Etiket arşivi: hastalık

Hastalık da Varmış,Ölüm de,Kalım da

Hayat her zaman güzel poğaça kokulu çocukluk anılarını getirmezmiş burnuna.
Hastalık da varmış,ölüm de kalım da.
Ben poğaça kokularıyla annemi yad ederken, o vakitlerde babamın yorgun kalbi acıyormuş meğersem.
Cumartesi gecesi sebebini bilemediğim başka bir düşünce hali ve uykusuzluk vardı bende.
Aynı akşam arkadaşımın annesinin Mersin Tıp Fakültesine götürüldüğünü fakat yoğun bakımda yer olmadığı için tekrar ambulansla Toros Devlet Hastanesine götürülürken kalbinin durduğunu öğrenmiştim.Çok şükür ki şok vererek geri getirmişlerdi.
Arkadaşım yaşadığı andan çok korkmuş,panikten cihazların adını unutmuş ağlıyordu.Monitör ekranından bahsediyorken arkadaşıma teselli olması için;
“Korkma babamda aynı rahatsızlıktan iki defa mücadele etti,monitörde kalp ritmini takip ediyorlar,atlatır inşallah,Allah yardımcımız olsun” dedim.
O gece stresliydi,uyuyamadım.Sabaha karşı dalmışım.
En korktuğum; gece çalan telefon ve sabah erken çalan telefondur.Telefonum erken saat çalmaya başladı.Normalde hayatta bakmam.Bakasım tuttu,baktım kızım arıyor.
“Anne ananem aradı dedemi gece ambulansla Mersin Tıp Fakültesine kaldırmışlar,beni çağırıyorlar.Yoğun bakıma almışlar.”
Rüya sandım,dona kaldım,
Yataktan doğrulamadım.
“Ne diyorsun? Ne olmuş?”
“Ananemi ara ben çıkıyorum anne.”
Poğaçaların kraliçesini aradım.Bendeki paniği fark eden annem,hipertansiyon hastası olmasına karşın soğukkanlılıkla
“Dur,korkma.Akşam sol kolu ağrıyordu,kuluncum ağrıyor, biraz ov dedi,ovdum,krem sürdüm,10 dakika geçmedi çok terlemeye başladı.Tansiyon hastalığı yok ama tansiyonunu ölçtüm 16 çıktı.Çarpıntısı da olunca taşikardi ilacını verdim,baktım ağrısı daha da artınca kalk hastaneye gidelim dedim,inat etti.Yav abartma geçer dedi ama ambulansı çağırdım,Geceden beri buradayız.İyi ki de getirmişim”
“Kalp krizi mi?” dedim
“Yok kalbi temiz,yoğun bakıma aldılar.İçeri almıyorlar zaten sen gelme.Ne olduğunu söyleyecekler ararım ziyaret saati gelirsin” dedi.
Ben kalakaldım.Şikayetler kalp krizi belirtisiydi ama annem “kalbine baktılar temiz” demişti.”Romatizmal ağrı mı değil mi ona bakacaklar” demişti.
Temizdi babamın kalbi zaten.Atardı içine,sessiz sessiz,gülümseyerek kürek kürek doldururdu içine.Ve herkes acı dolu,çile dolu,stresten gevremiş kalbinin içini bemberrak sanırdı böyle.
Arkadaşımın annesi geldi aklıma,meğer aynı saatlerde ambulansla aynı hastaneye getirilmişler.Fakat yoğun bakımda yer yok denilmişti onlara,ve onun annesinin kalbi yorgunluğa dayanamayıp yolda durmuştu.Çok şükür geri getirmişler,o güçlü kadında hayata tutunmayı başarmıştı.Dünden beri çok tuhaf duygular içindeyim.
Ya bu nasıl bir şey? Müsabaka gibi.Maraton gibi.
Kalpler yorgun…Yüzler sahte gülümsemeler altında,kürek kürek doluyor acılarla…
Sessiz sessiz gidiyorsun maratona.
O yoğun bakımda yer yok denilen kişi arkadaşımın annesiydi,çok da severdim” pamuk anne” derdim.
Bu babam da olabilirdi.O kadar tuhaf ki ne ağlayabildim ne de sevinebildim.Dondum öylece.Babamın kızıyım işte dimdik duruyorum,annem ağlıyor.
“Babana bir şey olursa ortada kalırım bana kimse de sahip çıkmaz” diyerek içli içli ağlıyor.İçim parçalanıyor,tepki veremiyorum,yutkunup konuşamıyorum.
Dayanamadım,lavabo bahanesine uzaklaştım oradan.
Telefonum çaldı,kardeşim aradı.
Kardeşlerim İstanbul’da olunca babamın daha önceki doktoruna ulaşmaya çalışıyorlar “takipli hastanızın operasyonunda sizinde olmanızı istiyoruz” demek istemişler fakat ulaşamamışlar.Durumu bildirdiler.
Tekrar geri döndüğümde annem işte organik Anadolu kadını.
Hiç dışarıdan yemek yemez.Tuttu poşetten bir şişe su çıkarttı
“Al su iç” dedi.Aldım içtim,elime tuttu 7 yıl sonra sizlere Cumartesi günü anlattığım poğaçalardan tutuşturdu.
Ah annem ben o boğazıma yumruk gibi dizilmiş bu acıyla o poğaçayı nasıl yiyeceğim ki şimdi.Poğaçaları görünce bir yumruk daha dizildi.
Derken yoğun bakımın kapısı açıldı.Babamı kısa süreliğine görün diye getirdiler.Elimde poğaçalar,sol yanımda poğaçaların kraliçesi, sağ yanımda kod adı “Angel” kanatsız meleğim.Daldık içeri,sedyede ameliyattan çıkan babam, hiç ağlamayan çınar ağacı gibi adam, başladı ağlamaya.Sol elimde kaldı poğaça,nereye de koyacağımı bilemedim, sağ elimi tuttu babam.Buz gibi elleri,benimse yanıyor ciğerim.
Annem ağlama niye ağlıyorsun derken o da ağlıyor.Dedesini babası gibi gören kanatsız melekte ağlıyor.
Babam şunu diyor;
“Geceden beri dua ettim,inşallah daha önceki ameliyatımı yapan doktor rast gelir dedim.Allah’ım dualarımı kabul etti,kendi doktorum geldi” diyor ağlıyor.
Sol elimde poğaçalar sağ elimde buz gibi babamın eli.
Tuttum ilk defa öptüm alnından..
Ağlayan babam tıpkı ben…Ağlayışını daha fazla görmemizi istemediği için suratını çevirdi ve sedyeyi götürdüler.
Babam giderken boğazıma dizilen yumruklar açıldı birer birer.
Gözlerim çözüldü aktı ardından damlalar birer birer.
Velhasıl hayat her zaman güzel poğaça kokulu çocukluk anılarını getirmezmiş burnuna.
Hastalık da varmış,ölüm de kalım da.
Her canlı ölümü tadacaktır illaki ama yinede her ölüm erken ölümdür…
Allah ömür versin Annelerimize,
Babalarımıza ve Evlatlarımıza..

