yaparken ebeveynine yakalanan bir genç kıza sarf edilen işte o müthiş kişilik geliştiren altın sözler;
-“Allah belanı versin bu kadar iğrenç olmak zorunda mısın şerefsiz !!”
-“Kim sokuyor senin aklına bunları ? Derhal psikiyatriye gidiyoruz hiç itiraz istemem anlaşıldı mı !!”
-“Senin içine şeytan girmiş şeytan !! Git abdest al evin içinde ekmeğe dahi dokunma pislik cenabet !!”
-“Tövbe estağfurullah tövbe bunu da mı görecektim Allahım tövbe aklıma mukayet ol,baban duymasın ikimizi de parçalar “
-“Derslerinde niye başarısız olduğun şimdi belli oldu sen aklını apış arana koymuşsun”
Yada o an sorgusuz sualsiz elinizdeki yeni yıkanmış çamaşırları suratına fırlatıp “”nalet şey babası kılıklı ne olucak” gibi altın sözler..
Sanki siz hiç o anı yaşamadınız.Rahibe geldiniz rahibe gittiniz ya. Vajinanıza hiç dokunmadınız.Dokunursanız da ısırır zaten…
Kaldı ki bir dönem kilisedeki o bakire diye bildiğiniz kendini Tanrıya adamış rahibeleri bile rahipler cinsel açlıkları vesilesiyle amaçları için bir dönem kullanmışlardır.Geçeceksiniz bu öcü gibi göstermeye çalıştığınız cinselliği ayıplama rollerini.

Mastürbasyon yaparken ebeveynine elinde bir porno dergisiyle yakalanan bir genç erkek arkadaşım vardı.

-“abaaaw ne yapıyorsun !!” diye çığlık atan bir de annesi 🙂
Panik yapma annesi deriiin derin nefes al bunlar tamamıyle bir halüsülasyon geçecek, ve az sonra mantı dökecek oğlun..Sonrada börek açmana yardım edebilir. 🙂

İşte çocuğunuz bu kadar utanç belası hata objesi olarak nitelendirilen bacak arasından gelen sesleri duyduğunda,bu seslerin arasına sizden çıkan sesleri de katıştırınca ortaya karışık kuruşuk topluma bozuk ses çıkaran bir canlı çıkıveriyor.
Gün geliyor kendi bedeninden gelen sıvıdan bile tiksinenler mi istersiniz,ayıplanan etiketlenen kız erkek ilişkisinin yerini hem cinsinden karşılamaya çalışanlar mı istersiniz,kızlık zarını koruma derdine hem cinsiyle sevişen kızlar mı istersiniz,dışlanacağını düşünmeden erkeklikten vazgeçip kadın olmaya karar veren mi istersiniz,yalnızlığını ancak kendi cinsinden biriyle paylaşabilecek pısırık içine kapanık ketum insanlar mı istersiniz,daha neler neler var sayabileceğim..Hepsine sorarsanız mutluluk avına çıkmışlardır.Mutluluk ne güzel kelime değil mi?

Bir kız arkadaşım vardı,hiç unutmuyorum onun yaşadığı sahneyi.Tecavüze uğramıştı,hemde öz abisinden uğramıştı.Halbuki bu öz abi kız kardeşini dışarıda bir erkek çocuğuyla görüşüyor diye tekme tokat dövdükten sonrada tecavüz etmişti.Bu hikayeye bir tek ben şahittim.Tecavüzcüsüyle aynı evde yaşamak zorunda kaldığı için durumu tüm aile öğrenmesine rağmen gidecek,şikayet edecek, yaşayacak bir yeri de yoktu garibimin.Buna müsade etmiyorlardı.Ya ölecekti yada susacaktı.
Çok geçmeden erkeklere olan ilgisini kaybetmişti.Bildiğiniz kendi cinsine ilgi duymaya başlamıştı.Onunla bir gün sohbetim sırasında bana her şeyini anlatabilmişti.
“Kimse fark etmiyor bir kızla seviştiğimi çünkü sıradan bir arkadaşım sanıyorlar,bazı günler hatta yanımda kalıyor,yanımda yatıyor hiç akıllarına gelmiyor oysa biz neler yaşıyoruz,bunlara bu müstehak,eserleriyle gurur duysunlar “demişti.
Ne hissettiğini sorduğumda ise “canımın yanmadığını söyleyebilirim,ve kendi cinsimden biriyle öpüşürken sevişirken kirlenmediğimide söyleyebilirim,ama mutlu oluyorum,daha önce olmadığım kadar deli bir mutluluk bu…Bana tepkili bakma lütfen kelepçeyi kendileri hak ederken benim bedenim kelepçelenmeye tahammül edemiyor  ne yapayım bunu da mı yaşamayayım,o ayıp bu ayıp,o yasak bu yasak.Bir erkekle olsan adın orosbu oluyor” demişti.
Bir kaç defada intihar eyleminde bulunmuştu ama başarısız olmuştu.Sonra epey bir zaman görüşemedik.

Yine birden fazla erkek çocuğununda yaşadığı hayat hikayelerine şahit olduğum için bir tanesini örnek verebilirim,diğerini kaldırabileceğinizi sanmıyorum.O yüzden diğer kahramanımızın hikayesinden bahsedemeyeceğim.
Annesi çok despot erkeksi davranan sert bir kadın ve babası ise ev içinde pasifize olmuş bir adam.Anne 6 çocuğunun arasında en son doğurduğu erkek çocuğu üzerinde aşırı bir baskı uygulamaya başladığında, erkek çocuğu tam ergenliğin içine yeni adım atmış durumdaydı.Asla oğlunun konuştuğu kızlara tahammül edemezdi,kızlar o anne için oğlunun ırzına geçebilecek tecavüzcü coşkun gibiydi.Ve çok geçmeden oğlunun yanında gördüğü kız arkadaşının saçını başını yolup, kızı ailesine şikayet edecek kadar bela olmuştu.”Oğlumdan uzak dur seni kahpe” diye çığlık attığı için okulda bu durum herkesin dikkatini çekmişti.Ve çok geçmeden bu katı kurallı annenin oğlu, toplumdan darbesini alan, tecavüze uğramış ruhu yaralı bir gençle tanıştı .Sonuç malum o ruhu yaralı genç ile bu erkek çocuğunun arasında bir bağ kuruldu.Annesi oğlunun yanında eve yemeğe gelen ruhu yaralı gence hiç tepki vermemiş oğlu gibi de sevmişti.Neyse işte hikayenin sonu falan yok bu despot annenin oğlu tecavüze uğrayan erkekleri memnun eden,onları mutlu eden tercih edilen bir erkek olarak hayatına devam etti.Ama o despot annede o pasif babada oğullarının bu yanını hiç bilmediler ve bu arkadaş karşı cinsinden biriyle asla konuşamadı ilgi duyamadı ve hiç evlenemedi.
Gün geldi yaşadığı bu kavramdan suçluluk duymaya başladığında beni aradı.

“Görüşelim “dedi.”Sana çok ihtiyacım var konuşmalıyız” dedi.Kırmadım gittim vakit ayırdım.Kahvesini yudumlarken oturduğu yerden hem denizi kesiyordu hemde konuşmaya çalışıyordu.
“Biliyor musun “dedi.”
“Benim normal erkekler gibi çocuğum olmayacak,olamayacak.Önceleri bu durumu umursamıyordum ama sonraları ister oldum, Fakat bir kadına dokunmaya kalktığımda kusuyorum olmuyor bu şekilde baba olmam imkansız.Bana yardımcı olur musun” dedi.
Ona nasıl yardım edebileceğimi bilmiyordum.Aklına gelen dahiyane fikrini benimle paylaştı.
“Bak” dedi.
“Tıp çok ilerledi.Sen taşıyıcı anne olacaksın cinsel münasebette bulunmadan tüp sistemiyle hamile kalacaksın,inan bana bunu yap ne istersen yaparım,sana istanbul da yaşayabileceğin geri kalan hayatını rahat yaşayabileceğin bir düzen sağlarım.Ama tek ricam var hamilelik doğum ve emzirme sürecinden sonra çocuğu bana bırakacaksın,sen karşısına bir daha annelik imajıyla çıkmayacaksın”dedi..
Şok olmuştum.Bu nasıl olabilir diye düşünüp dururken tamam düşünüp yanıtımı vereceğim diyerek ayrıldım.
Tabi dönüp yanıt veremedim,sessizliğe büründüm.Ve çok geçmeden intiharı seçti…Ama ölmedi..
İşte buda benim nazarımda annesinin abartılı çocuk sevgisiyle cinsel kimliği zedelenmiş travmalı bir insandı..

