





Hayat her zaman güzel poğaça kokulu çocukluk anılarını getirmezmiş burnuna.
Hastalık da varmış,ölüm de kalım da.
Ben poğaça kokularıyla annemi yad ederken, o vakitlerde babamın yorgun kalbi acıyormuş meğersem.
Cumartesi gecesi sebebini bilemediğim başka bir düşünce hali ve uykusuzluk vardı bende.
Aynı akşam arkadaşımın annesinin Mersin Tıp Fakültesine götürüldüğünü fakat yoğun bakımda yer olmadığı için tekrar ambulansla Toros Devlet Hastanesine götürülürken kalbinin durduğunu öğrenmiştim.Çok şükür ki şok vererek geri getirmişlerdi.
Arkadaşım yaşadığı andan çok korkmuş,panikten cihazların adını unutmuş ağlıyordu.Monitör ekranından bahsediyorken arkadaşıma teselli olması için;
“Korkma babamda aynı rahatsızlıktan iki defa mücadele etti,monitörde kalp ritmini takip ediyorlar,atlatır inşallah,Allah yardımcımız olsun” dedim.
O gece stresliydi,uyuyamadım.Sabaha karşı dalmışım.
En korktuğum; gece çalan telefon ve sabah erken çalan telefondur.Telefonum erken saat çalmaya başladı.Normalde hayatta bakmam.Bakasım tuttu,baktım kızım arıyor.
“Anne ananem aradı dedemi gece ambulansla Mersin Tıp Fakültesine kaldırmışlar,beni çağırıyorlar.Yoğun bakıma almışlar.”
Rüya sandım,dona kaldım,
Yataktan doğrulamadım.
“Ne diyorsun? Ne olmuş?”
“Ananemi ara ben çıkıyorum anne.”
Poğaçaların kraliçesini aradım.Bendeki paniği fark eden annem,hipertansiyon hastası olmasına karşın soğukkanlılıkla
“Dur,korkma.Akşam sol kolu ağrıyordu,kuluncum ağrıyor, biraz ov dedi,ovdum,krem sürdüm,10 dakika geçmedi çok terlemeye başladı.Tansiyon hastalığı yok ama tansiyonunu ölçtüm 16 çıktı.Çarpıntısı da olunca taşikardi ilacını verdim,baktım ağrısı daha da artınca kalk hastaneye gidelim dedim,inat etti.Yav abartma geçer dedi ama ambulansı çağırdım,Geceden beri buradayız.İyi ki de getirmişim”
“Kalp krizi mi?” dedim
“Yok kalbi temiz,yoğun bakıma aldılar.İçeri almıyorlar zaten sen gelme.Ne olduğunu söyleyecekler ararım ziyaret saati gelirsin” dedi.
Ben kalakaldım.Şikayetler kalp krizi belirtisiydi ama annem “kalbine baktılar temiz” demişti.”Romatizmal ağrı mı değil mi ona bakacaklar” demişti.
Temizdi babamın kalbi zaten.Atardı içine,sessiz sessiz,gülümseyerek kürek kürek doldururdu içine.Ve herkes acı dolu,çile dolu,stresten gevremiş kalbinin içini bemberrak sanırdı böyle.
Arkadaşımın annesi geldi aklıma,meğer aynı saatlerde ambulansla aynı hastaneye getirilmişler.Fakat yoğun bakımda yer yok denilmişti onlara,ve onun annesinin kalbi yorgunluğa dayanamayıp yolda durmuştu.Çok şükür geri getirmişler,o güçlü kadında hayata tutunmayı başarmıştı.Dünden beri çok tuhaf duygular içindeyim.
Ya bu nasıl bir şey? Müsabaka gibi.Maraton gibi.
Kalpler yorgun…Yüzler sahte gülümsemeler altında,kürek kürek doluyor acılarla…
Sessiz sessiz gidiyorsun maratona.
O yoğun bakımda yer yok denilen kişi arkadaşımın annesiydi,çok da severdim” pamuk anne” derdim.
Bu babam da olabilirdi.O kadar tuhaf ki ne ağlayabildim ne de sevinebildim.Dondum öylece.Babamın kızıyım işte dimdik duruyorum,annem ağlıyor.
“Babana bir şey olursa ortada kalırım bana kimse de sahip çıkmaz” diyerek içli içli ağlıyor.İçim parçalanıyor,tepki veremiyorum,yutkunup konuşamıyorum.
Dayanamadım,lavabo bahanesine uzaklaştım oradan.
Telefonum çaldı,kardeşim aradı.
Kardeşlerim İstanbul’da olunca babamın daha önceki doktoruna ulaşmaya çalışıyorlar “takipli hastanızın operasyonunda sizinde olmanızı istiyoruz” demek istemişler fakat ulaşamamışlar.Durumu bildirdiler.
Tekrar geri döndüğümde annem işte organik Anadolu kadını.
Hiç dışarıdan yemek yemez.Tuttu poşetten bir şişe su çıkarttı
“Al su iç” dedi.Aldım içtim,elime tuttu 7 yıl sonra sizlere Cumartesi günü anlattığım poğaçalardan tutuşturdu.
Ah annem ben o boğazıma yumruk gibi dizilmiş bu acıyla o poğaçayı nasıl yiyeceğim ki şimdi.Poğaçaları görünce bir yumruk daha dizildi.
Derken yoğun bakımın kapısı açıldı.Babamı kısa süreliğine görün diye getirdiler.Elimde poğaçalar,sol yanımda poğaçaların kraliçesi, sağ yanımda kod adı “Angel” kanatsız meleğim.Daldık içeri,sedyede ameliyattan çıkan babam, hiç ağlamayan çınar ağacı gibi adam, başladı ağlamaya.Sol elimde kaldı poğaça,nereye de koyacağımı bilemedim, sağ elimi tuttu babam.Buz gibi elleri,benimse yanıyor ciğerim.
Annem ağlama niye ağlıyorsun derken o da ağlıyor.Dedesini babası gibi gören kanatsız melekte ağlıyor.
Babam şunu diyor;
“Geceden beri dua ettim,inşallah daha önceki ameliyatımı yapan doktor rast gelir dedim.Allah’ım dualarımı kabul etti,kendi doktorum geldi” diyor ağlıyor.