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

Hastalıkların Başı Çok Yemektir,İlaçların Başı İse Perhizdir.

Yaşam mücadelesinde nerede üzülen,yıpranan ağlayan sevdiklerimizi görsek “Güçlü ol ! Güçlü ol” sözleri hep dilimize dolanır .
Oysa ruhsal yönden güçlü olmak bedensel güçten geçer.Bedensel güç ise yine yaratıcının insanların bedenlerine gereken özeni göstermesi için şifa kodlarını yüklediği şifalı besinlerden geçer.Hatta bu konuda İbrahim Nehai hazretleri, “nebati gıda bulunmayan sofra, akılsız ihtiyara benzer ,mal ve evladının çok olmasını isteyen, bitkisel gıda çok yesin” demiştir.Lakin günümüz insanı bu hadisten maalesef bihaber olmakla beraber bir çoğu damak lezzetine göre beslenmeyi alışkanlık haline getirdiği için bedenine ne kadar fayda sağladığının, ne kadar zarar verdiğinin bilincinde olmadan beslenmekteler.Bunu çoğu kişi önemsemediği için bedenine gereken değeri vermez,daha çok önüne ne gelirse yiyerek kendini mutlu etmeyi vazife bilir..Sonuç olarak türlü türlü zincirleme hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalır.
İnsanoğlu bu pejmürde başıboş,duyarsızca beslenmeyi bırakmalı, bedensel şifresini keşfetmek ve ona göre bedenini severek sorumluluk alarak sağlıklı beslenmek zorundadır.