Bu durumların her hangi birisini çocuklarınızda fark ettiğinizde normalde deli doktoru diye kendiniz için bile gitmeye götünüzün yemediği psikiyatrilerin kapısını çalıyorsunuz değil mi ?
O saatten sonra çünkü kurtarıcıdır psikiyatriler..
Ama psikiyatriler çocuğunuzu anlayarak uygulanması gerekeni size tavsiye ettiğinde de bir tarafınıza takmıyorsunuz o kapısına gittiğiniz psikiyatrileri..
Boşa giden emekler ve bir hiç uğruna rezil olan travma geçiren taze beyinler.
Durumu düzeltmek adına zorla kullandırtılan takipsizlik ile devam eden antidepresan kullanımları ve sonrasında hoş geldin uyuşturucu…Güle güle denge…

Ailesine kendini yakın hissetmeye çalışan çocuklar o hatalarından arınmak için iki gram sevgiyi hak etmek adına kişiliğini kaybediyor,sizlere ya tam teslim oluyor, ne denilirse yapmaya çalışıyor yada tamamıyle asi ve isyankar bir çocuk olarak kendini suçlu hissettiği için sizleri üzerek aykırı davranarak cezalandırıyor.Toplumdan kendini soyutluyor.
Bir süre sonrada yaşama hakkının olmadığını düşünerek ölümü seçiyor.

Nitekim gelişimi boyunca iyi yönde destek almayan taze beyinler toplumun perdesini sizin tabirinizle AR ve NAMUS perdesini isyanlarıyla paramparça etmekte gecikmediler.
Sonra bozulan gençlik ismiyle günümüzün sorunu haline geldiler..Bu toplumun yırtılan perdesinin güneşlik kısmıydı sadece.Birde bunun tül olan kısmı var.Bu kısmı zaten günümüze yani 2015 yılına kadar yaşayan 90 lı çocuklar çok iyi bilirler.(Bir eli yağda bir eli balda olanlar kendilerini dahil etmesinler onlar bilmezler )
90 lı çocukların elinde ise bu perdeden sadece tül olanı kalmıştı.Oraları genişçe anlatmaya gerek yok,güneş ışığına maruz kalan tül perde çürümeye ve yıpranmaya kopmaya mahkumdur zaten.

Eşcinselliğin oluşum ve gelişim evrelerini incelerken,benim bu toplumda gördüğüm eşcinsellik tablolarının oluşum ve gelişim hikayelerini ele alırsak eşcinsellik üç çeşit cinsel yönelimden biridir diyebiliriz.
LGBT nedir çatısını kimler oluşturuyor dersek de bunları şöyle sıralayabiliriz.
LGBT, “lezbiyen”, “gay”, “biseksüel” ve “transgender” kelimelerinin baş harfleridir.İşte homofobiklerin tedirgin olduğu LGBT grupları;

• Eşcinsel: Kendi cinsine ilgi duyan kişi.
• Biseksüel: Her iki cinse de ilgi duyan kişi.
• Lezbiyen: Kadınlara ilgi duyan kadın.(aktif ve pasif olgulu)
• Gay: Eşcinsel erkek.(aktif ve pasif olgulu)
• Travesti: Karşı cinsin giysilerini giymekten hoşlanan kişi. (Türkiye’de transeksüel anlamında da kullanılıyor.)
• Transeksüel: Kendi biyolojik cinsiyetinden memnun olmayıp karşı cinse geçmek isteyen ya da geçmiş kişi.

Yani anlayacağınız homofobikler tarafından hastalıklı diye tabirlenen LGBT bireylerinin çoğunun yukarıda anlattığım çocukluk evrelerinden geçmişlikleri vardır ve eğer eşcinsel bir çocuğunuz var ise de bu aile olarak aslında inkar etmeyelim sizlerin eseridir.Onların suçu değildir.

Şimdi birde LGBT bireylerinden toplumda kabul görmeyen travesti yada transeksüel denilen bireylere gelelim.Bunların yaşamlarının görünen yüzleri ve görünmeyen yüzlerini konuşalım.Transeksüel yada travesti denilince akıla hep fuhuş yapan,gazinolarda şıkır şıkır giyinen,striptiz şovlarında para kazanan,yollara çıkan bedenini satanlar gelir.Ama görünmeyen yüzü böyle değildir aslında.Bir çok travesti genellikle fuhuş yapmaktan hoşlanmaz.Bunu da çocukken 6 yaşında tecavüze uğrayan bir travestiden dinlemiştim.

Demişti ki ;”Türkiye’de insan gibi yaşamak çok zor,hele travesti isen dahada zor.Bir kere kimliğini açıklıyorsan, kendini belli ediyorsan sahip olduğun bir mesleğin var ise işinden oluyorsun.Otomatikman dışlanıyorsun ekmek parası kazanacak hiç bir kapın kalmıyor fuhuştan başka.Ama bize iş verseler çoğumuz fuhuş yapmayız” demişti.
Bu konu içinde aslında tüm Türkiye’ye intiharıyla mesajlar bırakan trans Eylül’ü hatırlayabiliriz.Trans Eylül’ü intihara götüren başlıca sebep; veteriner yardımcısı olarak çalışırken çevre baskısıyla seks işçiliği yapmaya zorlanmasıydı.
Orada da çeteler çalıştırmadığı için annesine görüntülü bir video bırakıp tüm Türkiye’ye bu davranışıyla olması gerekeni içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışmıştı.
Trans Eylül’ün “Yapamadım, insanlar bana izin vermedi, çalışamadım, bana çok engel oldular ve beni çok mağdur ettiler” diyerek ağlayıp ölüme gitmesi,aslında bizlere Türkiye’de trans bireylerin cinsel kimlikleri nedeniyle yaşadıkları baskıları öğretti..İşte gördüğümüz gibi trans Eylül’de bu uğurda öldü.Peki yoluna giren bir şeyler oldu mu dersek Türkiye için hayır.Daha ne Eylüller bu şekilde ölecek bilinmez.Bunlar görünen tarafları.

Birde transeksüellerin toplumda görünmeyen bireyleri mevcuttur aslında.
Bunlar normal erkek, normal kadın gibi davranıp maskeli yaşamak zorunda kalırlar,ama çoğunlukta toplumda formaliteden karşı cinsle beraberlikler yaşarlar,bu beraberlikler çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanır.Çünkü hissettikleri bir şey yoktur.Ve karşı cinslerine bunu açıkca ifade ederler,eğer toplumun kabul ettiği partnerleri bu duruma olumlu bakarsa,kendi kafasına uyumlu kişiyse,baskı görmemek için dışlanmamak için o kişiyle formaliteden anlaşmalı evlilik yapmak durumunda kalırlar.Her ikisi de yaşamında özgürdür ama evli kalmak şartıyla.Çünkü toplum bu şekilde onları fişleyemeyecektir.

Ve çoğu kamu sektöründe hetero diye bildiğiniz insanların % 65 i bu durumdadır bilginiz olsun.
Ve asla cinsel hayatları,hayatlarını formaliteden birleştirdikleri karşı cinsiyle beraber değildir.
Çünkü erkek olanın ruhunda olmak istediği saklı bir kadın,kadın olanında ruhunda olmak istediği saklı bir adam yaşar.
Ve baskının kalktığı yerde şartlar gereksinimi transeksüel olarak kendi cinsel kimliklerini tespit etmeye başlarlar,bu gelişim çoğunlukta cesaretini ortaya atmış cesur kimliklerde görülür.Ve ameliyatla erkek olan bireyin kadın olmasıyla,kadın olan bireyinde ameliyatla erkek olması şeklinde devam eder.
Transeksüel bireyde ameliyatlar tek başına işe yaramaz tabi ki bütün rolü hormonlar oynar..Bu yüzden erkekten dönenlere östrojen (kadınlık hormonu) kadından erkeğe dönenlerede androjen (erkeklik hormonu ) takviyesi uygulanır.O saatten sonra kadına dönüşen artık gerçek bir kadın duygusunu hormonunu taşıdığı için üçüncü cinsiyet değil artık tam anlamıyla bir kadındır.Nasıl olabilir derseniz de sizlere çocuğu olmayan kadınları ve erkekleri hatırlatabilirim.Şimdi doğurganlığı olmayan hormonları sarsılan bir kadına kadın denmiyor mu ?
Yada sperm sayısı düşük olduğu için eşini hamile bırakamayan erkek erkek olmuyor mu? Olmuyor dersek hakaret olur yani..