Sol elimde poğaçalar sağ elimde buz gibi babamın eli.
Tuttum ilk defa öptüm alnından..
Ağlayan babam tıpkı ben…Ağlayışını daha fazla görmemizi istemediği için suratını çevirdi ve sedyeyi götürdüler.
Babam giderken boğazıma dizilen yumruklar açıldı birer birer.
Gözlerim çözüldü aktı ardından damlalar birer birer.
Velhasıl hayat her zaman güzel poğaça kokulu çocukluk anılarını getirmezmiş burnuna.
Hastalık da varmış,ölüm de kalım da.
Her canlı ölümü tadacaktır illaki ama yinede her ölüm erken ölümdür…
Allah ömür versin Annelerimize,
Babalarımıza ve Evlatlarımıza..
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Binadan şu an çok güzel poğaça kokuları geliyor.Annemin geçmiş zamanda heyecanla beklediği, misafirleri için özenerek yaptığı poğaçalar aklıma geldi.
Yapıldıktan sonra nefsini ķörelt diye iki tane verilir ve sonra saklanırdı poğaçalar bizim evde. ?
Bilmiyor ki annem, saklanan her şey kıymete biner bende.
Çocuk aklım işte ?
? koklaya koklaya gider evin olmadık en ücra köşesinde bulurdum poğaçaları.
Tabi ki tepsiyle olduğu gibi bıraksa poğaçalardan boşluk ve iz kalır diye korkudan yemeyebilirdim.Ama annem tepsiden söküp saklama kaplarına koyarak saklardı.
Bende bu güzelim poğaçaları bulup da yemeyene salak derler diyerek bir güzel afiyetle yerdim. Her an ensemden şaplak da yiyebilirim diye birde korkardım hani.
Sonra misafir teyzeler gelirdi, kahveler,sohbetler derken mutfaktan buram buram çay kokusu gelirdi.
Calıştığım ders masasından tilki gibi yardım etme bahanesiyle mutfağa gider servislere yardım ederdim.
Misafir çocuklarının tabaklarını da verdikten sonra annem ciğer bekleyen kedi gibi suratımı fark edince
” Çocuk bak sen it burunlusun, kime çektiysen artık
nerede bu poğaçaların 5 tanesi ?” derdi ?
? ” Bak sen bugünkü hakkını yemişsin yeter, yoksa patates çuvalına döneceksin ” derdi.
Yahu hadi ben it burunluyum,ya anneme ne demeli?
Mübarek KGB ajanı halt etmiş,nereden anladın 5 ini yediğimi? Kadın meğersem üşenmemiş onca poğaçaları sayarak koymuş.?
Patates çuvalı dediğinde balkonda duran patates çuvalına dikilirdi gözlerim, “niye patates çuvalı yahu her yanı delik bunun ne alaka” derdim ?
Annem misafirlerinin yanına gider gitmez, misafir çocuklarının oynadığı yere gider, pes etmez onların tabaklarından bir tane alır çalışma masama kaçardım.
Yine yakalanırdım,ispiyon ederdi çocuklardan biri ağlayarak gelir beni gösterir şikayet ederdi,bir tanede tokat indirirdi,saç baş girerdik. ?
?
Sonra ben ağlardım.
Kadınlardan biri gelip benim saçımı okşayarak dedi ki ;
“Güzel kızım, çakır saraylım,senden poğaçaları esirgeyen yok,senin güzelliğin bozulacak diye annen vermemiş,bak kilo alırsan kimse beğenmez seni” derdi.
“Siz niye yiyorsunuz o zaman, çirkin olmak için mi,sizin kocanız sizi niye beğeniyor ?” diyerek ağlamaya devam ederdim.O sorunun cevabı gelmezdi tabi gülerek geçiştirilirdi.
Ne poğaçalardı bee izdiham sebebi, uğruna neredeyse katliam yapabileceğim poğaçalar ?
Ortalık sakinleşince bir kenarda oturup,kaşlarımı çatmış halde bir poğaçalara birde teyzelere bakmaya devam ederdim.
Demek ki derdim; annem beni seviyor, o zaman bu teyzeleri sevmiyor,değilse böylesine kilo aldıracak şeyleri onlara niye yedirsin ? ?
?
?
Ulan arkadaş bu nasıl tezatlık, nasıl kokuyor şimdi burnuma.Yapsam kendi kendime şöyle bir tepsi poğaça, kendime mayalarla zarar vereceğim, verdiğim kiloları alıp annemin dediği gibi patates çuvalına döneceğim.
Nasıl verilir o kilolar sonra?
Patates çuvalı şeklinde yürüyen kalçalar geliyor gözümün önüne.
Allah korusun.
Yok iyisi mi kokla kokla otur avucunu yala. ?
?
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Bana göre ;gevşek ve sıradan zekaların hayatları daha kolaydır ve aldıkları işleri daha bir kolay sonuçlandırırlar.
Sonuçtan mutludurlar.
Sorsanız “Nasıl yaptın ?” diye, oturup anlatamazlar.
Felsefik ve ince düşüncelerin derinliklerine inenler ise; meseleleri inceden inceye eleyip dokurlar,zekaları kabına sığmaz, çoğunlukta zihinsel tezatlıkların esiridirler,çok derinlere indikleri için de sürekli bir engelle karşılaşırlar ve geneli de sürekli mutsuzdur.
Sorsanız “Neden başaramadın, mutsuzsun” diye,güzel konuşma kabiliyetiyle bir bir anlatırlar.
Fakat sonuca baktığınızda yaşamları boyunca bir çok güzel fırsatları kaçırmışlardır.
Bu gündelik yaşantımızda malesef böyledir.
Bir şey hakkında çok inceler,çok eşelerseniz zihniniz sersemleşir, sonuç hüsran ve karamsarlık olur.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Türkiye’de yaşayan insanların son 10 yılda %80 i Hızlı Beyin Sendromu yaşıyor ve en kötüsü kimse bunu bilmediği gibi de kabul de etmiyor.Daha önce bu oran %8 di.
Hızlı beyin sendromu yaşayanlar aslında yüksek zekaya (IQ) sahipler,fakat duygusal zeka (EQ) sorunları her yerde sorun yaşamalarına ve sorun çıkartmalarına neden oluyor.