Öte yandan şununda bilincinde olmalıyız, insanoğluyuz, yaşamsal faktörler nedeniyle yorulabilir ve bu yorgunlukla bedenimiz yıpranır.Bu sebepten bedenimizi beslemenin dışında da şifa kodları yüklenen bu besinlerle de bakım yaparak bozulan yerlerimizi onarmak zorundayızdır.Bu bakımları yapmakta önemlidir, bedensel güce gereken desteği verir. Bu bakımlara örnek verecek olursak; bilinir ki naturel zeytinyağı 70 derde devadır,dökülen saçlara rafineri olmayan naturel zeytinyağı ile bakım yapmak gibi,mantar suyuyla gözlerdeki ağrıyı önlemek ve parlaklık kazandırmak gibi ,yeşil yapraklılardan tere ile depresyon kür tedavisi uygulamak gibi ,çörek otuyla uykusuzluk ve unutkanlık sorununu çözmek gibi ve daha nicesi.

Unutmayın ki bedensel güç her şeyden önemlidir,çünkü bedensel gücü yüksek olan kişinin ruhsal gücü de yüksek olur.
Bedensel gücü zayıf düşürecek tarzda beslenmek ve vücut bakımı yapmamak hem ruhsal gücü düşürür hemde yaşam mücadelesinde insanoğlunun her alanda zayıf düşmesine neden olur.
Ruhsal gücü yüksek insanın özgüveni yüksek olur, kendi değerleri ve doğruları doğrultusunda yaşar,hayatındaki başarı ve mutluluk kavramlarıyla cesurca yüzleşir.Bir insanın ruhsal gücünün yüksek olup olmadığını karşısına çıkan zorluklarla ve onlara gösterdiği tepkilerle ölçebiliriz.
Ruhsal gücü düşük olanlar ,aldıkları kötü bir haber ve olumsuz eleştirinin karşısında çaresiz olduklarını, olanlar karşısında da mücadele edemeyecek durumda olduklarını düşünürler.Küçük şeylerden mutluluk duyamaz hale gelirler.Sinir ve stres katsayısını yükselten durumlar karşısında anksiyete moduyla fevri davranırlar.Ve sorunun hep başkalarında olduğunu savunurlar.Sağlıklı beslenmeyerek hem bedensel gücü hem de yaşam kalitesi düşmüş bu kişiler sürekli problemlere odaklanırlar.Bunun içinde daima kendilerine uygun bir dostla dertleşmek ihtiyacı duyarlar.
Bu durumda da ruhsal güç kaybı toplumsal olarak bulaşmaya başlar ve otomatikman sürü psikolojisi devreye girer.Bugün bu potansiyel tehlikenin bilincine varmış bir çok kişi ruhsal gücü düşük insanlardan işte bu yüzden kaçmaktadırlar.
Demem o ki ; bu durumları yaşamamak ve yaşatmamak için en başta bedensel şifrenizi keşfederek sağlıklı beslenmek zorundasınız.Bu sizin en başta yaratıcınızın size hediye etmiş olduğu bedeninize karşı sorumluluğunuz ve görevinizdir.
Yine bu konuda bizlere bilgi sunan Seadet-i Ebediyye de der ki ; “Hastalıkların başı çok yemektir. İlaçların başı ise perhizdir ” der..

Bedeninizi sevin ve ona iyi bakın..Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Paylaş

MUTLU ÖLMEK LAZIM AZİZİM

 

note paper on cork board

Geceleri açan bir çiçek gibiyim aslında ben..Tıpkı Kardelen çiçeğinin,üstünü örten o buz gibi karları delip de açtığı gibi.Ben de katran karası gecelerin sessizliğini delerek açıyorum ruhumun taç yapraklarını.Adımı “Gece gelen” koymuştu vaktiyle biri.”Sen hep geceleri çıkıyorsun ortaya,gündüzleri hiç yoksun” diye söylenirdi sürekli.Sonra,sonra okudukça yazdıklarımı,bana “Gece Delen” demeye başlamıştı.Çünkü geceleri çok az kişiler görürdü beni.

Sıcak ve şefkatli elleriyle tüm kök hücrelerimi okşasın diye, kokuşmuş yalnızlıklara inat,gündüzleri sadece güneşe karşı verirdim bedenimi.
Bugünlerde ise geceyi bu kadar severken,sevmediğim tüm ayazlar geceme yapışır oldu.Geceler daha bir soğuk artık.
Sanki “yeter artık açma şu yapraklarını” dercesine yerime çakıyor beni..Soğukları ise hiç sevmez benim bu bünyem.Soğuk ve Gece.Ürkütüyor beni,sevdiğim ve sevmediğim ikisi bir araya gelince..
Soğuktan ve yalnızlıktan olsa gerek,çok da uyuyasım geliyor bu aralar.Bir soğuk bile yetebiliyor beni mutsuz etmeye.Ve korkuyorum uyurken,ya soğuktan mutsuz ölürsem diye.