Erkeğe dönen kadınlarda erkek duyguları taşıdığı için artık bir kadına tam bir erkek olarak ilgi duymaya başlarlar.
Bir çoğuda toplumdan dışlanmamak için saklanır, kendi özgürlüğünü yaşayabileceği kadarını gizlice yaşar.Ama ne ailesi bilir nede çoluğu çocuğu..Evet görüntüde düzgün giyimli,düzenli bir aile tablosuyla anne ve babası için çoluk çocuğa karışmış dışarıda da bu tür bağlantılarını gizlice devam ettiren erkekler var.
Çalışmak zorunda oldukları için kariyerleri nedeniyle dış görünüşlerini asla değiştirmezler.Homofobikler ve transfobikler yüzünden hiç bir zaman bunu kimselere açıklayamazlar.Bu kadar emin olarak nereden mi konuşuyorum ? Aklınıza bu soruyu sormak geliyor sadece değil mi?
Ben ne takım elbiseli kravatlı karizma erkekler gördüm bilseniz,bana ağlayarak içinde bulunduğu durumu anlatan,ve “olmak istediğim aslında bu” diyerek,sırf akşamları dantelli iç çamaşır giyebilmek için evliliğini sonlandıran ne kariyerli meslek sahibi erkekler tanıyorum bir bilseniz.
Sonra toplumda bir eşcinsel dışlamasında aynı homofobik,transfobik maskeyi takan içine kapanan dışarıda toplum tarafından kabul edilmek için maço,evinde ruhu kadın ,bedeni erkek olan insanlar var hemde sürüsüyle.
Eğer LGBT bireyleri yuhalanıyorlarsa bu ülkede bence yuhalayanlar haksızlar.Ben bunu bilir bunu söylerim.
Kimse görünen yeriyle masumculuk oynamasın.LGBT ye hakaret yaparak saldırıda bulunan siz sayın homofobikler,transfobikler sizlere aslında çok kızgınım ve bu hususta saydıra bileceğim sözlerim var,ağırınıza mı gider yoksa borunuza mı kaçar artık bilemem.
Toplumda bu insanlara bu kadar acı çektirirken siz hiç kendinize baktınız mı ?
LGBT bireylerini dışlarken ötekileştirirken biz heteroyuz diye böbürlenirken o halde
translara ve eşcinsellere ahlak dersi vermeye kalkarken size hatırlatacaklarım var.

Bunları hatırlarken yazarken aklımın sınırları zorlanıyor.
LGBT nin her yıl kutladığı onur haftası bu yıl onurunuzu mu incitti ?
Çok onursuz olan o çok onurlu maskelerinize zeval mi geldi ?.
Onur haftasının mubarek ramazan ayına isabet etmesiyle ortalığı karıştırdınız ya vallahi pes..
Arkadaşının pansiyoner yazlık evlerine yada evli erkeklerin kendilerine bekar evi adı altında actıkları evciklere 14 yaşındaki karı kızları toplu sex icin götüren,viagralarıyla toplu fantazi yapan,sırf önümde iki kadın sevişsin bende zevkin doruklarına cıkayım diye bilmem kaç dolar para ödeyen maskeli zampara şebelekler !!
Sizlerin onur haftasının bahanesiyle Ramazan ayının mubarekliğinden bahsetmesi zaten ayrı bir ironi…
İşin içine cinsellik yada aşk girdi mi nedense 7 den 70 e ahlak bekçisi kesilip dine sığınan bir toplum oluveriyoruz biz.
Yüz milyondan birisinin ağzı amel oldu diye toplumda herkes ahlak bekçisi yada din adamı olup onun bokuyla oynuyor.
Peki sorarım sana her yerde toplum olarak ayrımcı,dışlayıcı,öteleyici,itekleyici ve tahrikleyici olmak zorunda mıyız ?
Sen 7 yaşında ki çocuğa nikah kıyanı seyredeceksin o vakit dinden ahlaktan bahsetmeyeceksin.
Sayısız kadınla nikahsız sex yapıp çocuk peydahlayacaksın,sonra götün yemeyince kürtaj yaptıracaksın.Bunlar günah yada ahlaksızlık değil senin yaşamını şekilleme hakların,özel hayatın bizi değil seni ilgilendirir olacak öyle mi ?

Toplumda tecavüzler üst üste gelirken sesin çıkmayacak,sonra para için onun bunun avradını becerdiğin günleri unutacaksın,gizli kamerada avradını başkasının becermesini seyredince bunlar senin zevkin olacak,sonra birileri lut kavminden bahsedince mÜslüman olduğunu anımsayacaksın,oh ne ala memleket iki medya şarlatanı bir türkü söyleyecek sende nakaratını okuyacaksın.
Çok ahlaklısınız çoook…

Dikkati mi çekti de bir tek şu onur haftası denilen yürüyüşte IRK AYRIMI olmuyor.
Birilerinin hormon dansı başka birilerine kaos için fırsat mı oluyor acaba ?
Bu dünyada 4300 tane din var,her koyun nasıl kendi bacağından asılıyorsa,ben kendi yaşadığım ülkeye bakarak konuşurum..
Bizim ülkemizde apış arasından çıkamamış sizin gibi zihniyetler günahçılık oynamayı nedense çok severler.
Hele ahlak bekçiliğinde üzerlerine hiç yoktur.Evelallah hepsini gördük.

Peki günahçılık ve soyluluk oynayan homofobiklere göre onlar modern Lut ise maskeli zampara şebelekler hangi kavim ?
Zaten bu toplum değil miydi kızların namus zarından ahlak felsefesi yapıp ta Fatihlere, Ahmetlere ,Mehmetlere tecavüz edip lalezarda terk eden…
Simdi o tecavüz edilen Fatihlerin kimisi Ayşe kimisi Neşe oldu işte..
Fatihlerden dönen neşeleriniz bol olur inşallah..

NE GÜZEL OLDU DEĞİL Mİ HER YER 7 RENK GÖKKUŞAĞI GİBİ.RENGARENK…
TOPLUMUN FIRÇASINDAN TUALE DÖKÜLEN ESERDİR İŞTE BU 7 RENK..
VAR OLANI BU YÜZDEN ARTIK YOK SAYAMAZSIN İŞTE..
BU İNSANLARI SENİN KULLANDIĞIN DEVLET HAKLARINDAN MAHRUM BIRAKAMAZSIN.DIŞLAYAMAZSIN !!
VELHASIL SOYLULUK OYNAMAYI BIRAKALIM YEDİĞİMİZ HALTLARA BAKALIM BİZ ÖNCE,
BİRAZDA NE NEDİRCİLİK OYNAYALIM..
OLMAZ MI PEK SAYIN SOYLU HOMOFOBİK..

magelini

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

MAHSULÜMÜZLE DALGA GEÇME BAK !! AMPERLERE GELİRSİN :))


Aslında bizim ülkenin toprakları diyorum çok bereketli ..Gerçekten bu topraklar çok verimli, sahiden bak mesela halis muhlis süzülmüş hıyar gibi din adamları yetişiyor bizim ülkemizde..Sadece Türkiye’de var ha bu çakmalı kakmalı sahte din adamları.Balta girmemiş orman gibi sakallarıyla bir peygamber edasıyla okşarlar ki seni.
Sanırsın Budizmin Buda’sı seni nirvanaya çıkartmış dallarını, budaklarını,çalılarını,çırpılarını buduyor arındırıyor sanırsın.
Birde temizlik imandan gelir diyen ayetlere tezat o rapunzelin saçlarına inat bir sakalları vardır ki bütün bilgileri o sakalların köklerinde saklıdır.

Gerçekten bak; Davincinin şifresi bok yemiştir o sakalların yanında.Allah bilir o sakalların dibinde kaç tane bit yumurtası vardır.(Görsel zekam sınırları zorladı yine öğğkk.)Zaten sakalına bitte düşse kesmezler ki o sakalları. Olur mu canım kesilir mi o sakal ?
Sakal kesmek haramdır kaldı ki çakmalı kakmalı bir din adamının zorla sakalını kesmeye kalkarsan da sanırsın çükünü kesmişsin gibi uzuv diyetini ödetirler sana.
Hem üstelik keserseler çükünü kaybetmiş gibi cemaat bunların sözünü dinlemez iyi adam vasfından çıkartır.Yedikleri hayırlar,yardımlar ve akarları kesilir.Kesilen sakalın mutlak surette ekonomiye zararı olur.Bu yüzden kutsaldır sakalları.
Bunların birde beyaz sakallı olan versiyonlarını görsen hele sanırsın Ayşe Teyze Ace ile yıkamış..
Dezenfekte abidesi o beyazında ötesinde ışıldayan o nurlu sakallarıyla hastaysan eğer kucaklarına alıp okşayarak şifalarlar seni.
Kocanla arandaki muhabbet bozulmuşsa zaten senin için doğru adres orasıdır emin olabilirsin.
İki parmaklar seni kanalların açılır kıçına kaçan cini çıkartır o bozulmuş aile saadetine geri kavuşursun..
Sana bir masal anlatır bilinç altını kafese alır,sanırsın bin bir gece masalı…
Dinlerde dinler durursun.
Kocanla yada karınla cinsel ilişkinde düşük performansın varsa ona da çözüm bulurlar.
Bu konuda ciddiyim bak Haydar Dümen’in bile dümenini kırıp bir tarafına montajını yaparlar.
Onların dediklerini yapmazsan da kıçına kaçan cinleri geri tıkarlar ömür boyu mutsuz olursun..
İşte onların rahatını bozacak bir sisteme itaat edersen de lanetlenmiş bir günahkar olursun.
Kısacası başın bitten kıçında cinden kurtulmaz…

Övünmek gibi olmasında bu yöndeki hasadımız da ülke olarak pek kuvvetlidir vesselam.
O kadar kuvvetlidir ki hakiki din adamlarını bile bastırdılar.
Kökleri çok azgın hemen çoğalıyorlar..