Hızlı beyin sendromu olanlar arabanın anahtarını nereye koyduğunu hatırlayamaz,stresten der,zaman kavram ve yönetimi hep baltalıdır,Konuşurken insanların laflarını istemsizce ağızlarına tıkarlar,rutin işlerden ve hayattan sıkılıp kaçarlar,o işlerde kesinlikle başarılı olamazlar,sürekli yenilik peşinde koşarlar.Enerjiktirler,bir bakmışsın kaplarına sığmazlar,bir bakmışsın çökmüşler.Asla sebatlı değillerdir.
Büyüyen kredi kartı borçlarını ve bütçelerini düşünmeden alışveriş yaparlar.
Çünkü dürtüsellik, onları sonuçlarını hesaplayamadıkları davranışlara itmekte.
Ve çevrelerindeki dostları ,arkadaşları, aileleri sürekli bu insan tipini eleştirirler ve genellikle bu insanlara küserler.
Küsmeyin
Yoğun şekerli gıda tüketimi, hazır dondurulmuş gıdalar,kıvam arttırıcı lezzet odaklı fast food gıdalar, radyasyon ve elektromanyetik alanların çokluğu yüzünden bu insanlar Hızlı Beyin Sendromu yaşamaktalar.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
60’lı,70’li,80’li,90’lı çocuklardık bu ülkede.
12 – 18 Aralık tarihleri arasında, yıllarca bir haftanın anlam ve önemini öğreten etkinliklerle kafamıza kazımaya çalıştıkları bir mantık vardı.
Yıl 2018 ; Gördük ki 60’lı,70’li,80’li,90’lı çocuklar bu konuda sınıfta kaldı.
Böylelikle topluma kendisine ait olanı koruma ve geliştirme duygusunu aşılamak için çırpınan müfredatların ve öğretmenlerimizin emekleri de boşa gitmiş oldu.
Neydi o Yerli Malı Haftasının mantığı ?
Tükettiğimiz ürünlerin ülkemizde üretilen ürünlerden seçilmesi gerektiğiydi.
Bunun mantığı neydi?
Bilinçli tüketicilik ile ülkemizin zenginliklerinin artmasına katkıda bulunmaktı.
Biz ne yaptık ?
Vakko’dan giyinmeyeni adamdan saymadık,
Parizyen ve Müjde çoraplarını giyince seksi olduk sandık,
Popomuzu kavrayan Levi’s pantolonların buz rengini,501 ni giyince kendimizi bir bok sandık,
Timberland,Lumberjack giymezsek gideceğimiz yere gidemeyeceğiz sandık,
Mutfaklarımıza Danone yoğurt girince,Çorbamıza Maggi eli değince,çocuklarımızın sütüne Nesquik girince,Kahve keyfimize Nescafé eşlik edince, yemeklerimize Rama,Sana,Komili,Sırma derken Kalbimizin damarlarını Becel koruyacak sandık.
Mutsuzken Milkalar bizi mutlu edecek sandık,
Ramazan ayında hatta yerli malı haftasında bile masalarımızı utanmadan Coca Cola,PEPSİ,Yedigün,Sprite,Fantalarla donattık.
Bahçelerimizin meyveleri varken Cappy Meyve Sularına yapıştık.
Elimizde has zeytin bahçeleri ve yağları varken,sabun üretebilme şansımız imkanımız varken biz Hacı Şakir’i bile yerli sabun sandık.
Clear şampuanla kepeklerimizi yok ettiğimizi,Blendax ile saçlarımızı ahenkle dans ettirdiğimizi,Dove ile süt yumuşaklığında bir tene kavuşacağımızı sanırken,
Orkid ile kuru kupkuru dolanacağımızı sanırken elin piç Amerikalısı Türk kadınlarının ve kızlarının yumurtalıklarını kurutarak Türk soyunun üremesini durdurdu.
Et ve Balık kurumundan kıyma alıp evinde çocuğuna,kocana köfteler yapacağına sen McDonald’s ile Burger King’in köfteleriyle Türk çocuklarının neslini mahvettin.
Senin çiftlik tavuklarına bok attıkları için KFC lerin tavuklarıyla zehirlenmeyi tercih ettin.
Sen evinde Air Wick ile havan değişecek sanırken,Alo,
Ariel ile donlarını kar beyazı yapacağını sanırken,Calgon ile kireçlerin pasın çözülecek sanırken oturdun Amerikan Avm si Carrefour’u zengin ettin.
Siz devam edin!
Çocuklarınızı IBM ,Dell, İntel bilgisayarlara oturtup saatlerce oyunlar oynatın,IPhone telefonlar Ipad tabletlerle çocuğunuzun kanser olan hücrelerinin gelişimini alkışlayın.
Türk çocuğu yavaş yavaş ölürken, “Çocuğum çok akıllı amcası maşallah ben bile anlamıyorum bu cihazlardan,zehir gibi zekası var maşallah” diye de hava atın.
Siz 60’lı,70’li,80’li,90’lı ablalar,teyzeler,yengeler, tek rakibiniz olan Köydeki saçlarını zeytinyağıyla besleyip,kille yıkayan Kezban yengeye inat, doğuştan sarı saçlı mihribana inat Pantene ile güzelleşmeye,Loreal ile renkten renge girmeye devam edin,
Signal,Colgate,Sensodyne,Ipana,Oral-B ile dişlerinizi parlatarak hayata gülümseyeceğim diye, beyninizin algı bölgelerini felç edip aptal bir toplum olmaya devam edin.
Ülkemizde kendi üretimimiz olan Sleepy (Eruslu Sağlık Ürünleri) Molfix (hayat Kimya) bezleri dururken siz bebeklerinizin popolarını kuru kalsın,geceleri rahat uyusun,pişik olmasın diye Türk düşmanı piç Amerikalıların Prıma beziyle sarıp sarmalayın çocuklarınızı.
Sonra Canbebe’ler satılmadı diye iflasa gelsin, Nasıl olsa Türkler bir bok işletemez diye onu da yabancılar satın alsın.