Kendime kahve yaptım şimdi.Gece mavisi bir kupam var elimde,üzerinde beyaz ışıldayan yıldızlar.Sanki kupa değilde gök kubbe.
Bir kaşık gece,bir kaşık aşk ve alabildiğine hece..

Kahvemi yudumlarken şu an seni duyuyorum mesela “aaa o ne biçim laf ağzından yel alsın,yakışıyor mu hiç ölüm kelimesi sana ” diyorsun.
Bunları demeyi lütfen bir kenara bırak artık.Dünyaya direk mi kalacağız ki ?Bari iki dakika realist ol..Üstelik aklıma gelmişken; hani bu ölenlere hep bir ağızdan “ölüm sana hiç yakışmadı” diyorsunuz ya,bu ölümün yakışanı da ne demek yahu?
Çok saçma değil mi ? Gıcık kapıyorum bu hareketlerinizden.

Bak şu insanlara açlık yakışıyor, mutsuzluk yakışıyor,acı yakışıyor,hüzün yakışıyor,kaygı yakışıyor,yalnızlık yakışıyor,hastalık yakışıyor da bir ölüm mü yakışmıyor ?
Hem bırak Allah aşkına, bu dünyada ölüm çocuklara yakışıyor da bana mı yakışmayacak ?
Üstelik çocuklar ölünce hiç olmazsa  melek oluyorlar.Ben ise tam uyku haline girmiş,vakti geldiğinde dirilmeyi umut eden,belki de bir hastane de,bilime katkı da bulunmak adına seçilmiş mezarsız bir kadavra olacağım.
Belli mi olur bir patlama anında kimliksiz de,kimsesiz de ölebilirim.Yada bir kadına şiddet davasında..Yada bir trafik canavarının kollarında.

Tabi ya uykum da bile,bir anda epilepsi krallığının prensine yenik düşüp ölebilirim mesela.
Hadi seçip beğenelim mi en yakışanından ?
Dünyanın türlü halleri var,her şekilde ölebileceğin gibi,uykunda da ölebilirsin.Uyku zaten yarı ölüm hali demek değil midir ?
Hayır düşündüğün gibi ben aslında ölmekten korkmuyorum da…
Ben uyurken ya İlhamettin gelir de “bak şerefsize uyumuş” diyerek ilhamlarımı alıp başkasına verirse.   İlhamettin’in hemen ardından ya Azrail gelir de beni uykumda kendine aşık edip götürürse… Tabi sen düşünme benim gelecek İlhamettin’i mi,Azrail’i mi ..Onlar benim kelebek kanatlı düşüncelerim.

Şaka bir yana da evet ben bu gece de uyumayacağım…Çünkü biliyorum ki güzel ve naif yaralı yürekler,gecenin karanlığına gizlenirler.Belki yine naif bir yüreğin çığlığı ulaşacak kulaklarıma…Hem uyursam duyamayabilirim.
Yazık değil mi beni o naif yüreğin çığlıklarıyla buluşturan gecelere..Araya gidecek bu güzelim sessiz geceler,kevgirden süzülen heceler..
Hem uyursam,bir daha yaşayamayabilirim gecenin sessizliğini,güzelliğini…Bunlardan mahrum kalabilirim.
Mesela gece uykumda ölürsem;etrafımı yanıltıcı ve gerçek dışı sahte sesler kaplayacak.
Canımın acısından uyuyamadığım günler de,ne iç sesini,ne de dış sesini duyamadıklarımın sahte sesleri o sesler.
Çok gürültülüler.Duymak istemiyorum.Anlaşılacak ve çekilecek gibi değiller zaten.Aynı gündüz gibiler..Ben ki gürültüyü hiç sevmem..
Bana yaşadığımı anlamam için, incitilmiş yüreklerin,dışarıya duyuramadıkları güzellik dolu iç sesleri lazım azizim…Kulağını verirsen dilden dökülenlere acının dibine gidersin. Kulağını verirsen kalplere, o vakit güzelliklere gidersin.
Kulak vermek lazım kalplere.Gündüzleri bütün kalpler gürültünün içinde hoyrat,asabi,çılgın,bezgin ve savaşçı.O beni güzelliklere götüren sesler ise hep gecenin içindeler.
Gel de bu dibine kadar naif yürekleri saklayan sessiz ve karanlık geceleri sevme..