Tabiri caizse imanımızı gevrettiler ama işte gel gör ki para etmiyorlar da para sömürüyorlar.Nasıl olsa yerli malı yurdun malı sağolsun..

Yinede şükretmek gerek halimize ellerde ne kutsal din adamları var 🙂 Hele Allah’a daha yakın olmak için Suriye’de savaşan cihatçılarla Cihad Al Nikah’a girmek gerekir diyen Muhammed Al Arifi’nin fetvasını duyduktan sonra aklım tavana yapışmıştı.
Allah’a daha yakın olabilmek için 1000’den fazla mücahitle cinsel ilişkiye giren dangalak karıya diyecek bir laf zaten bulamıyorum.
Şimdi sinirleneceğim yine neyse işte sinirlendim bile artık çok geç 🙂 bu tip fetva verme hastalığına yakalanmış sahte din adamlarını gördükçe sakallarını yolup kıçlarına pamuk diye tıkayasım geliyor.

Boşuna demiyorum Davincinin şifresi bok yemiş diye Vatikanı çözersin ama onların sakalını çözemezsin.
Dedim ya ülkemizin toprakları bereketli verimli amma velakin işte tek dezavantajımız var oda bu yetişen hıyar gibi din adamlarının yetiştiği bu topraklarda 1900 den sonraki bilim adamları için pekte elverişli ortamlar olmuyor..
Bilim adamı konusunda hasadımız bu yüzden hep kırık..Kıçına Avrupa bandrolünü yiyen bilim adamlarımızın projelerine Avrupa sahiplendiğinden beri o isimlerle kendimizi zaten ülke olarak bu yüzden bir bok sandık ya..

Bu da önüne geçilememiş nitekim çaresiz bir hastalık…

Sakallı hıyarların cacığından zehirlenmiş olan ülkeme bu yönde şifa diliyorum..
Mahsulümüzle lütfen dalga geçmeyin bak 🙂 Amperlere gelir çarpılırsınız.
Bu mubarek ramazan ayının gecesi amperlere gelmeden, benim de bir tarafıma üç harfli görünmeyen varlıklar kaçmadan bu yazıma burada son veriyorum.

Töbe töbe yarabbim.
Haydi selametle anacım 🙂

Cansel Işık /Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

BİR DEJAVULUK EGO

 

 


Şu insanların egoizm tufanları var ya hani ,işte o tufanlardan  yara aldıkça çoğu zaman kime ne anlatıyorsun diyorum kendime..Biliyorum sende diyorsun bunları.”Demiyorum” deme diyorsun işte.Dürüst ol kendine.Sağ çıktın her enkazdan ama benim gibi uslanmadın sende değil mi ?


Sen şimdi şöyle aşağıya doğru bakıp “aman tanrım ne uzun yazı “diyecek isen seninle bu mevzuları hiç konuşmayalım zaten.Muhtemelen okumayı sevmediğin kadar dinlemeyi de sevmezsin sen.Yoksa senin yapmış olduğun ön yargıyı benim de mi yaptığımı düşünüyorsun ? O halde ikimiz de bırakalım ön yargıyı ve birimiz konuşalım birimiz dinleyelim.Sonra sende bu konuda yaşadıklarını bana dönüp mesajlar halinde yolla ve bende seni dinleye bileyim.
O halde anlaştık teşekkür ederim. 🙂


Biliyor musun ben bu evrende insanların kendileri gibi yaşayan diğer insanları olduğu gibi kabul etmeyişini fark ettiğimde çok irkildim.Hayatın getirdiklerini yada hatalarının getirdiklerini sevgiyle kabullenmeyip sürekli ön yargılarda bulunarak, sürekli bir kısır döngüde geçmiş serüvenlerine saplanarak, yaşadıkları hüsranları,ayrılıkları,kırılganlıkları,mağduriyetleri kafalarında bitiremeyip bunu diğer tanımaya başladıkları yeni insanlarda, açtıkları yeni sayfalarda, yeniden yaşayacakmış evhamıyla, hem kendilerinin hemde diğer insanların hayatlarını mahvetmeye kalktıklarını gördüğümde çoğu kişinin yapmış olduğu o bananeciliği oynayamadım.Neden mi oynayamadım ?


Çünkü mutsuz,umutsuz,suratsız,yenik, bitik ve saldırgan insan görmekten nefret ediyordum.Tıpkı bir vampir gibi o onu dişliyordu oda bir başkasını.Adeta önüne geçilmez bir hastalık gibiydiler.Arada bir beni de dişlemeye kalkıyorlardı.Bu yüzden bu hastalıktan nasibimi almamak adına, kendimi ısırılmaktan koruyarak insanlardaki fark ettiğim yanlışları düzeltmek isteye biliyordum.Çünkü mutsuz,umutsuz,suratsız,yenik, bitik ve saldırgan insanlar diğer insanların yaralarına imza atıp yaşamlarına bu şekilde devam ediyorlar,kin ve intikam duygularıyla mutlu insan sayısını azalttıkça egolarını tatmin edebiliyorlardı.Yenik, bitik ve saldırgan insanların yaraladıkları insanlar ise tanrısını unutmuş mahluklar gibi etrafımı çevirmiş halde dejavu nöbetleriyle hayatımı yaşanmaz hale getirmeye çalışıyorlardı.


Günler gelip geçerken kurtulmaları gerektiğine inandığım o dejavu nöbetlerinden onları çıkartmak isterken,onlarla beraber bu serüvende döşeksiz bir misafir olarak sürüklenmekten tamam kabul ediyorum çok yoruldum.Sonra bu merhamet depomun savunmasızlığı ve tecrübesizliği sayesinde dejavu nöbetli insanların ardı arkası kesilmedi.Biri bitti bir diğeri derken hiç bitmedi.Bir fareden doğmuş yavrular gibi sayıları hızlıca artıyordu.İstemediğim halde etrafım hep aynı cenderede sıkışmış kalmış,aynı savaşın çaresiz çocukları ile dolup taştı.İsteseydim kısaca “canınız cehenneme” diyerek sırtımı dönüp duyarsızca kabuğuma da çekilebilirdim.Bu yaradılışıma ters bir davranış olacağı için bananecilik yapamıyordum,diyemiyordum işte çünkü ben böyleydim.


Ve en kötüsü hayat arkadaşım bile sanki bu hastalıktan nasibini alıp hayatıma öyle girmiş gibiydi.
Evet yoruldum ve çaresi yok değil çıkışı yok değil ve şöyle basmakalıp bakılınca önemsemez isen kafaya takılacak dertte değil.Lakin önemsemediğin ne kadar faktör varsa bir gün aniden savunmasız bir anında dank diye karşına çıkabiliyor.Bu konuda yıllardır ezberlediğim sloganlar beynimde çınlama vazifesini mükemmel olarak yerine getirdiler ” Kendini değiştir hayatın değişsin ” “İçindeki devi uyandır ” “Ufak şeyleri dert etme” ” Düşünce gücünü kullan ” “Yaradan senin kalbinde ve sen asla pes etme ” “İçindeki cevherin farkına var ”


Farkına vardık elbette ama kendimize o cevherden bir şey bırakmadık sanırım.Zaten kendinle beraber o cevheri başkalarına kullanmak değil miydi buradaki maksat ? Sen içindeki cevherin farkına varıp sevdiklerin için deponu harcarken karşındakiler kendi içindeki cevherin üstünü kapatmış faydasızlar ordusu gibi karşında sürekli negatif enerji yayan bir makina gibi durursa ne olacak ?. Maksat amacını aşacak ve kontrol dışı bir yorgunluk onların strateji zayıflığından dolayı gelip seni kucaklayacak.


Sahi sen şimdi insanların kalbindeki var yokları en derinden hissedip,hissettiklerini söyleyemeyince,zaman senin yanılmadığını dakika dakika önüne serince,yanılmadığın onca kareyi de gördükten sonra haklı çıktığını bilirken tüm doğrularınla susmak zorunda kalacaksın ve anlatmaya çalıştıkça anlaşılamayacaksın,her anlatmaya kalkışında nasıl olsa dudakların kanatılıyor ya bu zorunlulukta ruhen çöker de hani insan.Muhtemelen böyle bir durumu senin dışında kimselerde bilmeyecektir.İçini irin kaplamış gibi kendini rahatsız hissetmeye başlayacak ve birileriyle bunu paylaşmak ihtiyacı hissedeceksin.İşte her şey böyle başlıyor.Sıradan insanlar “takma kafana düşünmeye değmez” diyerek savıştırma eylemlerindeyken içlerindeki karmaşık kusmuklarında hala seni boğmaya devam etmekten de çekinmezler ve sana yeterli gelmediklerini görmeye başlarsın.Ama yalnız değilsindir bunu da bilirsin.Yeryüzü sadece bu tip insanlarla kaplanmış olamaz, mutlaka senden bir üst seviyede yada senin seviyende bir kişilik mevcuttur.Bütün bunları sadece yaşamının içine kontrolsüz bir şekilde senin tarafından çekildiğini fark edersin.Sahip olduğun enerjinle hayatına ya kendi seviyende ki kişileri çekeceksin yada bir üst seviyede olanları çekeceksin.Çünkü böyle kişilere ne sen ağır gelirsin nede onlar sana ağır gelir.Enerji alışverişi dengeli olur ve dağılmazsın.