Yumoşlarla çamaşırlarınızı yumuşatın,Viledalar ile evinizde dans edin.Veet hazır ağdalarla tüylerinizi yolup kaymak gibi bacaklarınızla havuz,güneş, deniz sefası yapın.
Ah canlarım benim Amerika’nın Vaseline merhemi ile de epey bir yumuşamışız demek ki ;
Baksanıza elin piç Amerikalısı yıllarca vaselinle yağlamış bizi, koca ülkeye hiç hissettirmeden yıllarca sokmuş da sokmuş.
Farkında değil misiniz halen?
Ne mi sokmuş?
Viledanın sapını ayrı, ucunu ayrı dolar bazında Ekonomik saldırılarıyla götümüze kadar sokmuş.
Allah Allah Amerikanın ağzımıza soktuğu Falım sakızlarında onca fal açıp okumuştuk oysa, bize hiçbir fal bunu söylememişti bak sen şu işe.
Şimdi gözünü aç ve iyi bak, ağzımızdan götümüze kadar girenlerin hangisi YERLİ MALI ?
Senin derdin halen DOLAR 7 TL olmuş “Oooo battık Allah Belanı versin Tayyip Senin !!”
Tayyip mi vardı lan 60’lı,70’li,80’li,90’lı yıllarda, bunları Tayyip mi alın kullanın dedi size?
Titre ve kendine gel Türk vatandaşı dışarıya kendin kendini bağımlı ettin.
YAN GELİP YATTIN,ÜRETMEDİN,ÜLKENDE ÜRETEN VARKEN ÜRETENDEN ALMADIN,
DIŞARIDAN GİREN MALLARDAN HAZIRI YEDİN,İÇTİN,SIÇTIN,
Sen Yerli Malı haftasının mantığına ihanet ettin!!
Dolar mı girmiş götümüze ?
Yapma ya hiç hissetmedik,
Yalamaya dönmüş vaselinli götümüzle.
Günaydın Türkiye uyanın da balığa gidelim.
Birazda kendi denizimizin balığını yiyelim.
Dikkat edin,onları da vaselinlemiş olabilirler.
Kaçırmayın balıkları, haydi rastgele
Kendinizi yaşadığınız acılar ve mutluluklar ile kenara çekip sınıflandırmayın.
Yaşadıklarınız sadece size özel değil,farkında değilsiniz belki ama ,aynı hayatın 5 sahne eksiğini ya da fazlasını yaşayanlarla yaşıyorsunuz bu kainatta.
Ünlüler ve ünsüzler,ezikler ve güçlüler diye bir kavramda yoktur aslında.Bu kavramı destekleyenler hep aldananlardır.
Yaşanmış hayatın bilançosuna göre sağlıklı ve sağlıksız insanlar vardır sadece.İhtiyaçlarımız aynıdır,
Mücadelelerimiz bile aynıdır.
Çünkü insan olanın mutlak benzeşen bir hayatı ve vermesi gereken sınavı vardır.
Herkes; sınavı seçtiği bölüme göre değil,yaşadığı çizgiye göre değerlendirilir.
Dolayısıyla bir gün; başkalarınca yaşanmış bir hayatın,ve başkalarınca yazılmış bir kitabın da özet kısmında rastlayabilirsiniz kendinize.Rastlamadıysanız henüz sizin hayatınızı yaşayanlar daha sizi yazmamışlardır.
Çalınmış hayat ve çalınmış düşünce yoktur.
Yazılmamış hayatlar ve hayata geçirilmemiş düşünceler vardır.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Toplumda ağzımıza alıştırdığımız hani şu kelime vardır ya,lakayt biçimde tırmalar kulaklarımızı;
” Şizofren misin oğlum (kızım) sen ? ”
“Birde psikoloji okudum diyorsun, sen nasıl psikoloji okudun önce kendini tedavi et ! ”
“Şizofum benim jüpiter gibisin ha, galiba sizde genetik ”
“Senin gibi cins şizofren olanını da ilk defa görüyorum pes !”
“Nerenden yumurtluyorsun abi bütün bunları ? Android misin, şizofren misin ne iş anlayalım bak yine mala bağladın ha ”
Yazıma böyle bir giriş yaptım,çünkü bu tür konuşmaların geçtiği bir diyaloğa da ben dolmuşta şahit olmuştum.Muhabbet sahiplerinin.yaşları 30-40 arası vardı. Dolmuş gibi halka açık bir mekanda konuştukları için bazıları ters ters bakmıştı konuşanlara.Neden ters baktıklarını düşündüğümde hak vermiştim bakanlara.Çünkü istatistiklere göre Türkiye’nin 600 bin nüfusu şizofren hastasıydı.Kim bilir konuşanlara ters bakanlar ya şizofren tedavisi görüyordu,ya da bir hasta yakınıydı.
Bir kere şizofren kelimesi ; gerçeklerle iletişimi kopmuş,gerçek dışı düşüncelerle hareket eden,düşünce, duygu ve davranışlarında önemli bozulmalar yaşayan insanların içinde bulunduğu ızdıraplı bir ruh hastalığını ifade eder. Bilinçsizce kullandığımız şizofren kelimesi hakaret sayılan kelimeler arasında yer aldığı için iletişimde ağız alışkanlığı olarak kullanıldığında hakareti amaçlamasa da, yine de bu tür hitaplar,şakalar tüm hasta kişilere, hatta yakınlarına yönelik bir onur kırma ve aşağılama durumunu barındırır. Bu sebepten şizofren olsun ya da olmasın her iki tarafa da şaka mahiyetinde kesinlikle söylenmemesi gereken kelimelerden biridir.İşte toplum içi davranışlarımızda bizler bunlara hiç dikkat etmiyoruz.
Hatta şizofrenlerle ilgili bir araştırma yazısında okumuştum.”Tarihte şizofreni hastalığı tanısı konmuş pek çok sanatçı vardır” diyordu.
Öncelikle sanatçı ve şizofren arasındaki farklılıklar nedir ne değildir onu kavrayalım.
Sanatçı;
Kişisel birikimlerini, bilinçaltını, yaşam felsefesini, kollektif bilinçaltını harmanlar.Derinlerde yatan, işlenmemiş ham malzemeyi deneyim, bilgi, ustalık ve estetik elementler yardımıyla işleyerek topluma sunar.