Bu arada uyumuyorum diye,kendimi teselli ettiğimi,ölümü teğet geçtiğimi,Azrail’i sevmediğimi de düşünme sakın.
Belki uykusuzluktan ölmeyebilirim ama,elimde sayısını hatırlamadığım kahve kupasını tutarken,uykularımın ölümünü izlerken,tuhaf gelebilir fakat bütün bunlar olurken,mutlu ölmek adına büyük bir hazzın eşiğindeyim ben.
Biliyorum ölüm bir gün sizin deyiminizle bana da yakışacak,bu sebepten ölümden yana hiç tasalanmıyorum…Sende ölecek miyim diye tasalanma.
Mesela işte tam da Balzac gibi kahve içerken,en yakışanından yazı yazdığım şu masa da da ölebilirim değil mi ama ?
Zaten benim isteğimle olacak olsaydı Tanrı beni şu an çoktan almış olurdu.

Düşündüm de “Her Ölüm Erken Ölümdür” diyen Cemal Süreya’ da gitti.
“Oysa herkes öldürür sevdiğini” diyen Ramiz Dayı da gitti.
“Zaman en değerli hazineniz.Sevdiklerinizle bir aradayken sevginin, o anın mutluluğunu yaşayın.” diyen Beki İkala da gitti.Ne taş gibi babayiğit adamlar gitti..Ne kanatsız melekler gitti..Bende dünyaya direk kalmayacağım illaki.
Diyorum ki; Sende anlayıver artık,olumsuzluklara kendini kaptırıp “yeter artık dayanamıyorum,ölmek istiyorum” diye naralar atmaktan vazgeç..
Sen ölümden korkan ey korkak!! Öleceğim diye hayatı kendine de,etrafına da zehir etmekten diyorum vazgeç artık…

Zaten az bir zamanımız var.Türk filmlerinden etkilenmiş zavallı bir seyirci gibi,hasta olduğunu öğrendin diye vaktini ona buna söverek,kendini içkiye,uyuşturucuya vererek,Tanrıya gücenip de posta koyarak vaktini harcama.Vade işi bunlar,ne kadar yatırım o kadar kâr.
Gitmek için acele etme azizim, her hangi bir yerde bu söylediklerim hoşuna gitmese de,tam da yaşamayı sevdiğin yerde,gitmen gerektiği için gideceksin zaten.

Ölüm aşk gibidir azizim.Ne vakit geleceği,seni senden alıp gideceği hiç belli olmaz .
Şöyle anımsa düşün bak;onca insanlar gelmiştir yüreğine,yüreğine gelen insanlar gibi ömrün de daha çoktur ya hani gençsin bulmuşsundur hep bir bahane…Türlü bahanelerle,korkuyla kaçarsın seni sevenden,aşktan,sevmekten,sevişmekten..Hoyratça üstünü örtersin hep sebeplerin.Kafama göre özgürce takılıyorum,tadına varıyorum sanırken hayatı biri gelir çakılıverirsin yerine,kımıldayamazsın,kaçamazsın, gözlerine baka kalırsın, soluğun kesiliverir aniden.Sonra bulamazsın bir bahane, sevmeye başlarsın,sevmişsindir kaçmak istemezsin artık sevdiğinden.
Yaşamayı sevmeye başladığın an da,seni senden alıp götürmeye gelecek işte biri.Ve sen istesen de istemesen de artık aşıksındır Azrail’ine.

Vakit erken,kalplere pranga vurup daha çok iş var yapılacak derken,affetmeyi bile ertelerken,bir de bakmışsın yürekte onca kin ve nefretle kalbini temizleyemeden ölüvermişsin aniden..
Dedim ya;ölüm aşk gibidir işte.Ne vakit geleceği,seni senden alıp gideceği hiç belli olmaz.

Yaşamak da benim şu elimde tuttuğum kahve gibidir işte azizim,içtikçe tadına doyum olmaz.

Ne demiş Cemal Süreya ; Mutlu uyumak lazım azizim,Madem uyku yarı ölüm halidir.

Evet anlıyorsun bak,uykusuzluk bana bahane…Mutsuzluklarım ise şahane.

Mutlu olmak için içiyorum bu katran karası gecenin kahvesini de.

Sen mutlu et yanı başındakini mutlu uyusun.Yok mu yanı başında mutlu edeceğin kimse ?
O halde ara ve sesini duyurarak mutlu et ve onun mutluluğuyla mutlu ol.
O da mı yok ?
Desene sen de bizdensin.
Geceler bizim..Üstelik bugün de en uzun gece…
Yine gündüz bizden intikam alıyor..
Hadi yap bir kahve…Kendini mutlu et..

Bir kaşık GECE,bir kaşık AŞK ve alabildiğine HECE….

cms

 

Cansel Işık/Manyakaşkıngelini

Facebook'ta Paylaş

Paylaş