Böyle zamanlarda iç sesin sana çabuk toparlarsın diyor değil mi ? Çünkü bilinç altında dahil etrafındaki dejavu mimarları öyle biliyorlar,öyle inandılar senin içindeki yaşam enerjisinin gücüne.Bitmek bilmeyen bir depo var değil mi senin iç dünyanda ?

Var mı gerçekten ? 🙂

Biliyorum gülüyorsun, “Varda aslında kendime yetecek kadar diyorsun”.Tabi ki sana yetecek kadar çünkü auraları ve çakraları mühürlenmiş kilitlenmiş insanlarız biz..Bu konuda fazlada tecrübemiz olmadığı için enerjimizi kontrollü kullanamıyoruz.Koruma kalkanımız yok..Çünkü auraları ve çakraları açık olan insanlar paranormal aktivitelerle uğraşan profosyonel kişilerdir.Ve parapsikoloji dediğimiz alan bu tür insanlar hakkında yıllardır araştırmalarını sürdürmektedir.Onların hayat standartları biraz farklı ve bundan dolayı da kanalları pek tıkanmaz, tıkansa da temizlemesini iyi bilirler.


Bu arada ben kendimi tıkanmış bir lavabo gibi hissediyorum çünkü bizler arafta gibiyiz adeta..Bu dejavu mimarları ve paranormal aktivitelerle uğraşan kişilerin tamda arasında bulunan noktada sıkışmış kalmışız. Bu dejavulu egoistler bizleri bu yöndeki bilgilerimizden ve gelişimimizden ötürü önce ihtiyaçları doğrultusunda işaretliyorlar,sonrada kafası kırık normal insan belirtisi vermeyen insanlar sınıfında görüyorlar ve onların yüzünden bu yönde suçluluk duygusu denen o illet duyguda sıkışıp kalıyoruz.

Biz çıkarız o duyguda kalmayız ama değil mi ? Yalan söylüyorsun işte söyleme.
Bizde insanız ne çabuk unuttun.?
Zaman bizi bu dejavunun bir parçası haline getirmekte hiçte çekimser değil artık ayık ol.
Hani savaşlar halk için güzel değildir ürkütücüdür,çok insanlar ölür,yaşamın baştan aşağıya değişir ve sen bu savaşın başlatanı da değilsindir taraftarı da değilsindir fakat savaş ister istemez başlar ve senide içine çeker.
Buda böyle bir şey.


Dejavu mimarları yaşam adına tüm var olan korkularıyla bir kez daha diyerek hayallerinde bize tutunuyorlar,bizlere kendilerince anlam yüklüyorlar.Hayata yine 1-0 hata yaparak başladıklarının farkında olmuyorlar.Ben bu anlamlardan sıkılıyorum.Hayali aşk gibiyiz ,hayali dost gibi,hayali arkadaş gibiyken üstüne birde bizi realitede olduğumuz gibi kabul etmiyorlar ya ,şekli şemale uydurulma baskısına alındığımızda onları üzmemek için biz içimize kanarken,onlar aniden geçmişlerine anarya yaptıkları için bizleri geçmişte yaşadıkları travmanın baş rol oyuncusu yerine koyup hayal kırıklıkları haline getiriyorlar.Bu yüzden başarısızlıklarının kaynağı oluveriyoruz.Sonra bizleri de suçluluk duygusuna sokmayı başarıyorlar.Başardıkları sadece kendilerine benzer insanlar çoğaltmak.Üremeseler üretmeseler olmaz sanki.


Ne oldu bu filmi izlemiş gibisin çok tanıdık geldi değil mi ?

 

Dejavu nöbetli insanlar yalnız kalmaktan çok korkarlar,karanlıktan korkarlar.acı çekmekten korkarlar,korkmak için mutlaka bir bahaneleri,sevilmek için senaryoları vardır.Genellikle maskeliyken insanların arasına karışırlar.Sevmekten korkarlar.Bağlanmaktan korkarlar.Kısacası her şeyden korkarlar ve yanı başlarında mutlaka birisi olsun isterler.Sürekli aynı şeyi yaşarlar.Ağızlarını açtıkları zaman da kendileriyle ilgilenmediğini gördüğü en yakınlarına “bana vakit ayırmıyorsun” diyerek yüksek egolarıyla mangalda kül bırakmazlar. Onlara üzülmesinler kendilerini yalnız hissetmesinler diye kendilerince uydurdukları yalanlarını duygu yanılsamalarıyla benimsememek adına, kendilerine kavuşmaları için üzerini toz kaplamış öz benliklerini göstermek adına bazen kendimizi koruyarak kıyasıya emek vermek zorunda kalıyoruz işte.
Senin de sevdiklerin için verdiğin emeklerin olmadı mı ?
İçinde olmak istemediğin ne kadar ahlaki can sıkıcı konular varsa başkalarının arzularıyla o konuların tam da ortasında kaldığın zamanlar olmadı mı ?

Bu tip negatif insanlar yüzünden pozitif bir hayat yaşamanın uğruna devreleri yakarsın ya, işte o vakit motorun rektefiye alınması gerekebilir.Bu konuda bazen onların karşısında işaretlenmiş bir nokta gibi duruma düşüyoruz..Devrelerimizin yanması bence olağan bir durumdur.Ben devreleri mi yaktım mesela evet,yandığı zamanda kendi bakımımı kendim yapıyorum.Çünkü bizim gibi araf tipte olanların başka çaresi yok,yıpratıldığımız anda başka bir kişilik tarafından onarılma şansımız yok.

Bana bazen insanlardan korkmuyor musun diyenler oluyor.Böyle iyimser olmak ta iyi değil diyenler oluyor.Yazık bu emeklerine diyenler oluyor.Bir bakıma haklılar tabi.
Fakat ben bugüne kadar kainatı yaratanın dışında hiç bir canlıdan korkmadım,Evet insanların içine düştükleri bu savaşlarda galip gelmelerini arzularken stratejilerinin eksikliği,yanlışlığı beni ürküttüğü için durumun kontrolünü ele almak istediğim zamanlar olmadı değil fazlasıyla oldu.Ama bu korkudan değildi.Kaybetmelerini istemediğim ve mutlu olmalarını istediğim içindi.Bir insan kainatta yaşayan diğer bir insan için ne isteyebilirdi ki ?


Ve yaşam benim için adeta bir akıl oyunuydu.Sadece soğukkanlılıkla bu oyunu kuralına göre oynayabilecek takım arkadaşlarına sahip olmak gerekiyordu.Kaybetmelerini istemiyordum,canlarının yanmasını istemiyordum.Kendi canımın yanmasını da istemiyordum.Artık yaşamın içindeydim ve kaybederlerse bende otomatikman onlarla beraber kaybetmiş olacaktım.
Hayır yanlış anladın.Aslında yönetmekte istemiyordum.Ne yönetilmek nede yönetmek bana göre değildi.Sadece yaşam bir akıl oyunuysa soğukkanlılıkla bu oyunu kuralına göre oynamak gerektiği için onlara sadece kuralları gösteriyor ve kenara çekiliyordum.Çünkü her biri kendini şahın yanında yer alan güçlü birer vezir gibi hissediyordu.


Kızıyordum onlara,sonra kendimi hırpalıyordum “Nasıl oluyor da benim algılayabildikleri mi algılayamıyorlar,göremiyorlar içine beni de çektikleri bu konularda göz göre göre hem zarar verip hem de zarar görüyorlar,ben onlardan farklı bir canlı değilim ki diyordum.
Bana yüklemiş oldukları değerlerden rahatsız olsam da sonuçta yüklemiş oldukları değerler vardı,kendilerini sevmedikleri kadar beni de bir o kadar seviyorlardı.Tamda tezatlık buradaydı zaten.Kendilerini sevmiyormuş gibi yapıyorlardı.Ben bunları hissedebiliyordum.Depomda var olan her enerjiyi düşüncesizce hortumlasalarda umutsuz vaka imajında olmaktan gayet memnunlardı.Tıpkı bir vampir gibi o onu dişliyordu,o dişlenen de hem kendini dişleyene savaş açıyor hemde bir başkasını dişliyordu.Ve bu hiç bitmiyordu.Böylelikle dejavu kasırgası beni içine çekmeye başlıyordu ..Yüzlerce kez tekrarını yaşadığım şahit olduğum insan hayatları…Şaka gibi.