Şizofren ise; çoğunlukla kendi iç dünyasını anlatan mesajlar verir, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanır.
Şizofren olduktan sonra sanatçı olanlar ile profesyonel sanatçı arasındaki tek fark; kendini ifade etmesi, yaratma dürtüsü ve ölümsüz olma isteğidir.
Bu arada rica ederim “Şizofren” diyerek ,aşağılayarak ya da sallayarak hastalıkmış diyerek de geçmeyin lütfen
Bugün Louis Wain,Vincent Van Gogh,Carlo Zinelli,Adolf Wölfli gibi ressamların yapmış olduğu resimlere bakarsak onlar şizofren sanatçılar arasında hatırlanabilecek isimlerin en başında gelir.
Farklı sanatlarda isimler örnekleyecek olursak;
Buraya kadar Avrupalı sanatçıların isimlerini gördük.Kendi sanatçılarımızdan da şöyle baktığımız zaman,görünen yanıyla imrendiğimiz o ünlü isimlerin bir çoğununda şizofren tedavisi görmüş olduğunu görüyoruz.Tedavilerden sonra hayatları kendilerine zehir olurken,diğer yandan bizlere ışıl ışıl görünebilen bu insanların aklımızda kalan yeteneklerinin ve yaratıcılıklarının tek nedeni ise şizofreni olmuş olmalarıdır.
Çok uzağa gitmeyelim filmleriyle gönlümüze taht kurmuş,en akılda kalır ismi hababam sınıfının meşhur Mahmut hocası Münir Özkul. Sahi oyuncu Münir Özkul’un bir dönem toplumdan yaşadığı sıkıntılardan dolayı oyunculuk döneminde aynı zamanda şizofreni ile de mücadele ettiğini kaçımız biliyoruz ?
Münir Özkul, rahatsızlığı için kullandığı ilaçlardan fayda görmeyip alkole nasıl sarılmış olduğunu bir röportajında şu kelimelerle anlatmıştır “Bu,sanatçıların çok başına gelen bir şey.
Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.Olmuyor,gelmiyor…”
Münir Özkul yine bu röportajında içkiden nasıl kurtuldunuz sorusuna da şu şekilde cevap verir ; “Tam şuurlu olarak yapmadım bunu.İçkiyi bırakmayı çok istiyordum.Gitmediğim doktor,yatmadığım hastane kalmadı.Hastane duvarlarının arkasına girdiğim zaman kendimi rahat,emniyette hissediyordum.Fakat dışarı çıkıp o toplumun dışarı çıkar çıkmaz hissedilen baskısı var ya hissettim bunu….Bir sanatçı olarak sevilme zorunluluğu.çalışmak zorunluluğunu sırtımda hisseder hissetmez o çocuksu bünyem hemen paniğe kapılıyor ve hemen içki şişesine sarılıyordum.”
Bir gün Münir Özkul’un yakın arkadaşı Haldun Taner Münir Özkul için ünlü bir psikiyatr olan Dr. Süleyman Velioğlu’ndan bu rahatsızlık için randevu almıştır ve doktorun Haldun Taner’e cevabı enteresandır. Zaten Dr.Süleyman Velioğlu 1967 de kişisel bir sanat anlayışı geliştirerek Akatünvel Sanat Grubunu kurmuş olan bir doktordur.Yani sanata çok uzak bir kimlik değildir. Dr. Süleyman Velioğlu aynı zamanda Türkiye’de Psikiyatri alanında Creative Art Therapy yani Sanatla Teşhis- Tedavi yöntemini uygulayan ilk kişi olarak bilinmektedir.Bu çalışmaların dışında “Bir Sizofren Hastanın Sanat Ürünleri” “Prepsikotik Aşamadan Psikoza Şizofrenik Süreç” “Akıl hastası Ve Sanatçı” “İnsan Ve Yaratma Edimi” adında kendi ilmiyle ilgili kitaplarında yazarıdır.Tüm bilimsel araştırmalarını sanatla teşhis ve tedavi üzerine yaptığı için Haldun Taner şizofren ve sanatçı olan Münir Özkul’u Dr.Süleyman Velioğlu’na getirmiştir…Doktorun Münir Özkul için “Bu adamı neden iyi etmek istiyorsunuz? Sanatı ve başarısının nedeni bu yakındığı özellikler. Onları iyi edersek, ortada sağlıklı bir kabuk kalır. Bırakın olduğu gibi devam etsin, şimdi mutsuzlukları içinde mutludur. İyi olursa büsbütün mutsuz olur.” demiştir.
Sizi bilmem ama Haldun Taner ile psikiyatrın arasında geçen sohbetin bu kısmı beni oldukça etkiledi.Münir Özkul için söylediği bu sözleri tüm şizofreniler için düşünürsek hani haksız da sayılmaz.Şizofrenler bana göre ayrıcalıklı insanlardır. Düşünsenize mutsuzluklarınız ilham kaynağınız,mutsuzluklarınız mutluluk kaynağınız ve mutsuzluklarınız yaratım,üretim kaynağınız,mutsuzluklarınız toplumsal bir hesaplaşma kavganız.Bu mücadelede sizi kucaklayan sığındığınız birde hayal dünyanız var.Bu kendini gittikçe toplumdan soyutlayan ayrıcalıklı ruhu ilaçlara boğarak öldürmek ve sadece etten bir kostüm giydirip ruhu ölmüş diğer ruhsuz dolaşan canlıların arasına katmak bana göre hiç de mantıklı değil.
Dr.Süleyman Velioğlu’ndan sonra tıbbi araştırmalara göre geçmişten bugüne şizofreni hastalarının sanata, özellikle resim ve müziğe ilgilerinin yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Bu sanatların hastalığın teşhisinde, gidişatının tespitinde çok faydasının olduğu da belirtilmiştir.Müzik dinlemek ve aktif müzikal etkinlikler şizofreni hastalarında gerilemiş olan toplumsal iletişimde,psikolojik, sosyal ve zihinsel becerileri geliştirmeye katkıda bulunduğu için, hastaları topluma kazandırma bilinciyle bugün yan etkili eski tedavi biçimlerinin yerine uyku vermeyen yeni kuşak ilaç tedavisine ilaveten,hastayı dış hayata yaklaştırma terapisi ve sanatsal faaliyetler terapisi birleştirilmiş ve bazı merkezlerde şizofreniler için sanatsal uygulamalar altında tedavilere başlanmıştır.