 

Oysa onlardan farklı görebiliyor,önlerine çıkacak engelleri biliyor,görecekleri zararları dahil hissedemediklerini hissedebiliyordum,bunlar bir çok kez tarafımdan çevremdeki insanlar ile tecrübesi kazanılmış deneyimlerdi.Fakat buna rağmen bunu onlara ulaştıramadığım da canım yanıyor bitkin düşüyordum.Ulaştıramadığımı düşünürken bazen frekanslarından sinyal alışverişi yapabildiğim çok az insan bana dönüp “Senin mistik doğaüstü güçlerin var” diyebiliyordu.Bir şeyler vardı ama bana olağan doğal geliyordu.Tamda emin değildim.Kimisi bundan ötürü ürküyor yansıtmak istemese de ben o ürküntülerini hissediyordum .Hatta hayatıma girmek isteyen bir çok erkeği bile bu özelliklerim yönünden daha başlamadan kaybettiğim olmuştu.Hiç yansıtmak istemesem dahi anın birinde birisi ile sohbet ederken o belli etmese de konuşurken aldığı derin nefesler onu ele veriyordu çok gerilimli olduğunu hissetmiştim,gerilimi beni etkiliyordu.
“Canını sıkan nedir” diyerek sordum “yok bir şey” diyerek beni geçiştirdi. Aklından geçeni yüzüne karşı söylediğimde “aklında düşünüp durduğun konudaki tilkilerin seni yanlış yönlendiriyor böyle yaparsan zarar göreceksin” dediğimde şöyle yandan yandan bakıp minnetsiz ve öfkeli bir hareketle “hiçbir şey olmaz bilmediğin şeyler var şimdi anlatamam boş ver sen” demişti.
Bir hafta sonra ise “ben senden korkuyorum” demişti..Bunun gibi bir çoğu sınırlarına girdiğimi düşünüyordu çoğuda korkutucu bulduğu için kaçıyordu.Niye korkarlar bunu da anlamış değilim hani.
Sonra yine bir gün aynı kişiyi rüyamda görmüştüm.Rüyamda bir kargaşanın içinde yaralı halde duruyordu.Çok kısa ve dağınık bir rüyaydı bu.Uyanınca hemen ona mesaj attım.
“Seni rüyamda gördüm sen iyi misin ?” dedim.
“Seni arayacağım bekle” dedi.
Beklerken çok geçmeden kapım çaldı.Açtım evet o rüyamda gördüğüm arkadaştı.İçeriye geçmedi zor nefes aldığını görünce zorla içeri geçirdim.
“Neyin var ne oldu sana” dedim.
Bana öfke dolu bir hışımla “Sen her şeyi biliyorsun bak kuduruyorum acımdan” dedi “bıçaklandım,söyle bana kim bıçakladı beni” dedi.
“Nasıl yani ?” dedim şaşkındım ve en kötüsü enerji depom boştu, çok yorgun ve kontrolsüzdüm.
Bunu sen yaptırdın dercesine suçlayıcı düşüncelerini algılamaya başladığımda afalladım “saçmalama ben sadece seni rüyamda gördüm içim sıkıldı arayıp sormak istedim,bunu her 100 kişiden 60 kişi yaşar saçma sapan düşünüyorsun bir sakin ol görmedin mi sen sana saldıranı ben nereden bileyim seni kimin bıçakladığını” dedim.
“Hayır arkamdan bıçaklandım göremedim” dedi.
“Ya bak sen bilmesen aynı anda nasıl mesaj atıyorsun dalgamı geçiyorsun sen benimle? Bırak rüya müya hikayesini ben şu an yeni hastaneden çıktım yarım saat oldu polisler araştırmaya geçti,kamera kayıtlarına bakıyorlar ve sen mesaj attın çıkacak ortaya cansel bana bunu kim yaptıysa cezasını vereceğim” dedi.
“Tamam çıkmasını bende isterim ama ben gerçekten seni rüyamda gördüm kargaşada yaralı olarak gördüm endişe ettim iyi niyetimle halini hatırını sordum ” dedim.
“Benden uzak dur ne olursun cansel” dedi
“Tamam sen bilirsin” dedim.
Bu gibi yaşadığım sonuçlardan ötürü insanlara hislerimi ve duygularımı ulaştırmaktan bende korkar olmuştum, çünkü içlerinde planlanmış bana zararı dokunacak bir kötülük dosyasını da hissedecek ve deşifre edebilecek gücümün artık bende farkındaydım…Ama onlar farkında olmayı hak etmiyorlardı.Ben sadece kendimi koruyabilirdim ama böyle bir durumu yaşamak zaman ayırmak hiç istemezdim.
Durum böyle olunca bu kavramdaki insanlara iyiliğin pekte bir manası kalmıyor,o vakitten sonra kendine iyilik yapmak zorunda kalıyorsun.Zaman kaybı diyerek kısa bir süre geri adım atıyor uzaklaşıyorsun.Buna korkaklık demiyorlar hayır.Buna kendini koruma ve kontrol dışı bir yorgunluk deniliyor.

Bununla kalmıyordu ki daha hayat yolunda,aşkta,sevgide,kavgada cesareti kırık,hayalperest korkakların beni hayatlarına merkez olarak yerleştirmesinden ve aşk adına tekil kalıplara sokma arzularından ve yeniliğe kapalı olan o sorunlu kafalarında onlar tarafından psikolojik sorunlarına çözüm anahtarı olarak seçilmiş olmak durumu da vardı.
Bu köşegen suretli mevzuların göbeğinde arafta kalan bir tip olarak yorulamaz mısın ?
Yorulursun.
Söylediği ayrı düşündüğü ayrı insanların arasında preste kalmışcasına yaşamaktan yorulur insan.
Yorulmaz deme işte.
Peki ama sen hiç yorulmadın mı ?


Bir toplum içinde yaşıyor ve henüz iliklerine kadar sömürülmemiş,ve içindeki insanlık ölmemiş ise ;senin ruhunda sağlıklı iletişim kurabilen insanlardan beslenir.İnsan psikolojisi ilgi,sevgi ve şefkat ile düzelir,iyilik kavramı ile desteklenen mutlu ve huzurlu insanlar toplum huzuru için gereksinimdir.
Fakat bunun farkında olup ta henüz bir vampirin dişlerine rast gelmemiş o özlediğimiz mutlu ve huzurlu insanların sayısı çok az işte.Ve mutsuzluk bulaşıcı bir hastalık olduğu için bizlerde o listede yer alıyoruz.Bütün bu yorgunluklar mutlu ve huzurlu insanların sayısını çoğaltmak adına yapılan bir savaşın bedelidir.
Keşke bir süre sonra kaybolacak olan halüsülasyon olsalardı ama değiller işte.

Birde enteresan olan bir şey vardı ki; yorulduğum zamanlarda genellikle merhamet ve vicdan duygularıma kapılır kapılmaz ilahi bir mesaj gibi karşıma bir yazı çıkıyor tıpkı ruhuma bir ışık hüzmesi gibi ışık tutuyordu..(Gerçi bu halen devam etmekte)
O anki karşıma çıkan yazı şöyleydi;


“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.Anaya,Babaya,Akrabaya,Yetimlere,Yoksullara,Yakın Komşuya,Yabancı Komşuya,Yanınızdaki Arkadaşa,Yolcuya ve Elinizin Altındaki Kimselere İyilik Edin.” (Kuranı-ı Kerim Nisa-36)

Okuduklarımı belleğimden geçirdiğimde yanlış bir şey yapacağımın farkına varıyordum.Orada anlıyordum iyilik kavramının dozunu fazlasıyla aştığımı.


Ve kendime dedim ki ;
“Sanki bu evrene vazifeli gelmişsin gibi sürekli aynı şeyleri,aynı temalı konuları ve insanları üzerine çekmekten yorulmadın mı ?”

Yaşam bir akıl oyunudur ve herkes kendi sahasında kendi oyununun lideridir.Bazen sınavlar ortak verilir, kaybetmek istemiyorsan takım arkadaşını o halde çok iyi seçmen gerekir.


Ve sana bir not;
Bazıları hakikaten ısrarla inatla göz göre göre pok çukuruna düşmek ister.Sen görür kurtarmak istersin, o yoluna senin varlığını darmadağın ederek devam eder.Nefesini tüketip sakın elini tutma.Bırak gitsin.
Bu merhametsizlik değildir, aklı olan aklını kullanır doğru yolu bulur.
Sen tabelayı pusulayı göster gerisine karışma.
Yoksa sende onunla beraber o çukura düşersin.
Çünkü bu hayatta bazıları bazılarının cefasıdır bilemezsin,bazılarıda sefasıdır,cehaletiyle sana yada başkalarına ettiklerinin cezasını pok çukuruna düşerek ödeyecektir senden öncesini bilemezsin.O onun Tanrıdan kesilmiş cezasıdır.
Yaradanın cezalandırdıklarına acıyarak müdahale edersen şirk koşmuş olursun, sende gereksiz iyiliğinin bedelini onunla o çukura düşerek ödemiş olursun.