Bu arada sanatla teşhis- tedaviden bahsetmişken şizofrenlerin yazan kısmına da dokunmamak ,onları da anmamak olmaz. Hatırlar mısınız bilmem Ateşin Düştüğü Yerden Sesler, Yüzler, Öyküler Yarışması adı altında 2009-2010-2011 yıllarında sadece şizofreni hastalarının eserleriyle katılabildiği bir yarışma düzenlenmişti.Bu yarışmanın amacı şizofrenilerin hayata katılımına destek vermekti.
Bu yarışma sonucu 2009’da ilk 10’a girenlerin öyküleri Doğan Kitap tarafından “Hayat Bana Yüreğini Açıyor” ismiyle kitaplaştırılmıştır..Yine aynı yarışmanın 2010’da ilk 10’a giren öyküleri ise “Hepimiz Deliyiz” adıyla yine Doğan Kitap tarafından basılmıştır.
Yarışmanın 2010 yılı 1’incisi SÜVEYDA ÖLÜDENİZ, 2’cisi ise YASEMİN ŞENYURT olmuştu.
Yarışmayı kazananlardan Süveyda Ölüdeniz kendisine neden yazdığı sorulduğunda şöyle bir cevap verir ;
“Birçok nedeni var. En büyük hayalim yazar olmak. Bazen kilidi çözen; aşk, öfke, ya da bir espri oldu, ben de yazdım. Delirmemek ama deli kalmak için yazıyorum. Dünyayı yan yana getirdiğim kelimelerle havaya uçurmak istiyorum. Kendimi tutsaklıktan kurtarmak için yazarken başkasına dönüşüyorum ve hayatı kelimelerle becermeyi seviyorum. Mutsuzluğuma soyluluk katmak için yazıyorum. Ölüme kelimelerle sarkıntılık etmeyi seviyorum, sevgili bulmak için yazıyorum. Yazmak, aklımın hapishanesinden delirerek kaçmamı sağlıyor. Cinayet işlememek için kelimelerle cinayet işliyorum. Düşmanıma benzemeden intikam almanın yolu yazmak. Hiç kimseden emir almamak için yazıyorum.”
Yarışmanın 2 cisi Yasemin Şenyurt ise yazarak ataklarını atlatabildiğini,yazarak sorunlarını teker teker sorguladığını anlatmıştır.Yazarlarımızın duygu ve düşünce anlatımlarına bakarak şizofreni nedir diye düşündüğümüzde hekimlik terimi haricinde bu duruma o halde şöylede diyebiliriz şizofreni bir takdir edilmeme,onaylanmama,dışlanma korkusu ile sürekli en iyisini yapma baskısı altında gelişmiş, toplumdan ve çevreden kaynaklanan,travmalar,kavgalar vesilesiyle insan ruhunun yaralanarak,genetik faktörler eşliğinde ortaya çıkması.
Burada dikkatimizi çekmesi gereken ve anlamamız gereken şudur; her iki yazarımızın da yarışmadan sonra hayatlarında takdir edildikleri için psikolojik açıdan büyük bir rahatlık hissetmiş olmalarıdır.Tıpkı Münir Özkul’un “Sevilmek istiyoruz,yani toplumdan bir şeyler bekliyoruz,biraz takdir bekliyoruz.” dediği gibi.Bu sebepten diyebiliriz ki takdir edilmemek bu hastalığın alevlendiricisi ve tetikleyicisidir.Gaipten sesler duymak ve paranormal hikayelerin kahramanı olmak ise ilk zamanki verilen belirtilerden çok sonraki atak evreleridir.
Öte yandan kiminin sanal dediği bizimse dijital dünya diye adlandırdığımız İnternet alanında günümüz yaşantısına ve insan hikayelerine baktığımızda, kendi iç dünyasını anlatan mesajlar veren, kendisi için özel anlamı olan semboller kullanan sayamayacağımız kadar sayısızca insan görmekteyiz.Kim bilir onlarda yazarlarımızdan SÜVEYDA ÖLÜDENİZ ve YASEMİN ŞENYURT gibi midir bilinmez.
Belkide şu an düşünmeye başladınız,ben ya da ailemden biri veyahutta yakın arkadaşım şizofreni midir değil midir,korkmalı mıyım,nereden anlayacağım bu hastalığın belirtileri nedir derseniz ,tıp dünyası bu belirtileri şu şekilde sıralıyor. Şizofreni başlangıcı olan kişilerde bu durum algıda kusur ile başlamakta,sonra sırasıyla düşünce oluşturamama ve düşüncelerde bozulma,bir durumu,kişiyi yargılarken yargıda dengesizlik kusur belirtisi,örneğin şizofrenler duygularını rahatlıkla yansıtamazlar,sevgi,öfke,coşku gibi duyguları ya aşırı tepki ya da içindeki coşkuya karşın kendilerini kısıtlayarak sessiz bir moda geçerler,hafıza karmaşaları mevcuttur,bellekleri sürekli karışıktır.Doğru ve yanlış kavramları bozulur.Doğrunun bir tane olduğu yer vardır siyahın siyah olması gibi lakin şizofreniler doğruyu yanlış olarak kabul ederler.Eğer siyah sizin doğrunuz ise onların doğrusu beyazda inat eder.Bu yüzden sağlıklı birey olarak siz zıtlaştıkça gerilim artacaktır.Sonuç olarak bir çok davranışları garipleşerek göze batmaya başlar.Allah ile kavga etmek gibi,değişik dinlere yönelmek ve bunları kanıtlayıcı tarzda alim olmuşcasına konuşmak gibi ,halisülasyonlar ya da öte alemlerden üç harflilerden ses duymak gibi tuhaf davranışlar belirtiler arasındadır.