Demedi deme…

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

ÇOK ÇALIŞAN SAĞLIKSIZ İNSAN

 

kollaj

Dünyanın manyetik alanının görevi, canlılığımız için zararlı nitelikte olan Güneş rüzgârlarına karşı bizleri korumaktır.Dünya için zararlı ışımaların birinci derecede kaynağı olan Güneş  bir kaç saat içinde milyarlarca ton elektrik yüklü parçacığı püskürtürken, dünya her saniye bu parçacıkların istilası altında kalmaktadır..

Hanginizin dikkatini çekti bilmiyorum ama 2014 yılındaki  son Güneş patlamalarından sonra doğanın dengesizliğiyle beraber yeryüzünde yaşayan canlıların içinde bulunduğu durumlar hiçte iç açıcı durumlar değil.Oysa bilim adamları güneşin manyetik alanındaki yaşadığı bu değişim sürecinden sonra 2015 in insanlar için altın çağı başlatacağını söylüyordu.

Fakat dünyanın manyetik alan çizgileri çeşitli sebeplerden bozuldukça,hepimizin davranış mod durumu gittikçe vahim bir hal almaya başladı.

İşin içine birde insanların bu durumlarından ötürü  tıp dünyasının sihirli hapları olan deprasyon ilaçları düzensiz ve bilinçsizce insan hayatına girince iletişimde empati eksinin altında can çekişiyor, algı gittikçe noksanlaştı,pozitif açılarda bozulma netleşirken negatif açılarda yayılma başladı.,Bu yüzden konuşurken iletkenliği az insanları hissettiğimde tırsıp kaçasım geliyor,çünkü düşünsenize sizin konuştuğunuzu farklı yönden algılayıp saldırganlaşan bir kişilikle ne kadar sağlıklı iletişim kurabilirsiniz ki ?

Duygusal yanım çarenin bu tür insanlarla iletişim kurmamakta olduğunu, kanımca uzak durmanın sanki koruyucu bir kalkan görevi görebileceğini söylerken, mantığım ise insanların sağlıksız davranışlarının nedenini dünyanın manyetik alanının bozulmasına bağlıyor..

Öyle ya son araştırmalara bakılırsa kalp krizi yaşlarının 20’li yaşlara düşmesi, bağışıklık sistemlerinin çöküşü, sık hastalıklara maruz kalma, beyin kanamaları sıklıklarında artışlar ve de kanser olgularında görülen tırmanışlarda manyetik alanların etkisi olduğu söyleniyorsa bir cep telefonu bile kandaki zararlı proteinlerin ve toksinlerin beyne girmesini engelleyen savunma mekanizmasını devre dışı bırakmasına neden oluyorsa, yorgunluk, baş ağrısı, deride yanma hissi ortaya çıkarabiliyorsa, herkesin elinden düşürmediği bir cep telefonu iletişimde bozukluğa neden olup insanda yüksek tansiyon oluşmasına, baş ağrıları, baş dönmesi ve dikkatin dağılmasına neden oluyorsa dünyada ki toplu yaşamımızın risk altında olduğunu düşünmeden edemiyorum.

İtiraf etmeliyim ki yaşam içinde gördüğümüz rayından çıkmış bütün kötü haber kahramanlarının durumunu ve gazete sayfalarının ana başlıklarında yer alan vahşetleri ben buna bağlıyorum.

Belkide bahçemizde yer alabilecek bir avuç toprak bütün sıkıntımıza çözüm olabilecek ama malesef çok azımız müstakil evde yaşama şansına ve toprakla haşır neşir olma şansına sahip.

Toprak bilindiği gibi bedenimizde biriken kötü elektrikleri içine çeker,bu durum sağlığımız içinde oldukça önemlidir.Son yıllarda yaşamı kolaylaştıran bütün elektronik cihazlarla beraber cep telefonları ve bilgisayarlar,tabletler köy evlerinde de malesef yerlerini almış durumdalar.Onlarda teknolojinin insan sağlığı üzerindeki etkisinden habersiz teknolojik fırtınaya kapılıp doğal yaşam dengelerini bozmuş durumdalar.Belkide hani bu durumlarda ziraatle uğraşanlarımız, çiçek ekim dikim ile uğraşan botanikçilerimiz,köy yerlerinde yaşam süren çiftçilerimiz  toprakla haşır neşir olabildikleri için bizlerden biraz daha şanslı olmaktalar.

Metropol yaşamın içinde bizler ise topraktan uzak  ElektroManyetik(EM) kirliliğin içinde dikkatsizce yaşamaya devam etmekteyiz, bilim adamlarının evlerimizdeki elektromanyetik alan için yapmış olduğu uyarıları kaale bile almayıp bilinçsizce yaşamaya devam edip yaşam kalitemizi kendi kendimize mahvediyoruz.Gece olunca kucağımızda bir laptop,kulağımızda bir telefon,karşımızda dıngır mıngır zıngırdayan  bir televizyon.Çocuklarımızın odalarında baby phone..Nasıl oluyor da yattığımız mekanda o cihazlar varken uyku hormonu melatonini bekliyoruz ..

Gelmez arkadaşım o uyku gelmez.Çok beklersin.Her gecenin sabahına doğru seni bir agresiflik, halsizlik, yorgunluk kucaklayıp zoraki sabahın köründe kaldırıp sokağa attığında durumundan hiçte şikayet etme.Şikayet ediyorsan eğer sağlıklı bir yaşam için gerekenleri uygulamaya dikkat et..Sokağa çıktıktan sonrada etrafındaki insanlara başım ağrıyor diye kahvaltı bile yapmamış ekşimiş suratınla kan kusturma..Bunun için bir doktora gidip bunalımdayım,uyuyamıyorum,çok agresifim,yaşam kalitem bozuldu, insanlar beni anlamıyor diyerek ilaçlara da sığınma.

Bu keşkelerden nefret etsem de  keşke sağlıklı yaşam için herkes bunların farkına çok önceden varabilseydi demenin burukluğundayım.
Zaten para hırsıyla yaşadığımız dünyayı koca koca binalarla dolduran ve teknolojik kirliliğin içine bizleri sürükleyen insanlar her yanımızı kapladı..Halen koca koca binalarda daire sahibi olmak için çabalayan,bu yüzden hırsla eşşek gibi çalışan arkadaşlarım var.

Onlara üzülüyorum hemde çok üzülüyorum.
Vaktiyle bir dostum bir yerden alıntı bir söz etmişti şimdi onu anımsadım..

“En akılsız insan, ömrünün yarısında eşek gibi çalışıp
diğer yarısında hasta yatan insandır.”demişti.
“Ve insan yaşlandığı için değil,hasta olduğu zaman ölür.”
İspat mı istiyorsun o halde bin yıllık çınar var toprakta ama bak hala ayakta” demişti.

Bence oldukça haklı…Sizce de öyle değil mi ?

Sağlıklı ve huzurlu günler yaşamak dileğiyle.

Cansel Işık /Manyakaşkıngelini

 

Paylaş

SENİN DE YOĞURDUN EKŞİMİŞ

51758541_13970059_66365480

Çeşit çeşit insan kaprisleri ve çeşit çeşit algı yoksunluklarıyla dolu ortalık.Kimse yoğurdunun ekşi olduğunun farkında değil.İnsanlar sürekli başkalarının yoğurdunun tadına bakmakla ve şikayetlenmek ile meşgul.

Ne acı ki insanların amigdalaları haşat olmuş durumda.Duygu mod karmaşası yaşıyorlar vede yaşatıyorlar.Dünkü kanatlı melek bugün şeytan olarak çıkabiliyor karşınıza.

Yada dünkü aklı sağlam olan bugün alzhımer olmuş gibi davranabiliyor.Yada dünkü hayata güzel bak diyen neşeli insan sizinle bol kahkaha atarken bugün hayatın sonundan bezmiş halde seslenebiliyor bize.

Bunları izlemek ve iyi yönde enerji verip iyileştirmeye çalışmak ise iyimser ve mükemmel bir enerji deposuna sahip olmak demektir.Bunun içinde sakin ve huzurlu olmak gerek..Ve hiç kimse mükemmel olmadığına göre sonsuz iyimserlik deposuna sahip olmadığına göre,en iyilerinin bile sahip olduğu bu depo aniden tükenebilir.

Sakin ve huzurlu olmak insanlar böyle bir değişimde ve hasarda iken çok zor.Doğrusunu söylemek gerekirse hiç kimse kendisini böyle bir tanımda görmekten hoşlanmaz..Çünkü hakikaten çekilecek dert değil..

Cansel Işık /Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş

FİRARİ ADAMLAR

FİRARİ copy

Firari adamların sevdalarını daha çok sever kadınlar.Firari adamlar adı üstünde çünkü hep kaçarlar,özlenmek onlara güç katar, hiç bir ustalık maharet yoktur aslında çünkü planlanmış değildir bu kaçış. Her şey kendiliğinden olur, sevilmek ister firari adamlar ama sevmekten de bir o kadar korkarlar, sevdiklerini hissettirdikleri an kırmızı bir çemberle deşifre olacaklarını sanırlar,düşündükçe de bocalarlar.

Firari adamlar için sevilirken aşktan kaçmak özgürlüktür.Her zaman böyle yürürler sevda yollarında, tek seveni yoktur onların, hiç kimse hissetmemelidir içlerindeki sevgi tufanını, firari adamlar kendi içlerindeki sevgiden de kaçarlar.Çünkü aşka yakalanmaktır hissedilmek. Firari adamlar hep korkularıyla hissedilmek isterler ve bunu da çok iyi başarırlar, korkuları onların kalkanıdır, onları korur. Düşünsenize “korkuyorum seni sevmekten diyen bir adam” düşünebiliyor musunuz ?

“Korkuyorum” diyen bir adamın karşısındaki yenilmesi, tüketilmesi gereken tek güç sizsinizdir. Oysa siz hiçbir şey hissetmiyorsunuzdur bile bu adama karşı, henüz içinizde bir tufan oluşmamıştır bile, işte o sihirli kelime “korkuyorum seni sevmekten”kelimesidir, sizi kamçılar ve firari adama doğru yüreğinizden bir yolculuk baslar.
Her gün ona bir adım yaklaşırken bulursunuz kendinizi, sorgularınız başlar, kıyasıya yanıtsız sorular. Etrafınıza bakarsınız öyle ya kim sevilmek istemez ki ? Peki etrafınız da kaç kişi “seni sevmekten korkuyorum” diyen bir adamın hayatında olmasını ister ? Hiç kimse istemez “sevsin beni korkmasın, ben korkuyu değil sevilmeyi hak ediyorum, ben korkulacak biri değilim “diyenleri duyar gibiyim.
Firari adamlar halinden memnundur, çünkü istediği ilgiyi fazlasıyla bulmuştur.Kendisine her gün bir adım yaklaşan kadına masumane bakışlarla “ben seni seviyorum aslında ama içimde bir virüs var, oldum olası bu virüsle mutsuzum, ben seni mutlu edemem sen benden daha iyilerine layıksın” der.Kadının daha iyilerine layık olduğu tartışılmaz tabi ki doğru söze ne denir.
Gel gelelim firari adamlar bir kadının hayır diyemeyeceği adamlardır, sevişmeyi çok iyi bilirler, romantizmi dibine kadar yaşatırlar, onlardan biriyle geçirdiğiniz vakitler de dünyanın en mutlu kadını olursunuz,o saatler ve günler asla bitmeyecek sanırsınız,aslında bu vericilikleri sizi sevdiği için değildir, aksine sizi bağımlısı haline getirmektir amaçları.Peki bağımlısı olursanız ne olur ?
Hayatınız da bir firari adam var ise ve çoktan bağımlısı olduysanız yavaş yavaş karşı koyamayacağınız bir enerji bitimi ile karşılaşırsınız.Enerjinizin bitişine dur diyemezsiniz sürekli onu kendine getirmek, gerçeği göstermek arzusuyla çırpınmaya başlarsınız.

Ve o her seferin de duygusal manada, tavırlarıyla size karşı çok dolu olduğunu hissettirir ,haklı olduğunuzu söyler.Bunları yaparken de çok sakindir,nefesi bile aşk kokar size.Her şeyin yoluna gireceğini dile getirirken kendinizi yine ona ulaşmak için yollara düşmüş bulursunuz.Oysa günlük rutin hayat devam etmek zorundadır.Bir aile yaşantısına sahipseniz ailenize karşı sorumluluklarınız vardır ,tek yaşıyor iseniz kendinize karşı sorumluluklarınız vardır.Bağımlısı olursanız bütün sorumluluklarınız sizi terk eder,gün gün diplere batarsınız.

Aslında işin özünde firari adamlar rutin hayattaki sorumluluklarınızı sizden daha iyi bilirler ve bunun içinde ilk baştaki yan yana gelişlerin sıklığı bir sonrakinde asla eskisi olmaz.Firari adamlar sorumluluk almayı da pek sevmezler, kaçışlarında ki ana sebep de budur.Bu yüzden kaçarlar,sevgiye doymaz küçük bir çocuk yaşatırlar içlerinde.Siz onun canı yandığında başını okşayan sarıp sarmalayan annesi olursunuz,hata yaptığında onu onurunu incitmeden seven, onu destekleyen babası olursunuz,beraber çakırkeyf olduğunuz rakı masasında dostu, sırdaşı olursunuz,sohbet ettiği bir ablası olursunuz,arayıp sormadığı zamanlarda ortadan kaybolduğunda, kenara çekildiğinde arayıp soran arkasına düşen ilgi gösteren kardeşi olursunuz ama asla onun ne bedenine,ne de kalbine sahip olan en başta bir kadın,bir aşk asla olamazsınız.

Nevrotik bir aşk acısı ile kendi başınıza bir çukurda boğulurken firari adam bu halinizi aslında uzaktan seyreder,fakat sizi bu durumdan çıkartmak için kılını bile kımıldatamaz. Çünkü iflah olmaz bir duruma girdiğini görür,dahada çok acı çekerek kendinden nefret eder, size daha fazla zarar vermemek adına da bir daha karşınıza çıkamaz.

Bazı kadınlarımızın vazgeçilmez tek ortak hataları genellikle bu tür adamlardan çocuk yapmaya kalkmalarıdır.Ya da yalan bir hamilelik senaryosuyla nabızlarını yoklamaya kalkmalarıdır.Böyle acizce bir teslimiyet firari adamları dahada uzaklaştırır. Üstelik sizi daha da aşağılık bir konuma getirerek sorunları çoğaltır.Firari adamları, sizdeki duyguların gerçekliğini kanıtlamak adına çocuk yapmaya kalkmanız, bu adamları dizinizin dibine bağlamanız için hiçbir zaman çare olmayacaktır.Çünkü firari adamlar genellikle çocuk konusunda şöyle düşünürler; “Ben Allah’ı da seviyorum ama görmüyorum,çocuk yaptığın an bil ki o çocuğu severim fakat bağrıma taş basar onuda görmem uzaktan severim” şeklinde size bu yolda yalnız kalacağınızı önceden yansıtan sözler sarf ederler..

Haa bu arada bunca açıklamalarımdan sonra firari adamların hiçbir zaman teslim olmayacaklarını da sanmayın.Onların teslimiyeti 50 yaşından sonra başlar,hayat zorlaşır,vaktiyle tercih edilen yalnızlık artık korku vermeye başlar.Hastalıklar baş gösterdiğin de bir başınalıkları içlerini acıtır.Hayatın acı gerçeğiyle o an karşılaşırlar, tek tek yüz üstü bıraktıkları, kendilerine aşık edip ağlattıkları o kadınlar akıllarına gelmeye başlar.İsterler ki o anda yanı başın da kendini en çok seven o kadın olsun ve ona bir tas çorba kaynatıp yalnız olmadığını hatırlatsın isterler.Ona bunu yapacak olan kadın kendini kendinden bile çok seven kadın olmalıdır.Artık dışarıdan yemek yemekten bıkmışlardır,yalnızlıklarını ütülemekten yorgun düşmüşlerdir ve kendilerine acımaya başlamışlardır. Bu davranış mod bozuklukları da işte böyle hazin bir sonla biter.Hayatlarının sonlarına doğru çok iyi bir adam olurlar, bir çoğu da vefalı ve sadık kadınlarımız sayesinde yalnızlıktan kurtulmayı başarır fakat bir çokları da herhangi bir huzur evinde yapayalnız ölür.

Hala beklemeye razı mısınız ?

Firari adamların hayatınızdan gidişleri ölüm gibidir.Hayattan gidişleri ise filim gibidir.Simsiyah zifiri gecelerde ıslak gözlerle dualar ettirirler size,o güne kadar unuttuğunuz Allah’ı bile hatırlarsınız onların sayesin de.Peki böyle bir durum da nemi yapılmalı ?

Halen soruyor musunuz ?
Önce kaybettiğiniz kendinizi bulun.
Her kim size acı bırakarak gittiyse içinizde ki kötü insanları affedin,azad edin ve hatıralarıyla içinizden atın.
Göreceksiniz içinizde ki temizlenen yer de çok geçmeden kendinizle karşılaşacaksınız.
Ve lütfen kendinizi bulduğunuz da kendinizi daha çok sevin.

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

kendini-sev

 

Facebook'ta Paylaş

Paylaş