Bu yüzden ulu orta yerlerde durumundan emin olmadığınız çevrenizdeki insanlarla İletişim halindeyken “şizofren misin oğlum” diyerek aşağılama içeren “Gizli Damgalama” yı besleyen bu kelimeleri kullanmayın.Çünkü şizofrenler kabul edilmeme,dışlanma korkusuyla kendilerini kamufle ederler.Şizofren olduklarını bilseniz de bilmeseniz de öğrendikten sonra bu tür insanlarla iletişim kurmaktan da sakın korkmayın ve onları etiketlemeden sanata yönlendirin.Çünkü bu kişiler ne kadar iletişim kurarsanız o kadar topluma adapte olarak sanat desteğiyle iyileşme göstermekteler. Dr.Süleyman Velioğlu sayesinde artık şunu diyebiliriz ki sıradan bir insanın bile şizofreni olduktan sonra sanatla tedavi edilmesi mümkündür.
Selametle kalın..
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
.
Yaşam mücadelesinde nerede üzülen,yıpranan ağlayan sevdiklerimizi görsek “Güçlü ol ! Güçlü ol” sözleri hep dilimize dolanır .
Oysa ruhsal yönden güçlü olmak bedensel güçten geçer.Bedensel güç ise yine yaratıcının insanların bedenlerine gereken özeni göstermesi için şifa kodlarını yüklediği şifalı besinlerden geçer.Hatta bu konuda İbrahim Nehai hazretleri, “nebati gıda bulunmayan sofra, akılsız ihtiyara benzer ,mal ve evladının çok olmasını isteyen, bitkisel gıda çok yesin” demiştir.Lakin günümüz insanı bu hadisten maalesef bihaber olmakla beraber bir çoğu damak lezzetine göre beslenmeyi alışkanlık haline getirdiği için bedenine ne kadar fayda sağladığının, ne kadar zarar verdiğinin bilincinde olmadan beslenmekteler.Bunu çoğu kişi önemsemediği için bedenine gereken değeri vermez,daha çok önüne ne gelirse yiyerek kendini mutlu etmeyi vazife bilir..Sonuç olarak türlü türlü zincirleme hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalır.
İnsanoğlu bu pejmürde başıboş,duyarsızca beslenmeyi bırakmalı, bedensel şifresini keşfetmek ve ona göre bedenini severek sorumluluk alarak sağlıklı beslenmek zorundadır.
Öte yandan şununda bilincinde olmalıyız, insanoğluyuz, yaşamsal faktörler nedeniyle yorulabilir ve bu yorgunlukla bedenimiz yıpranır.Bu sebepten bedenimizi beslemenin dışında da şifa kodları yüklenen bu besinlerle de bakım yaparak bozulan yerlerimizi onarmak zorundayızdır.Bu bakımları yapmakta önemlidir, bedensel güce gereken desteği verir. Bu bakımlara örnek verecek olursak; bilinir ki naturel zeytinyağı 70 derde devadır,dökülen saçlara rafineri olmayan naturel zeytinyağı ile bakım yapmak gibi,mantar suyuyla gözlerdeki ağrıyı önlemek ve parlaklık kazandırmak gibi ,yeşil yapraklılardan tere ile depresyon kür tedavisi uygulamak gibi ,çörek otuyla uykusuzluk ve unutkanlık sorununu çözmek gibi ve daha nicesi.
Unutmayın ki bedensel güç her şeyden önemlidir,çünkü bedensel gücü yüksek olan kişinin ruhsal gücü de yüksek olur.
Bedensel gücü zayıf düşürecek tarzda beslenmek ve vücut bakımı yapmamak hem ruhsal gücü düşürür hemde yaşam mücadelesinde insanoğlunun her alanda zayıf düşmesine neden olur.
Ruhsal gücü yüksek insanın özgüveni yüksek olur, kendi değerleri ve doğruları doğrultusunda yaşar,hayatındaki başarı ve mutluluk kavramlarıyla cesurca yüzleşir.Bir insanın ruhsal gücünün yüksek olup olmadığını karşısına çıkan zorluklarla ve onlara gösterdiği tepkilerle ölçebiliriz.
Ruhsal gücü düşük olanlar ,aldıkları kötü bir haber ve olumsuz eleştirinin karşısında çaresiz olduklarını, olanlar karşısında da mücadele edemeyecek durumda olduklarını düşünürler.Küçük şeylerden mutluluk duyamaz hale gelirler.Sinir ve stres katsayısını yükselten durumlar karşısında anksiyete moduyla fevri davranırlar.Ve sorunun hep başkalarında olduğunu savunurlar.Sağlıklı beslenmeyerek hem bedensel gücü hem de yaşam kalitesi düşmüş bu kişiler sürekli problemlere odaklanırlar.Bunun içinde daima kendilerine uygun bir dostla dertleşmek ihtiyacı duyarlar.
Bu durumda da ruhsal güç kaybı toplumsal olarak bulaşmaya başlar ve otomatikman sürü psikolojisi devreye girer.Bugün bu potansiyel tehlikenin bilincine varmış bir çok kişi ruhsal gücü düşük insanlardan işte bu yüzden kaçmaktadırlar.
Demem o ki ; bu durumları yaşamamak ve yaşatmamak için en başta bedensel şifrenizi keşfederek sağlıklı beslenmek zorundasınız.Bu sizin en başta yaratıcınızın size hediye etmiş olduğu bedeninize karşı sorumluluğunuz ve görevinizdir.
Yine bu konuda bizlere bilgi sunan Seadet-i Ebediyye de der ki ; “Hastalıkların başı çok yemektir. İlaçların başı ise perhizdir ” der..
Bedeninizi sevin ve ona iyi bakın..Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.
Cansel Işık/Manyakaşkıngelini
Dünyanın manyetik alanının görevi, canlılığımız için zararlı nitelikte olan Güneş rüzgârlarına karşı bizleri korumaktır.Dünya için zararlı ışımaların birinci derecede kaynağı olan Güneş bir kaç saat içinde milyarlarca ton elektrik yüklü parçacığı püskürtürken, dünya her saniye bu parçacıkların istilası altında kalmaktadır..
Hanginizin dikkatini çekti bilmiyorum ama 2014 yılındaki son Güneş patlamalarından sonra doğanın dengesizliğiyle beraber yeryüzünde yaşayan canlıların içinde bulunduğu durumlar hiçte iç açıcı durumlar değil.Oysa bilim adamları güneşin manyetik alanındaki yaşadığı bu değişim sürecinden sonra 2015 in insanlar için altın çağı başlatacağını söylüyordu.
Fakat dünyanın manyetik alan çizgileri çeşitli sebeplerden bozuldukça,hepimizin davranış mod durumu gittikçe vahim bir hal almaya başladı.
İşin içine birde insanların bu durumlarından ötürü tıp dünyasının sihirli hapları olan deprasyon ilaçları düzensiz ve bilinçsizce insan hayatına girince iletişimde empati eksinin altında can çekişiyor, algı gittikçe noksanlaştı,pozitif açılarda bozulma netleşirken negatif açılarda yayılma başladı.,Bu yüzden konuşurken iletkenliği az insanları hissettiğimde tırsıp kaçasım geliyor,çünkü düşünsenize sizin konuştuğunuzu farklı yönden algılayıp saldırganlaşan bir kişilikle ne kadar sağlıklı iletişim kurabilirsiniz ki ?
Duygusal yanım çarenin bu tür insanlarla iletişim kurmamakta olduğunu, kanımca uzak durmanın sanki koruyucu bir kalkan görevi görebileceğini söylerken, mantığım ise insanların sağlıksız davranışlarının nedenini dünyanın manyetik alanının bozulmasına bağlıyor..
Öyle ya son araştırmalara bakılırsa kalp krizi yaşlarının 20’li yaşlara düşmesi, bağışıklık sistemlerinin çöküşü, sık hastalıklara maruz kalma, beyin kanamaları sıklıklarında artışlar ve de kanser olgularında görülen tırmanışlarda manyetik alanların etkisi olduğu söyleniyorsa bir cep telefonu bile kandaki zararlı proteinlerin ve toksinlerin beyne girmesini engelleyen savunma mekanizmasını devre dışı bırakmasına neden oluyorsa, yorgunluk, baş ağrısı, deride yanma hissi ortaya çıkarabiliyorsa, herkesin elinden düşürmediği bir cep telefonu iletişimde bozukluğa neden olup insanda yüksek tansiyon oluşmasına, baş ağrıları, baş dönmesi ve dikkatin dağılmasına neden oluyorsa dünyada ki toplu yaşamımızın risk altında olduğunu düşünmeden edemiyorum.
İtiraf etmeliyim ki yaşam içinde gördüğümüz rayından çıkmış bütün kötü haber kahramanlarının durumunu ve gazete sayfalarının ana başlıklarında yer alan vahşetleri ben buna bağlıyorum.
Belkide bahçemizde yer alabilecek bir avuç toprak bütün sıkıntımıza çözüm olabilecek ama malesef çok azımız müstakil evde yaşama şansına ve toprakla haşır neşir olma şansına sahip.
Toprak bilindiği gibi bedenimizde biriken kötü elektrikleri içine çeker,bu durum sağlığımız içinde oldukça önemlidir.Son yıllarda yaşamı kolaylaştıran bütün elektronik cihazlarla beraber cep telefonları ve bilgisayarlar,tabletler köy evlerinde de malesef yerlerini almış durumdalar.Onlarda teknolojinin insan sağlığı üzerindeki etkisinden habersiz teknolojik fırtınaya kapılıp doğal yaşam dengelerini bozmuş durumdalar.Belkide hani bu durumlarda ziraatle uğraşanlarımız, çiçek ekim dikim ile uğraşan botanikçilerimiz,köy yerlerinde yaşam süren çiftçilerimiz toprakla haşır neşir olabildikleri için bizlerden biraz daha şanslı olmaktalar.
Metropol yaşamın içinde bizler ise topraktan uzak ElektroManyetik(EM) kirliliğin içinde dikkatsizce yaşamaya devam etmekteyiz, bilim adamlarının evlerimizdeki elektromanyetik alan için yapmış olduğu uyarıları kaale bile almayıp bilinçsizce yaşamaya devam edip yaşam kalitemizi kendi kendimize mahvediyoruz.Gece olunca kucağımızda bir laptop,kulağımızda bir telefon,karşımızda dıngır mıngır zıngırdayan bir televizyon.Çocuklarımızın odalarında baby phone..Nasıl oluyor da yattığımız mekanda o cihazlar varken uyku hormonu melatonini bekliyoruz ..
Gelmez arkadaşım o uyku gelmez.Çok beklersin.Her gecenin sabahına doğru seni bir agresiflik, halsizlik, yorgunluk kucaklayıp zoraki sabahın köründe kaldırıp sokağa attığında durumundan hiçte şikayet etme.Şikayet ediyorsan eğer sağlıklı bir yaşam için gerekenleri uygulamaya dikkat et..Sokağa çıktıktan sonrada etrafındaki insanlara başım ağrıyor diye kahvaltı bile yapmamış ekşimiş suratınla kan kusturma..Bunun için bir doktora gidip bunalımdayım,uyuyamıyorum,çok agresifim,yaşam kalitem bozuldu, insanlar beni anlamıyor diyerek ilaçlara da sığınma.
Bu keşkelerden nefret etsem de keşke sağlıklı yaşam için herkes bunların farkına çok önceden varabilseydi demenin burukluğundayım.
Zaten para hırsıyla yaşadığımız dünyayı koca koca binalarla dolduran ve teknolojik kirliliğin içine bizleri sürükleyen insanlar her yanımızı kapladı..Halen koca koca binalarda daire sahibi olmak için çabalayan,bu yüzden hırsla eşşek gibi çalışan arkadaşlarım var.
Onlara üzülüyorum hemde çok üzülüyorum.
Vaktiyle bir dostum bir yerden alıntı bir söz etmişti şimdi onu anımsadım..
“En akılsız insan, ömrünün yarısında eşek gibi çalışıp
diğer yarısında hasta yatan insandır.”demişti.
“Ve insan yaşlandığı için değil,hasta olduğu zaman ölür.”
İspat mı istiyorsun o halde bin yıllık çınar var toprakta ama bak hala ayakta” demişti.
Bence oldukça haklı…Sizce de öyle değil mi ?
Sağlıklı ve huzurlu günler yaşamak dileğiyle.
Cansel Işık /Manyakaşkıngelini